Dolar (USD)
35.18
Euro (EUR)
36.85
Gram Altın
2973.41
BIST 100
0
02:17 İMSAK'A
KALAN SÜRE
02 Şubat 2021

Oyuncağımız bize kırıldı

Dünyayı eskittik. Onunla oynadık. Oyuncağımızı kırdık. Oyuncağımız bize kırıldı.

İnsanoğluna tahsis edilen evreni tahrip ettik. Mavi duvarına beton çiviler ne, kazıklar çaktık. Gökyüzü büsbütün kanattı. Kuşlar hava satıyordu. Makaslama oyunu kuran kuşları vurduk.

Yaşadığımız süreçte “Hiçbir şey eskisi gibi olmasın!” dileği tekrara düştü. Bir değişim istiyoruz. Her şey yenilensin isteği kabarıyor içimizde. En başta biz, hepimiz yeni insanlar olalım istiyoruz.

Değişmeyi, arınmayı ve yenilenmeyi de eskiyi istediğimiz gibi istediğimizden kuşkuluyum. Yani samimiyetsiz. Bir dönüşümü karşılayamacak kadar sığ. İstemekten çok istiyormuş gibi görünmeye çalıştığımızdan kuşkuluyum.

Neden mi? Daha salgının hemen öncesinde yani daha dün, “Keşke her şey eskisi gibi olsa!” deyip duruyorduk. Gün geçmiyordu ki eskiyi, dünü hatta dün değil evvelsi günü özlüyorduk. Biliyorduk eskiyi özleyişimiz; tıpkı şehir hayatından sıkılıp birkaç günlüğüne bir köy hayatı yaşamak isteyişimiz kadar bir şeydi. Sahiden değildi. Öyle sanıldığı gibi hakiki bir hasret değildi. Hadi eskiler gibi ifade etmek istersek; “göresimiz gelmişti” işte. Görecek, henüz bir teknik gelişimin olmadığı ve bu nedenden dolayı da ilerleyememiş olsa da en azından doğal kalmış olana karşı; “Şahane, muhteşem, olağanüstü, çok ilginç, dokunabilir miyim!” şeklinde tepkiler verecek, ayrıca ahalinin bir şehirli olarak doğal hayatı beğeniyor oluşumuza dair bize duyduğu hayranlıktan payımızı alacak ve çok kısa bir süre sonra bundan da bıkacak, o bazen uzun uzadıya edebiyatını yaptığımız özlemimiz bir uçak biletine bakacaktı.

Hakiki bir hasret değildi duyulan. Yaratılışımızın, ilk el doğal hallerimizin, yaşamımızın ciddi bir hasar aldığını, şimdiki kadar düşünmüyorduk. Hasarları bize hissettirmeyecek acayip armağanları vardı çünkü modern hayatın. Gelişmiştik. İçinde soluk aldığımız mekânı bizi soluk aldırmayacak bir düzeneğe getirmiştik çook şükür. Ne mekân ne sahip olduğumuz onca yeni imkân eskisi gibi hayatın mektep oluşuna ve bizi yetiştireceğine, bir mürebbiye gibi ilgileneceğine söz vermediği için daima ergen kalan bir yanımız vardı. Bunun için de hiç ayıklamadan kişisel gelişim kitaplarına, programlarına, sektörüne sarılıyor ve gelişime açık son devrelerimizi de kapatıp uyuyorduk. Ekranları üstümüze çekip bataryalarımıza sarılarak bir uykuya dalamayışımız vardı ki sormayın.

Gökyüzü bizi izlemeye devam ediyordu. Biz onu unutmuştuk.

Kalan son gökyüzleri çerçevelenmiş ve şehrimizin ara sokaklarına asılmıştı.

Toprak; çok az kalmıştı, yaşarken pek görme şansımız olmadığı için onu inşallah ölünce görecektik.

Dünü özlerken dünün bizdeki karşılığı neydi çok merak ediyorum.

Dün; insanı insanlıktan, hayvanı hayvanlıktan, toprağı ve ağacı saf kendisi olmaktan eden bizi yozlaştıran yanlış imkanların hiç birinden olmadan, birkaç günlüğüne nostaljik melankoli hissi miydi yaşanmak istenen? Bol yıldızlı bir damda televizyon izlemek filandı. Ahşap eskitme objeleri cafelerde temaşa ederken…

Nostaljinin anlamı bir yerde geçmişseverlik ise, bu duygu durumu da gelecekseverlik olarak ifade edilebilir. Geçmişi hiçe sayarak ve onu hayata etkisi olmayan pasifize edilmiş bir biblo gibi bir parça üst bir rafa koymak. İçinde kendi özüne dair sahih/ arındırılmış hiçbir geçmişin olmadığı tamamıyla ihraç/yapıştırma bir gelecekseverlik. İşin en garip yanı da bilimsel teknolojik üretim sürecini bizzat yaşamış toplumların hakkettiği ama bize yabancı olan, bizzat hakkedilmemiş geleceği birdenbire, aradaki süreci yaşamayan kalabalıklar olarak aniden yaşamaya başlamak. Garip ve acınası bir uyumla…

O yüzden hep söylenir. Bugün en iyi markaların üreteni olan toplumların kendi ürettiklerini onlardan daha fazla ve hızla kullanıyor olduğumuz. Üretileni havada kapan çok açık bir pazar olduğumuz… Üretmeden tüketiyor olduğumuz.

Devlet olarak en önemli, acilden müeccele konularda büyük üretimlere başladığımızın farkındayım. Ancak halk olarak sahih üretim bilincinin yaygın olmayışı kanaatindeyim.

Yaşadıklarımızın bizi soktuğu tünelin ucunda, en azından şok etkisi gidinceye kadar hemen çoğu alışkanlığımızı sorgulama ve değiştirme eylemi görünüyor.