Dolar (USD)
34.57
Euro (EUR)
36.26
Gram Altın
2972.58
BIST 100
9624.68
02:17 İMSAK'A
KALAN SÜRE
03 Şubat 2020

‘Oyuna gelmeyelim’


Churchill demişti ki; “Demokrasi kötü bir sistemdir, ancak tüm sistemler arasında en az kötü olandır.”

Şimdi özellikle Dünya sahnesinde Churchill’in rolü biçilen bir lider varken (!) dünyada ki sözde demokrasiyi yeniden değerlendirmek gerekiyor. Şu anda dünyadaki demokrasi anlayışı; bizim gibi halen yönlendirilmeye çok açık kitleler olsa da genel anlamda sandık sonuçları ile karar alınan noktalar hariç, insanların çoğunluğunun kararlarından ibaret değil, karar alma mekanizmalarında çoğunluğu elinde bulunduran sermaye sahiplerinin istediği sonuçlardan ibarettir. Örnek olarak Brexit sürecini herkesin net olarak hatırlamasında fayda var.

Bu realiteyi gölgelemek adına birçok adım atıldı ve atılıyor. Bizlere sanki kitlelerin istediği yönde yönetimler oluşuyor/oluşturuluyor algısı verilmek isteniyor. Yakın döneme hemen bakalım; özellikle sözde “Arap Baharı” sürecinde sanki toplumlar şikayetçi oldukları yönetimlere karşı ayaklanmış, birer “hak arayışına” girmiş ve “diktatörlüklere” karşı adeta birer demokrasi bayrağı açmış gibiydi. Peki, varılan noktada ortaya çıkan süreci şu anda analiz ettiğimizde ne anlıyoruz? Manipüle edilen kitleler, karar alma mekanizmalarında olan azınlığın istediği istikamette yönlendirilen kalabalıklar ve nihayetinde onların tabiri ile sözde düzene giden düzensizlik ortamı…

Diktatör söylemi ile manipüle ettikleri toplumları geri dönülmez akıbetlere sürüklediler ama halen söz konusu örneklerden ibret almadan bu söylemlere malzeme olmaya hevesli kitleleri görmek mümkün. Açık yüreklilikle ve biraz kabaca da olsa söylemek gerekiyor ki; toplumların sosyolojik dönüşümünü teknolojik gelişmelerin esareti altında aptalca bir noktaya getirdik ve istisnasız hepimiz bundan sorumluyuz. Zira istenilen akıbet için gereken kutuplaşma ortamına hepimiz odun taşıyoruz ve bu gayreti kendi düşüncelerimiz için mecburiyet sayıyoruz. Oyunu kuranlara diyemiyoruz ki; “biz farklılıklarımızı zenginliğe dönüştürerek, anlaşmazlıklarımızı asgari müştereklerimiz de birleşip yok ederek, bir ve beraber olacağız”

Birileri diyor ki toplum hiç bu kadar kutuplaşmamıştı! Hayır; tabir yanlış… Bu toplum daima kutuplaşmaya hazır şekilde yetiştirildi. Bunun temelini ilk yaşlarımızdan itibaren attılar aslında. Mesela bize yenilmenin de aslında bir gerçeklik olduğunu öğretmediler. Tarih kitaplarında tek yenilgisi olmayan, yenildiğinde “müttefiki yenildiği için yenik sayılan” sanal bir gerçeklik sundular. Babalarımız dayak yediğimizde bizleri “git seni döveni dövmeden eve gelme” diye yetiştirdi. Evet asla yenilmeyelim ki yenilmeyeceğiz de ama yenilmenin de hayatın bir gerçeği olduğunu neden anlamıyoruz. Sonuç itibariyle gelinen nokta ne oldu; romantizm ve fanatizm! Spor müsabakalarında bile asla yenilgiyi kabul edemeyen ve bu noktada şiddeti, küfürü dahi meşru sayan yığınlar haline geldik. 70’lerde sağcı-solcu diye kutuplaştık, 80’lerde başka başlıklarda, 90’larda, 2000’lerde başka başlıklarla… Şimdi ise mevcut konjonktür nispetinde başka başlıklarla kutuplaşıyoruz, kutuplaştırılıyoruz.

Şimdi bizleri “kutuplaştırdıkları” başlıklar noktasında bir sorgulama yapalım. Hangimiz komşumuza, arkadaşımıza ilk anda “hangi ideolojik düşünce-desin” diye soruyoruz? Hayır, asla sormuyoruz! Hangimiz tanıştığımız insana ilk anda mezhebini soruyoruz? Aklımıza dahi gelmiyor! Hangimiz mevzu bahis edilmezse hangi partiye oy veriyorsun diye söze başlıyoruz? İlk anda asla… Hangimiz birbirimizin günahlarını sorguluyoruz? Tam aksine ayıplarımızı örtmeyi maharet sayan bir ahlak üzereyiz… vs vs.

Artık anlayalım; içimize, “üstümüze” konumlandırdıkları, kendini “elit” görenler hariç aslında hepimiz tüm farklılıklarımıza rağmen aynı vücudun azalarıyız.

Evet; “demokrasi kötü bir sistemdir, ancak tüm sistemler arasında en az kötü olandır.”

Oyuna gelmeyelim!