Otorite nedir, İktidar nedir?
Hannah Arendt “Geçmişle Gelecek Arasında” ismiyle Türkçeye çevrilen kitabının “Otorite Nedir?” başlıklı bölümünde, bölümün başlığını kast ederek “otorite nedir?” değil “otorite neydi?” sorusuyla başlamam daha akıllı olurdu dedikten sonra başlık seçimindeki tercih nedenini şu cümle ile izah eder:
“Modern dünyada artık “otorite” diye bir şeyin varlığından söz edemeyecek olmamızdır”
Enteresan! Oldukça düşündürücü bir tespit...
Bayan düşünürümüz otorite ve iktidar kavramlarının aynı olmayıp farklı anlamlara işaret ettiğini ortaya koymak amacıyla konuyu derinleştirir.
Aynı şekilde Derda Küçükalp de “ Siyaset Felsefesi” isimli eserinde otorite ve iktidar arasındaki farkın izahı babında konuya şöyle bir açıklık getirir:
“ İktidar zor kullanır, buyurur lâkin otorite kendiliğinden kabulü gerektiren, nüfuza ve saygınlığa dayanan bir etkileme biçimidir”
İktidar şiddet kullanır. Otorite ise şiddet kullanmaz; zira o zaten itaati otorite olması hasebiyle bünyesinde taşımaktadır. İktidarın sınırlarını belirleyen de otoritedir. Keza yine iktidarın kullanacağı şiddetin de layüsel olmadığını, olamayacağını belirleyen de otoritedir.
Kısacası yasanın kaynağı otorite, yasanın uygulayıcısı iktidardır. Aralarında hiyerarşik bir ilişki mevcuttur.
Bu meyanda Arendt yasanın kaynağının iktidar yapımı olmadığı gibi insan eseri olmadığına değinir. Yasa dışarıdandır. Ya doğadan, ya Tanrıdan ya da Platon da olduğu gibi idealardan. Kısacası yönetimin gücünü aşan bir dış güçten… Bu aynı zamanda iktidarı sınırlandıran meşruluk alanıdır.
Bu noktada Arendt’in modern dünyada artık bir otoritenin varlığından söz edilemeyeceği şeklindeki yakınması ne kadar ürkütücü değil mi? Günümüz dünyası masaya en şiddetli vuranın, en öldürücü silahlara sahip olanın, kuvvetlinin, zenginin, aklını çıkarlarına alet etmiş olan ikiyüzlülerin, ruhsuz kalabalıkların, insanları nefsi arzu ve heveslerinden yakalayan modacıların, kölecesine tüketime teşvik eden burjuvanın kullanıp attığı nesne mesabesinde ise bunun nedeni artık otoritenin kalmamış olmasıdır.
Otoritenin olmadığı ahvalde çılgın iktidarlar insanların başına bela olurlar.
Günümüzün İslam coğrafyasının hâli belli: İktidarı bol, lakin otorite yok. Adaletsizlik, haksızlık, şiddet gırla gidiyor. İstismar da cabası. Peki ya geçmiş, geçmiş de acaba böylemiydi?
Geçmişin bembeyaz bir sayfa olduğunu asla söyleyemeyiz. İktidarlar ontolojik yapılarını ihlal ederek otorite yerine geçmek istemişler yahut otoriteyi de temsil etme ve yorumlama gayretkeşliğine zaman zaman tevessül etmişlerdir.
Ancak bir farkla: O gün için bu zalimlerin karşısına hep yasa dikilmiştir.
İmamı Azam Ebu Hanife, Malik b. Enes, Ahmet b. Hanbel ve daha ismini sayamayacağımız pek çok fıkıhçı/hukuk âlimi iktidara engel olmaya çalışmış ve bu yolda canlarını dahi vermişlerdir.
Buradan da Carl Schmitt’e değinmeden geçilmesi halinde anlatılmak istenin eksik kalacağı zannındayım. Bu düşünür “Siyasal İlahiyat” isimli eserinde egemeni tanımlarken istisna anını belirleyen kişi olarak tanımlar. Yani yasayı askıya alma hakkını kullanan kişi.
İşte İslam’ın Dünya Görüşü bu sözü kesinlikle reddeder. Kimse “yasa”yı askıya alma, otoritenin/egemenin/hakimiyet sahibinin yerine geçmek hakkına haiz değildir. Mesela kimse Allah’ın işaretleri/ayetleri/ delilleri olan insanların dilleri ve renkleri (Rum Suresi 22) üzerinden iktidarını kullanamaz. Bir dili yasaklayıp bir kavmi asimile edip, renklerin üzerinden hiyerarşi oluşturamaz.
Oluşturursa” yasa”ya aykırı hareket etmiş olur. Çünkü insanların dilleri, kavimleri ve renkleri Allah’ın delillerindendir ve Allah’ın delilerine karşı gelmek yasaya karşı gelmektir.