"Öteki"ni Tanımlamak
Geçen yazımızda çoğulcuğun niçin zorunlu olduğunu analiz etmiştik ki, en temel sebep hiçbir inancın kendisini ortak insani ve bilgi kategorileri ile ifade edememesiydi. Çoğulculukla ilgili bir diğer sorunu da çoğunluk olan ya da gücü elinde bulunduran bir inancın ya da dinin diğerlerini tanımlaması ve tahakküm kurmaya çalışmasıdır.
Bir
kere “tanımlama” tanımlayanın kendi dünyası, talepleri ve algılamaları çerçevesinde
gerçekleşen bir faaliyettir. Dolayısıyla tanımlayanın sübjektivitesini
yansıtmaktadır büyük oranda. İkincisi, tanımlama faaliyeti tanımlayan ile
tanımlanan arasında bir hiyerarşi kurar ve tanımlayanı üst kategoriye
yerleştirir. Tanımlayan diğerine çerçeve çizmiş olur. Bir bakıma sen bu çerçeve
içerisinde hareket etmelisin der. Bunun doğal sonucu da diğerinin sınırlı bir
alanda hareket etmesini sağlamaktır.
Tanımlama
çoğu zaman daha örtük biçimde gerçekleşebilir. Bu, tanımlananın durumun farkına
varmadığı sonuç ve ilişkiler oluşturabilir. Tanımlanan inanç şayet içinde
bulunduğu toplumda bir meşruiyet arayışında ise, bu tanımlamayı belki külli
olmasa da kısmen kabul edebilir. Böylece ona bu kabul bir meşruiyet zemini
sağlamış olur.
Su
sebeple önce şu gerçeği saptamamız gerekir; Hiçbir inanç diğerini tanımlayamaz.
Buna göre en önemli sorun; içerisinde farklı inançların yaşadığı bir toplumda
tanımlama işi nasıl yapılacaktır? Bu sorunun cevabı basittir; her inanç
kendisini tanımlayacaktır. Böyle bir tavrın ortaya çıkmasında referans
yapacağımız yöntem fenomenolojik yaklaşım olacaktır. Fenomenolojik yaklaşım,
özellikle inançlar söz konusu olduğunda inanç sahiplerinin kendilerini nasıl
algıladıklarına önem vermektedir.
Meselâ,
uzaktan namaz kılan birisine o dini inancın dışında ya da inanmayan birisi
baktığı zaman, bu hareketleri anlamlandıramayabilir. Hatta oldukça anlamsız da
görebilir. Sosyolojide muhatap olunan fenomeni anlamlandırma konusunda iki
farklı bakış açısı vardır. Bunlardan ilki açıklamacı yaklaşımdır ki, daha çok
fenomene dışarıdan bakarak sebep-sonuç ilişkisi çerçevesinde meseleyi analiz
etmektedir. İkincisi anlamacı yaklaşımdır ki, daha çok fenomenin içine nüfuz
ederek meseleyi ele almaktadır. Bu bağlamda dışarıdan namaz kılma fiilini
açıklamak zor olsa da, en azından bunu namaz kılanların tecrübeleri ve
yükledikleri anlam çerçevesinde analiz edebiliriz.
İnsanlar
içinde bulundukları coğrafyanın kültürel sınırları çerçevesinde inançlara
yaklaşım göstermektedirler. Bu açıdan inanç çeşitliliği konusunda yeterli
bilgilere sahip oldukları söylenemez. Fakat dünya geneline kabaca baktığımızda
çok çeşitli inançları görmek mümkündür. Kimi inançlar oyun ve folklore
dayanırlar. Kimileri taş, ağaç ve suya kutsallık yükleyerek onlar etrafında
kültler geliştirirler. Kimileri daha totemik yaklaşımlarla bir hayvan, bitki
vb.ni yüceltirler. Söz gelimi; islam inancı açısından bakıldığında, bu
inançların hiçbirisi doğru değildir. Fakat inanç dendiğinde kişi, oyun oynama
etrafında bir kült geliştirmişse, kimse ona niçin böyle yapıyorsun diyemez.
Çünkü bir başkasının inancının nasıl olacağını belirleyemezsiniz.
Esasen
namaz ibadeti ya da genel anlamda ibadetlerin açıklaması olmayabilir. Zira
ibadet adına namaz olarak niçin bu hareketlerin yapıldığı, niçin bu kadar rekat
yapıldığı konusu dinin içinde ubudi bir meseledir. Allah başka türlü
emretseydi, başka türlü de olabilirdi. Burada önemli olan ibadetler üzerinden
Tanrı ile bir iletişim kurabilmektir.
Özellikle
içinde yaşadığımız çağda, tüm inançların kendilerini ifade edebildikleri,
kendilerini tanımladıkları ve inançlarında serbest oldukları bir toplumsallık
geliştirmek esas olmalıdır.