Osmanlı’nın son 13 Sadrazamı
Osmanlı'da son 13 Başbakan'dan 12' si laikçi/batıcı eğitim almışlardı. Sadece 1’i medrese eğitimliydi. Bu yaklaşık 100 yıllık bir dönemdi.
Osmanlı'yı yıkıma İslam götürmedi.
Osmanlı'yı yıkıma, kendilerine modern, çağdaş, ilerici, aydın, medeni diyen kesimler götürdüler.
İktidar onlardı.
Abdülhamid bile bu kesimlerce kuşatılmıştı.
Son sadrazamlardan Talat Paşa, Alliance İsrail Universal' de eğitim görmüştü.
Son meclis başkanlarından Ahmet Rıza su katıksız İslam düşmanı, bir ateist/pozitivistti.
Ülkeyi Yunan işgaline, adım adım bunlar götürdüler.
Vahdettin'in son sadrazamı Damat Ferit Paşa yurt dışı gezilerinde tereddütsüz domuz eti yer, konuşmalarında sık sık Roma ve Yunan mitolojisine atıfta bulunurdu.
Acıdır ki, Damat Ferit Paşa, Laikçi/Batıcı kesimlerce "Dindardı, Yunanla işbirliği yaptı" diye Müslümanların üzerine yapıştırıldı.
”Akıl” ve “Doğa” dini
1700’lerde Avrupa “Aydınlanma Çağı”na girdi. “Bilgi”, ”Akıl”, “Doğa”, “İnsan” yeni kutsallardı. Artık, “Tanrı” hayatın denkleminden çıkarılmıştı.
“Akıl” ve onun taşıyıcısı “İnsan”, “Tanrı”laştırılıyordu.
Yeni dinin adı “Akıl Dini” idi.
Thomas Woolston daha 1733’te, Hristiyanlığın 1900’leri görmeden yok olacağını söylüyordu. Onu daha yüzlercesi takip etti.
1790’larda Fransa’da 3 bin rahip sırf Hristiyan oldukları için giyotine gönderildi, Paris Piskoposu yeni din için Hristiyanlığı terk etti. Notre Dame’de “akla tapınma” ayinleri düzenlendi.
19. yüzyıla gelindiğinde bütün dünyada bu işin sonu geldi diye düşünülüyordu. Eli kulağında, din denen hurafeler ortadan kalkacaktı.
Marx’ların, Darwin’lerin sözleri adeta nastı.
Ama 20. yüzyıla gelindiğinde dünya savaşlarının ardından ne olduysa bütün dünyada bir dine dönüş yaşandı. Dinler 20 asrın başından itibaren bütün ihtişamıyla geri döndüler.
İnsanlığı dünya cennetine taşıyacağı hayal edilen, “Akıl Dini” yaşattığı iki Dünya savaşıyla insanlığı cehenneme taşımıştı.
Türkiye’deyse “Akıl Dini” taraftarları, 1997’de bile “28 şubat bin yıl sürecek” diye haykırıyorlardı.
Ne var ki, “28 Şubat”, 3 yıl bile süremedi 2 bin yılını dahi göremedi.
İslam cihanşümul gücü ile “28 Şubat”ı adeta ezdi.
Tekrar 19. yüzyıla dönecek olursak...
Tanzimat’la birlikte “Akıl Dini” ve benzeri akımlar Osmanlı coğrafyasına hızla bir giriş yaptılar. Halk bu akımları umursamazken, Osmanlı entelektüeli bu akıma kendini kaptırdı.
Beşir Fuatlar, Baha Tevfikler, sonradan Rıza Tevfikler bu akımın fedaisi idiler.
19. yüzyılın ilk yarısında İstanbul Tıbbiyesinin kütüphanesini ziyaret eden Charles Mc Farlane, hayretler içinde kalmıştı.
Kitaplıkta Fransız Devrimi'ni hazırlayan “akıl ve tabiat dini” taraftarlarının kitapları eksiksiz yer almaktaydı.
Farlane, "Çoktan beri bu kadar açıktan materyalist düşünceyi savunan bir koleksiyon görmemiştim” diyecekti.
Genç bir Türk, oturmuş, Baron d'Holbach'ın ünlü eseri dinsizliğin el kitabı Le Système de la Nature (Tabiat’ın Düzeni)ni okuyor, bir başkası Diderot'nun Jacques le Fataliste'si ile Dulaurens’in Le Compère Mathieu’sunu elinde tutuyordu. Cabanis'nin Rapportsduphysique et du moral de l'homme adlı eseriyse rafın göze çarpan bir yerine konmuştu.
Daha 1800’lerin ilk yarısında İstanbul Tıp Fakültesi’nin kütüphanesinde Materyalizmin eksiksiz bir koleksiyonu ile dinsizliğin el kitapları bulunuyordu.
Düşünün ki Osmanlı’nın yıkılışına daha tam bir asır vardı.
Öyle oldu ki, bu akımlar Osmanlı Milli Eğitimini tekellerine aldılar.
"Akıl ve Tabiat Dini” Resmi İdeoloji haline geldi. İmparatorluğun en ücra köşesindeki okullarda “akıl, bilim, doğa” öğretisi “mutlak hakikat” olarak öğretilmeye başlandı.
İslam alabildiğine aşağılandı, suçlandı, hırpalandı, gözden düşürüldü.
Cumhuriyete böyle gelindi.
1910’lardaki Meclis Başkanı Ahmet Rıza "Akıl Dini"ndendi.
CHP’nin devamı olduğu İttihat Terakki Partisi ismini bile (ordre et progrès) "Akıl Dini"nden almıştı.
Tek Parti, bu akımı köpürterek sürdürdü.
Halen eğitimin mantığı, tek partinin bu gerici şablonundan çıkarılamadı.
Belgeselleri izlerken dikkat edin, özenle “Allah” demekten kaçınıp inat ve ısrarla “Doğa” diyen, ekran gerisinde sipere yatmış inatçı bir kitle var.
Onlar, işte bunlar, 17. yüzyıl kalıntıları...
Köhne ve çağdışı, 17. yüzyıl hurafelerini ısrarla sürdürenler...