Osmanlı'da Tarikatlar Sanat Merkezi Gibiydi
İlk İslami gazeteleri çıkaran gazetecilerden Muzaffer Deligöz, Osmanlı’dan Bugüne Tarikatlar adlı eseri ile önemli bir konuyu gündeme taşıyor.
Muzaffer Deligöz kıdemli ve usta bir gazeteci yazar büyüğümüz. İhlas, Zülffikâr ve Uhuvvet gibi ilk İslami gazeteleri yayımlayan, İttihad ve Milli Gazete’de uzun yıllar çalışan Deligöz ile yeni eseri Osmanlı’dan Bugüne Tarikatlar kitabı ve geçmişten bugüne tasavvuf hakkında konuştuk. Sorularımız ve cevaplar şöyle:
Tarikatların veya farklı bir söyleyişle tasavvufun doğuşu tam olarak ne zaman ve nasıl başladı? Asr-ı Saadet’ten sonra tarikatların ortaya çıktığı biliniyor. Emeviler ve Abbasiler zamanında bu dinî akımlar nasıl gelişti?
Bunu ikiye ayırmamız gerekir. Tarikatlar oluşmadan önce geçen bir Tasavvuf veya Sûfîlik dönemi ki, buna “Zühd Dönemi” denilir. İkincisi; Tarikatların sistemleşmiş şekliyle sosyo-dinî açıdan kitleleri yönlendirmeye başlamasıdır. Birinci dönemde; Hicrî 2. Asırdan itibaren (milâdî 8.yy) Sûfîlik adı altında, İslam’a kendilerince has yorumlar getiren, ibadetlerinde şekil ve kuraldan ziyade; samimiyete, ihlâsa, nefis ve ruh terbiyesine ağırlık veren ferdî hayat tarzı olan kişiler vardı.
Fetihler sebebiyle hem değişik din ve felsefeler, hem de; dünyevileşme, siyasileşme, yabancılaşma ve bid’atler, bu zühd ehlinin kendilerini ilme ve ibadete vermelerine sebep oldu. Hasan-ı Basrî (ö.728), Ömer bin Abdülaziz (ö.719), Rabiatü’l-Adevî (ö.752), Cüneyd-i Bağdadî (ö.909), Bayezid-i Bistâmî (ö.874), Bişr-i Hafî gibi zâhidler organize olmadan kendi anlayışlarına göre evrâd ve ezkârlarını yapıyorlar ve halkı uyarmaya çalışıyorlardı. Buna; anladığımız manada ‘Tarikat’ denemezdi. İkinci dönemin tam zamanını anlamak için tarikatların kurucularına bakmak yeterli. Rifaiyye Tarikatı kurucusu: Ahmet er-Rıfaî (ö.578/1182) Kadiriyye Tarikatı kurucusu: Abdülkâdir Geylânî (ö.561/1161) Yeseviyye Tarikatı kurucusu: Ahmet Yesevi (ö.560/1166) Mevleviye Tarikati kurucusu: Mevlâna Celalettin-i Rûmi (ö.672/1273) Nakşibendiye Tarikatı kurucusu : M. Bahauddin Nakşibendi (ö.791/1389) Görüldüğü üzere; bugün meşhur olan tarikatlar, Hicretten 560-750 yıl sonra kurulmuş. Meşhur mutasavvufların yaşadıkları dönem şöyledir: Milâdî 1100-1200 yılları: Hacı Bektaşi Velî, Muhiddin-i Arabî, Mevlâna, Ahmed-i Yesevî, Abdülkâdir-i Geylânî, Ahmet er-Rifaî, Milâdî 1300-1400 yılları: M.Bahauddin Nakşibendi, Miladî 1500-1600 yılları: İmam Rabbâni Ahmet Sirhindi, İmam-ı Şa’rânî. Görüldüğü üzere; en büyük tarikatların kuruluş yılları; Milâdî 1100-1600/Hicrî 480- 980 yıllarıdır. Bu da, bu tarikatların Peygamberimizden yaklaşık 500 ilâ 1.000 sene sonra kurulduklarını gösterir.
Emevi ve Abbasi Döneminin İslam’a uymayan yönetimin tersine, Ehli Sünnet âlimleri İmam Ebu Hanife, İmam Malik, İmam Şafii, İmam Hanbel ve Şia'nın büyük müçtehidi İmam Caferi Sadık halkı aydınlatmaya ve İslam’ın ilmî temellerini tesis etmekte idiler. Önceleri; Mutezile ve Harici ekoller hâkim iken sonraki devirlerde tarikatlar yaygınlaştı.
Türkler arasında tasavvufun Orta Asya’da ve Ahmed Yesevi Hazretleri ile başladığı yazılıyor. Yesevilik Anadolu’da nasıl yayıldı?
Türklerin Orta Asya’dan Anadolu’ya göçü, 10. yüzyılda başlar. Tasavvuf ehli, Anadolu’ya bu göçlerden önce geldi. Bunlar arasında Yesevî dervişlerinden Hacı Bektaşi Veli de vardı. Osmanlı’nın kuruluşundan önce gelenler arasında; (gâziler, alpler, alperenler, abdallar)ın da olduğu biliniyor. “Horasan Erenleri” deniler Babaî tarikatı mensupları da bulunuyordu. Bunlar; Mevlevî, Bektaşî de olsalar; usul, edep ve erkânda Rifailere benzemekte idiler. Türklerin İslamiyet’i kabulünde, bu tasavvuf ehlinin büyük payının olduğu bir gerçektir.
Türkler arasında tasavvuf, Batı Türkistan’dan çıkmıştır. İlk sûfiler keşif sahibi insanlardı. Mala mülke değer vermezler, bazen çıkınları bile olmadan gezer ve gittikleri yerlerde insanları dinî yönden aydınlatırlardı. Batı Türkistan’daki bu ilk sûfilerin bazıları tarikat davası gütmedikleri için, tarikat şeyhleri gibi isim yapmamışlardı.
Orta Asya ve Türkler arasında kurulan ilk tarikatın Ahmet Yesevî (v. 1166) tarafından kurulduğu biliniyor. Ayrıca; Ahmet er-Rifaî (v. 1182) tarafından kurulan Rifaiyye = Rufaiyye de Türkler arasında revaç bulmuştur. Özellikle Yesevilik, Türklerin âdet ve inançlarına daha yakın ritüeller taşıdığından, Türkler tarafından daha fazla tercih edilmiştir.
Zaten, sürekli, yaygın ve kurumsal niteliğe sahip, tarikat özelliğini kazanmış tasavvuf grupları 12. yy.’da ortaya çıkmış olduğundan, Yesevilik de onlardan biridir. İslam Dünyası’nın ilk ve en yaygın tarikatı Abdülkadir Geylanî (v. 1165) tarafından kurulan Kâdiriyye=Kâdirî tarikatıdır. İslam dünyasının hemen her tarafına yayılmıştır. Rifaiyye ise, Ortadoğu ve Araplar arasında revaç bulmuştur.
Ahilik, Yesevilik’ten sonra bizde yaygınlaşan bir tarikat. Aynı zamanda esnaf teşekkülü. Ahilik için ne söylemek istersiniz?
1040-1308 yılları arasında kurulan “Fütüvvet Teşkilatı” “Ahîlik” adını almış ve Osmanlı Devleti’nin kuruluşunda büyük rol üstlenmişti. Şeyh Edebâli bir ahî şeyhi ve ahîlerin reisi idi. 1308’den sonra Ahîlik çok güçlü ve yaygındı. Ahiliği kuran Ahi Evren’in eşi Fatma Bacı (ö. 1228) tasavvuf ehli bir hanımdı. Fütüvvetin, seyfî kolunu oluşturan gâzîler (gâziyânı Rûm), kadınlar kolunu oluşturan bacılar (bâcıyân-ı Rûm) ve dervişlerden (abdâlân-ı Rûm) meydana gelen dînî-tasavvufî zümrelerin de devletin kuruluş döneminde önemli görevler üstlendikleri anlaşılmaktadır. Bu hatunun önderliğinde kurulan teşkilât, özellikle İslamlaştırma çalışmalarına aktif olarak katılması ve askerin teşkilâtında kilit roller üstlenmesi ile, modern anlamda bir “sivil toplum kuruluşu = Sivil İnisiyatif örgütü”nün belki de en sağlam örneklerinden birini teşkil eder.
Osmanlılarda tarikatlar çok etkili. Hatta padişahların neredeyse tamamının bir veya birkaç tarikata mensup olduğu söyleniyor. Doğru mu?
Son Padişah Vahdettin hariç, Osman Beyden itibaren bütün padişahların hemen hepsi bir veya birkaç şeyhe intisab etmişlerdi. Bazıları kızlarını vererek veya şeyhlerin kızlarını alarak akrabalık bağı dahi kurmuşlardı. Padişahların tarikatlara girmesi; Paşaların, Sultanların ve diğer saray erkanın da tarikatlarla yakından ilgilenmesine sebep oluyordu.
Osmanlı’da dergâh ve tekkeler sanatla iç içe, birçok büyük sanatkâr tasavvuf dünyasında yetişti diyorsunuz. Bunu biraz açar mısınız?
Osmanlı döneminde tarikatlar, birer sanat ve kültür merkezi gibi çalışırlardı. Tarikat şeyhleri; tıp, astronomi, musiki, bestekârlık, hattatlık, nakkaşlık, çiçekçilik gibi ilim, sanat ve meslek dallarında kendilerini geliştirdikleri için, meşihatını üstlendikleri dergâhlar bir tür güzel sanatlar mektebi ve şifâhâne (Hastane) işlevi görmüş, buralarda yolculara ve hastalara hizmet verilmiştir. Tekkeler, birer “Güzel Sanatlar Akademisi” hâline gelmiş; şiir, musiki, hat, tezhîp gibi birçok sanat dalında verdiği eğitim ve yetiştirdiği sanatkârlarla İslam Kültür ve Medeniyeti’ne çok büyük katkıda bulunmuşlardır.
Yûnus Emre (v.1320), Nâbi (v.1712), Şeyh Gâlip (v.1799) gibi Türk edebiyatının en velûd ve etkili şairlerinin birçoğu aynı zamanda birer mutasavvıftı. Türk kültürü ve sanatında büyük öneme sahip olan mimârî, tezhip, minyatür sanatkârları, tekkelerden çıkmıştır. Türk musikisinin köşe taşları hükmünde olan İsmail Dede (v.1846) ve Zekaî Dede (v.1897) gibi çok değerli musikişinasların yetiştiği, dolayısıyla da Türk musikisinin en üst düzeyde icra edildiği Mevlevîhânelerin yetiştirmiş olduğu bestekâr, sâzende, hânende ve nazariyatçılarla, mevcut musiki yapısının üzerine pek çok ilaveler yapılmış ve Türk Mûsikîsi Ses Sistemi’nin temelleri atılmıştır.
1652-1730 yıllarında yaşayan Nayi Osman Dede, 1762-1804 yıllarında yaşayan Nayi Osman Dede’nin torunu Ali Nutki Dede, 1777-1846 yıllarında yaşayan Hammamizade İsmail Dede Efendi kendi döneminde dinî musiki eserlerinin yanı sıra, din dışı olarak en iyi eserlerini vermişlerdir. Dellalzade İsmail Efendi (1797-1869) aynı çizgiyi sürdürerek Türk musikisine zarif ve latif eserler kazandırmıştır. Yani; Devletin birinci sınıf şairleri, birinci sınıf bestekârları, birinci sınıf hattatları, sanatkârları hep bu dergâhlardan çıkıyordu. Dolayısıyla tarikatlar; devletin birer kültür merkezi, birer sanat damarları idiler.
Anadolu’da ve İslam dünyasında Muhiddin-i Arabi, Mevlâna, Yûnus Emre ve Hacı Bektaş-ı Veli ile birlikte tasavvuf gelişti. Başka hangi şeyhlerden ve tasavvufun önde giden büyüklerinden bahsedilebilir?
Tasavvuf yapısının gelişimini sağlayan, yani tasavvuf esaslarını koyan, onlara ekler yapan, yeni teoriler geliştirenleri, ilim adamları mektep (ekol) olarak ayırırlar.
Hicrî 1-2 yy. da; Anadolu’da doğup, gelişen tasavvuf düşüncesi üç önemli kaynağa, istinat eder: Bunlardan birincisi; İbnü’l Arabî’nin ve Sadreddîn-i Konevi’nin temsil ettiği ‘Mağrip Mektebi’, diğeri Mevlâna’nın temsilciliğini yaptığı, İran tesirinde kalmış olan ‘estetik tasavvuf anlayışı’, üçüncüsü de Hacı Bektaş-ı Velî ile Yûnus Emre’nin temsil ettiği ve Türk izlerini taşıyan ‘Orta Asya-Horasan kökenli tasavvuf anlayışı’dır.
Anadolu’da gelişen Tasavvuf bu üç kaynaktan etkilenmiştir. Anadolu insanı bunların üçünü harmanlayarak; aynı anda bu üçünün tesirlerini bulunduğu bir tasavvuf anlayışını meydana koymuştur.
Hicrî 3-5 yy. tasavvufu düşüncenin olgunlaştığı, büyük sûfilerin tasavvufi eserler kaleme aldıkları bir dönemdir. Bunların, ilk devirlerinden itibaren iki farklı ekolde olduklarını görüyoruz: Birisi; Cüneyd-i Bağdadî, Ebû Nasr Serrâc et-Tûsî, Ebu Tâlib-i Mekki, Kelâbâzî, Kuşeyri, Hucviri ve İmam Gazzalî’nin (Bağdat Ekolü) dür. Diğer akım ise; Rabiat-ül Adeviyye, Bayezîd-i Bistamî, Hallâc-i Mansur ve Mevlâna gibi sûfilerdir.
Tasavvufun Önde giden Şeyhlerini saymak gerekirse; Muhyiddin İbnü’l Arabî, İmam-ı Rabbânî Ahmet Sirhindî, İmam-ı Şa’rânî, Abdülkâdir Geylânî, Ahmed er-Rifaî, Ahmed Bedevî ve İbrahim Dasukî, İsa ve Musa Berzenci, Şâh-ı Nakşibendî, Halid-i Bağdadî, Abdulhalik Gücdüvânî, Mevlâna, İmam Gazzali, Ahmet Yesevî ve diğerleri...
Türkiye’de ve İslam dünyasında en yaygın tarikat hangisidir ve bu tarikat niçin bu kadar çok sevilip tutulmuştur?
İslam dünyasının ilk ve en yaygın tarikatı Abdulkadir Geylanî (ö.1165) tarafından kurulan Kâdiriyye=Kâdirî tarikatıdır. İslam dünyasının hemen her tarafına yayılmıştır. Abdülkâdir-i Geylânî’den önce birçok şeyhin sûfî cemaatleri oluşmuş, hatta ribât ve hankâhları dahi yapılmışsa da, bütün bunlar şeyhin yaşadığı dönem ve bölgeyle sınırlı kalmış, süreklilik, yaygınlık ve kurumsal bir nitelik kazanmamıştır. Bu sûfî gruplar arasında; Kassâriyye, Cüneydiyye, Bâyezîdiyye, Hakîmiyye, Hereviyye gibileri vardır.
Ahmed Yesevî’nin kurduğu Yeseviyye Orta Asya’da ve Türkler arasında, Ahmed er- Rifâî’nin kurduğu Rifâiyye Ortadoğu’da ve Araplar arasında revaç bulmuş ama, bütün dünyaya yayılamamıştır. Genişleme konusunda Kâdirî Tarikatı’na bakarsak; Baba tarafı Hz. Hasan, anne tarafı Hz. Hüseyin’e ulaşan Abdülkâdir-i Geylani’nin seyyid olması, çocuk ve torunlarının da onun yolunda çalışarak bütün dünyaya yayılmaları genişlemeyi sağlamıştır denebilir.
Geylânî’nin çocuk ve torunlarının gittikleri bölgeler: Hicaz, Endülüs, Kuzey Afrika, Batı Sahrası, Moritanya, Senegal, Nijerya, Anadolu, Suriye, Afganistan, Hindistan (Gucerât), Irak, Balkanlar, Arnavutluk, Batı Afrika, Kuzey Kafkasya, Orta Asya, Doğu Türkistan, Pakistan, Endonezya , Çin ve Anadolu. Kâdiri Tarikatı Anadolu’ya 15. yy. da Eşrefoğlu Rûmî tarafından getirmişse de, önceleri Bursa çevresi ile sınırlı kalmıştır. 17. yy.da İsmail Rûmî’nin faaliyetleri sonucu, İstanbul başta olmak üzere Anadolu ve Balkanlar’da yayılmıştır. İsmâil Rûmî’nin İstanbul-Tophane’de kurduğu tekke diğer bölgelerde açılan Kâdirî tekkelerinin merkezi olma fonksiyonunu da üstlenmiştir.
Nakşibendi Tarikatı’nın, diğer tarikatlara göre daha hızlı ve büyük gelişmesinin sebepleri araştırıldığında; bunun tarikatların ve şeyhlerin özelliklerinden olmadığı görülüyor. Birinci etken tarikatın örgütlenme modelidir. Nakşibendilerin örgütsel olarak Kadirîlere göre daha etkin ve özerk büyümeyi teşvik edici oluşu kolayca görülebilir.
Meselâ; Halid-i Bağdadî, çok miktarda halife tayin etmiş, bu halifeler Şeyh hâline gelip, onlar da kendi halifelerini atamışlar. Onların da şeyh olup, kendi halifelerini atamaları, sarmal şeklinde büyümeği getirmiş. Şeyh-halife bağlantısı kısa zamanda hızla büyüyen bir ağın şekilenmesine yol açmıştır.
Tarikatlar genelde gündemde. Bu konuda herkes görüş açıklayabiliyor. Bu konuda uzman olan araştırmacı ve ilahiyatçılar mı konuşmalı, yoksa herkes fikrini beyan edebilir mi?
Şu anda tarikatlar yasak olduğuna göre; kim konuşursa konuşsun değişen bir şey olmuyor, herkes konuştuğu ile kalıyor. Tarikatların serbest bırakılması için bir kamuoyu oluşmuş değil. Bugünkü şartlarla bunun oluşması da mümkün değil. Zira, tarikatlar; fonksiyonlarını ifa edemedikleri gibi, halk üzerinde bıraktıkları intiba da çok olumlu değil. Bence, böyle giderlerse bırakın serbest bırakılmayı, boşluğundan yararlandıkları hukuki durum, onların elini kolunu bağlar hâle getirebilir. Bana göre; Diyanet İşleri Başkanlığı bile hâlâ devletin bir genel müdürlüğü seviyesinde iken, sıranın tarikatlara gelmesi çok zor.
Biliyorsunuz 15 Temmuz’da kanlı bir darbe teşebbüsü oldu ve terör örgütü FETÖ başarısız bir şekilde tasfiye edildi. Önce dinî bir cemaat olarak ortaya çıkmıştı ama emperyalist ülkelerin istihbarat örgütü olduğu aşikâr oldu. Tabii bu olaydan sonra bazı kişiler, tarikatların ve cemaatlerin böyle potansiyel bir tehlike taşıdığını iddia ederek bütün bu yapılanmaların yasaklanması gerektiğini söylediler. Siz bu sözlere ne diyorsunuz?
FETÖ tipi Devlete isyan eden cemaatlerin mensupları; Liderlerini Mehdi, Gavs, Kâinat imamı gibi makam sahibi kabul ederek, onların söylediği her sözün doğru, yaptıkları her işin gerekli olduğuna inanırlar. Bu gibi tarikat, cemaat reisleri ile ağaları ülkelerinde yapacakları isyanların muvaffak olması için uluslararası yardımın şart olduğunu bilirler. Bu yüzden de büyük devletlerin emrine girerler. Zaten bundan sonra onlardan istihabarat servislerinin faydalanması kolaylaşmıştır. Dinî cemaat olması da yabancıların işine gelir. Eğer tarikat ve cemaatlerin büyük güce ulaşması istenmiyorsa, bunların devamlı denetlenmesi, yaptıklarına dikkat edilmesi gerekir. Özellikle siyasetcilerin oy için bu gibi kişilere imkân tanıması da onları güçlendirdiği gibi, cesaretlendirir de. Hukuken tarikatlar serbest bırakılırsa; mutlaka ciddi bir kontrol sisteminin kurulması gerekir.