Dolar (USD)
34.57
Euro (EUR)
36.00
Gram Altın
3017.21
BIST 100
9549.89
02:17 İMSAK'A
KALAN SÜRE
11 Aralık 2014

Osmanlıca Aşkım

Üniversite sonrası Türk Dili ve Edebiyatı öğretmeni olarak tayinim kendi ilçeme çıkmıştı. O dönemde ülkemizde imanlı bir gençliğin yüz akı olan Milli Gençlik Vakfının bir şubesi de ilçemizde açılmıştı. Bunu fırsat bilerek vakıf merkezinde belirli günlerde gençlere yönelik Osmanlıca derslerini verdim. Çoğunun Kuran-ı Kerim bilmesi, işimizi kolaylaştırmıştı.

Elimde ders verecek bir kitabım vardı. Prof. Dr. Faruk Kadri Timurtaş Hocanın hazırladığı yeşil bir kitaptı. Dil bilgisi faslını kısa tuttuk. Arapça 'da olmayan "P, J, Nazal N, G" gibi harfleri de öğrettikten sonra harflerin bitişmelerine gelmiştik. Kelimelerin vezinlerinde hangisi etken, hangisi edilgen, hangisi ism-i mekan, hangisi ism-i alet, hangisi müzekker, hangisi müennesu2026. Bunları da öğretmiştik. Dersimiz Ekim ayında başlayıp Nisan ayına kadar sürecekti.

Fakat o dönem 28 Şubat Rüzgarı devam ediyordu. Değil Osmanlıca, o vakit piyasaya yeni çıkan ve İslamla yakından uzaktan alakası olmayan "Sofi'nin Dünyası" adlı roman bile yasaklı hale gelmiş ve toplatılmıştı. Normal şartlarda Haziran ayına kadar sürdürmeyi planladığımız Osmanlıcayı soruşturma ve görevden alınma olaylarını da yaşamamak için Mart ayına kadar sürdürdük. Çünkü irtica diye sihirli bir kelimeyle sindiriliyor, ötekileştiriliyor, toplum dışına atılıyorduk.

Bir öğrencimizin "hocam, ben yıllarca bu -fail-i meçhul- terkibinin ne olduğunu, nasıl oluştuğunu bilmiyordum. " deyişini hiç unutmam. Demek ki kullandığımız kelimelerin, terkiplerin farkında değiliz çoğu zaman. Kelimenin etimolojik değerini ve kaidesini de bilmiyoruz.

Daha sonra ülkemiz üzerinde sabır bulutları dağıldı. Bir nevi kendimize geldik. Osmanlıcaya Halk Eğitim Merkezleri bünyesinde kültürel kurslar adı altında açılmaya başlandı. Ben ise Kurucusu Prof. Dr. Abdülkadir Abdülkadir Karahan Hocanın olduğu bir kütüphaneye müdür olarak atanmış ve burada merhum hocamızın ideali olan Osmanlıcayı yaşatmak adına çırpınıyordum.

Meseleyi ilk önce yazar dostlarıma açtım. Bakınız, aydın kisvesine sahip insanlarız ama Osmanlıcayı bilmiyoruz, yarın bunun hesabını çocuklarımıza vermekten aciz olacağız, demiştim. Bu söz üzerine arkadaşlarımız ile Halk eğitim Açmış olduğu kurs üzerinden Osmanlıca derslerini yürüttük. Artık kütüphanedeydik. Materyal konusunda sıkıntı çekmiyordu. Biraz "Çalı Kuşu" romanından okuduktan sonra Mehmet Akif'in Safahat'ına geçtik. Bir ara Risale-i Nur'dan da parçalar okuduk. Aramıza üniversite öğrencilerinin yanı sıra mahallenin berberi de katılmıştı. İşte arta kalan zamanını Osmanlıca vesikalarla geçiren bu berberimizi hatırladıkça duygulanıyorum doğrusu.

Osmanlıca ile ilgili asıl açılım, Açık Öğretim Fakültesinin Türk Dili ve Edebiyatı bölümünü açmasıydı. Oraya ilk yıl birçok öğrenci alındı ve Öğrencilerin en baba dersi Osmanlıca idi. Bize ulaşan öğrencilerle derslerimizi iki güne ve iki guruba ayırmak zorunda kalmıştık. Bu kadar ilgi ve alaka karşısında şaşırmamak elde değildi. Tabii aslolan Osmanlıca gibi derslerin kendi kendine öğrenilemeyeceği gerçeğinin ortaya çıkmasıydı. Daha sonra bazı düzenlemelerle bu sıkıntı giderildi.

Bazı öğrencilerimizin ilginç hatıraları da olmuştu. Mesela hayatında camii yüzü görmemiş bir öğrencimizin sırf Osmanlıcayı öğrenmek için camiye gittiğini elinde Osmanlıca kitabı ile hocaya bazı sorular soracakken cemaatin namaza durduğunu ve kendisinin de cemaate uyduğunu ve böylece namaza başladığını söylemişti. Fakat sıkıntı şurada. İmam efendi, Osmanlıcayı okuyordu okumasına amma "Türkçe nazalı dediğimiz nazal N'lerin içinde olduğu kelimeleri okuyamıyordu. "Deniz" kelimesini, "sonra" kelimelerini okuyamıyordu. Metinde bir yanlışlık var diyerek geçiştiriyordu. Bu öğrencinin bizi bulma sebebi de buydu.

Şimdi asıl açılıma geldik. Milli Eğitim Şurasında alınan karar gereği Osmanlıca Liselerde okutulacak. Ama tartışma bu dersin kimin okutacağı üzerinde odaklandı. Hele geçtiğimiz gün kütüphanede verdiğimiz Osmanlıca kursumuza bazı hanım ablalar ve teyzelerin adeta baskınına uğradık. Efendim kendileri burada Osmanlıca belgesi veriliyormuş, bu belgeyi almaya geldiklerini ve bu hakkı kendilerinde gördüklerini söylemesin mi. Yaşları benden büyük olan bu teyze ve ablalara biraz da hocalığın bana verdiği bir hakla sesimi yükseltmiş, yumruğumu masaya vurmuş ve şunu söylemiştim.

"BELGE DEĞİL BİLGİ VERİYORUM"

Evet, aynen böyle söylemiştim. Fırsattan istifade ederek güya belge alacak ve bu belgeyle gidip liselerde Osmanlıca dersini verecek. Yok, öyle yağma! Öğrencilerle beraber okuduğumuz yazma metni verdim, "bu nedir" dediler? Bu sefer matbu bir metin verdim, çuvalladılar. Şemsu00ee ve kameru00ee kelimelerden sordum, bilemediler. Sonuçu2026 Biz başka yere gidelim, dedileru2026 Biz de "güle gele" demekle yetindik.

Osmanlıca siyaseten şu vakıf ya da bu derneğin himayesine değil çağın gerektirdiği ve Osmanlıcaya emeği geçmiş kıymetli hocalarımızın görüşlerine başvurarak liseli öğrencilerimize verilmelidir. Osmanlıcayı okutmalıyız derken onu divan edebiyatından da ayırmamak gerekir. Osmanlıcayı Osmanlıca yapan Fuzuli'dir, Baki'dir, Nabu00ee'dir. Onların şiirlerini de aslından okumalıyız. Daha önce yine bu köşede söylemiştim. Milli Eğitim Bakanlığı Fatih projesi gibi "Vav :u0648" projesini de hayata geçirmesi medeniyetimizin yeniden kurgulanması için önemlidir.