Dolar (USD)
34.57
Euro (EUR)
36.00
Gram Altın
3017.21
BIST 100
9549.89
02:17 İMSAK'A
KALAN SÜRE
15 Eylül 2016

Osmanlı Aydınının Farsça Macerası

Farsça, Osmanlı'nın Batı yolculuğunda Türkçe ve Arapça gibi medeniyetimizin önemli motor gücü durumundaydı. Kuğunun şarkısına ahenk katıyordu. Bu nedenle Osmanlı'nın yükselme döneminde aydınların öğrenmeye ve konuşmaya meyilli olduğu dil Farsça idi.

Osmanlı, Batıya yönelirken bir "Kızılelması" vardı. Peki bu Kızılelmanın içini dolduran malzeme yani gizli hazineler nelerdi. Bu sorunun cevabını şair Yahya Kemal'den dinleyelim. Şöyle diyordu Yahya Kemal bir sözünde:

"Biz, Avrupa'ya pilav yiyerek ve Mesnevi okuyarak gittik..."

Ne muhteşem bir cevap... Bu cevabı ortaya çıkaran sebeb şu idi. Türkler, Viyana kapılarına nasıl gitti? Diye sorulan bir soruya Yahya Kemal de "Türkler, Viyana kapılarına kılıçla mı gitti zannediyorsunuz? Hayır.! Osmanlı, Viyana kapılarına bulgur pilavı yiyerek ve Mesnevi okuyarak gitmiştir." Mütevaziliğin yemeği bulgur pilavı. Orta tabakayı Mesnevi ile bir tutuyor Yahya Kemal.

O dönem aydınımız ve diğer bir çok kişinin Farsça öğrenmesi Mesnevi yönüyle oluşmuştur. Mesnevi, Kızılelma'nın tarif ettiği gizli hazinelerle doludur. Osmanlı coğrafyasının Batı yakasında İslam inancının yerleşmesinde ve şekillenmesinde Mesnevinin ve dolayısıyla Farsçanın çok öneml bir rolü olmuştur.

Mevlana'nın Mesnevisi Divan edebiyatının kurucu kitabıdır desek yeridir. Koca Osmanlı'dan geriye kalan hatıraların sergilendiği daha doğrusu Divan Edebiyatına dair bir müze açılsa Farsça, bu müzenin en görkemli köşelerinden birinde irfan dağıtan bir pu00eer gibi oturur ve pu00eerin bir elinde "hüsn" ve diğer elinde "aşk" olurdu. Bu son cümleyi tarif etmeden geçeceğim.

Osmanlı, Batıya sefere çıktığında Hakkın fermanının yanı sıra şarkın da irfanını ve sırlarını götürüyordu. Binbirgece masallarından devşirilen hikayelerle Farsça, musikinin dilini seslendiriyordu. Osmanlı'nın beş yüz yıllık Avrupa seyahatinde bir feyz dergahı gibi önemli yer tutuyordu.

Osmanlı'nın gerileme döneminde aydınların artık Farsça'ya iltifatı kalmamış bunun yerine Fransızca ve ingilizce öğrenilir olmuştu. Bunu şöyle izah edebiliriz. Bir medeniyet karşısında yenilgi alınırsa o medeniyetin sırrı öğrenmeye çalışılır. Onu nasıl yenebiliriz diye. O medeniyetin ortaya çıkardığı teknik ve ilerlemeyi kendi medeniyetine devşirmeyi nasıl yapabiliri diye...

Peki batı cephesinde durum böyleyken ve Osmanlı'nın gerilemesini engelleyecek bir irfan kuvveti yardıma koştu mu. Cevabımız hayır. Kültür ve diğer edebiyat alanlarında Doğu'dan bir yardım geldi mi hayır. Bir nevi Osmanlı devletinin dinamiklerini oluşturan ve Farsça'nın ana damarını besleyen kaynaklar da yok oldu. Ya da bu damarı besleyecek kadar bir güce sahip değildi.

Kültürel öğelerle konuşursak Hint yarımadasından Afganistan'a, oradan İran'a ve Osmanlı ülkesinine ne baharat ne de ipek geldi. Belki o yerler de Batılılar'ın işgali altındaydı. Hindistan'ın, Afganistan'ın ve İran'ın İngilizler'le amansız "var olma" mücadelelerini biliyoruz.

Avrupa açısından da baktığımızda Osmanlı'nın neden bu medeniyet etksinin dairesine girdiğini izah edebiliriz. Rönesans ve Reform hareketleri ve ardından gelen Fransız İhtilali gibi dünya hayatını hem siyasu00ee hem de ekonomik olarak etkileyecek önemli olaylar olmadı.

O dönemde İran coğrafyasında hatırlanabilecek "Sebk-i Hindu00ee" cereyanı var. Bu hareket de etkisini sadece Osmanlı cğrafyasında göstermişti. Avrupa'ya taşınamamıştı. Sebk-i Hindu00ee için her ne kadar Avrupalı sembolistleri etkileyen bir fikir ve sanat akımı olduğu söylendiyse de ispatı mümkün olmayan bir faraziyeden öte geçememişti.

Şimdi bizim edebiyatıma gelelim. Yahya Kemal'in "Edebiyat'a Dair" adlı eserinde buyurduğu gibi "Bu gün Fransız Edebiyatı ve ondan meşk ettiğimiz şiir ve nesir bambaşka tecelliler göstermiş.... Bu edebiyatı taklid edenleri yüz yıl sonra okuyanlar belki gülümsemeyeceklerdir."

Demek ki her devirde tecelli eden şeyler başka zamanın isteğine cevap vermiyor. Eski şiir diye şikayet ettiğimiz divan şiirimiz için Arab'a Aceme'a bağlıydı diyorduk. Bunu biz, Fransız kültürü ve edebiyatının tesirine girdiğimiz zaman söylemeye başlamıştık.

*Bütün okurlarımızın kurban bayramını kutlar, saygılar sunarım.