Dolar (USD)
34.54
Euro (EUR)
36.43
Gram Altın
2963.52
BIST 100
9155.81
02:17 İMSAK'A
KALAN SÜRE
16 Ekim 2022

Osman Yüksel Serdengeçti

1965’lerde bir genel seçim arifesiydi

O zamanlar sadece devlet radyosu yayın yapardı. Televizyon henüz bilinmiyordu.

Özel radyolarla Türkiye’yi 80’lerde Özal tanıştıracaktı.

Özel radyolar ve televizyon Türk insanının hapsolduğu resmî ideoloji fanusundan dışarı attığı ilk adımlardı.

Seçimlerin 3-5 gün öncesinden her gün aynı saatte kuşak yayınla partiler adına radyodan seçim konuşmaları yapılır, partiler sırayla onar dakikalık konuşmalar yaparlardı.

Bir saat kadar sürede her konuşmacı, partisinin vaatlerini, eleştirilerini sıralamış olurdu.

O gün öyle biri konuşuyordu ki ilçedeki kahvehanelerde herkes taş kesilmiş, kulak kesilmiş, oyunlar bırakılmış, yoldan geçenler dikilip kalmış, sinek uçsa kanadının sesi duyulacak bir sükûnet hasıl olmuştu.

Kimse konuşanın tek kelimesini, tek hecesini kaçırmak istemiyordu.

Konuşan Osman Yüksel Serdengeçti idi.

Sanki konuşmuyor, bir destan okuyordu.

Yıllar geçti.

1973 yılının son günlerinde İstanbul’da tıbbiyeye yeni başlamış, Vezneciler’ deki İlim Yayma Yurdu’na yerleşmiştim.

Yurtta ilk günlerimdi.

Bir akşam üzeri yurdun girişinde, ileri sınıflardan birkaç öğrencinin, yaşlıca bir kişiye takıldıklarını, ardından saygıyla yürüdüklerini gördüm.

Gelen Osman Yüksel Serdengeçti idi.

Gruba ben de dahil oldum.

Yurdun köhne kantininin arkalarında, loş bir masanın kırık dökük sandalyelerine, Osman Yüksel Serdengeçti ve biz üç-dört talebe garibane oturduk.

Serdengeçti’nin çileli, esmer bir yüzü vardı. Saçları bembeyazdı. Kıyafeti aşırı mütevazi, hatta düşkünce idi.

İkram için ne içeceği sorulduğunda “dokunulmazlığım kalkalı her şey dokunuyor” esprisi ile ıhlamur tercih etti.

O günlerde artık milletvekili değildi.

Elleri titriyordu.

Parkinson idi.

Demirel’den bahsetti.

Demirel’in en büyük maharetinin “muhatabına hiç renk vermeden yalan söyleyebilmesi” olduğunu söyledi.

Demirel’in ünlü Dışişleri Bakanı İhsan Sabri Çağlayangil için, çok hazır cevaptır ve meclisin en iyi hatiplerindendir, dedi.

Senato kürsüsünden Behice Boran ile Çağlayangil arasında geçen atışmada, Behice Boran’ın “Dışişleri Bakanı neden çok fazla yurtdışı seyahati yapıyor” sorusuna, Çağlayangil’ in burada tekrarlamamın hoş olmayacağı, esprili ve zekice bir cevabını aktardı.

Belki daha neler söyledi ama ancak bu kadarını hatırlıyorum.

Bizimle yarım saat kadar sohbetten sonra gelirken yaptığı gibi yine dervişane bir gidişle yurdun kapısından çıkıp karanlık, ıssız, İstanbul sokaklarına yürüyüp gitti.

Osman Yüksel yaşayan son Osmanlı idi.

Gerçek İsmi Osman Zeki’ydi.

Akseki Müftüsünün oğluydu.

Gözünü budaktan esirgemez, pervasız, yiğit, kelle koltukta Osman Yüksel, gerçekten “Serdengeçti” idi.

1952 de çıkardığı, sadece 1 ay yayınlayabildiği gazetenin adı “Bağrı Yanık” tı.

İsmet İnönü başta olmak üzere Nevzat Tandoğan, Hasan Âli Yücel, Behice Boran, Pertev Naili Boratav, Sabahattin Ali, Falih Rıfkı Atay, Ahmet Emin Yalman gibi dönemin önemli isimleriyle sürekli mücadele içindeydi.

Cumhuriyet Halk Partisi ve onun uygulamalarına cesaretle karşı koyduğu için dergisinin adını da “Serdengeçti” koymuştu.

“Serdengeçti” ismi bir meydan okumaydı.

“Serdengeçti”yi tek başına yönetiyor, dağıtıyor, yazıların çoğunu kendisi yazıyordu.

Osman Yüksel, “Serdengeçti” dergisinde zamanın Milli Eğitim Bakanı Hasan Ali Yücel’i eleştirdiği için Dil Tarih Coğrafya Fakültesi’nden atılıp hapsedildi.

Hapisten çıktıktan sonra aynı sertlikte yazılara devam edince bir daha mahkûm edildi.

“Tek Parti”nin ve bugünlerde sansür şamatası yapanların fikir ve basın özgürlüğü ve gerçek yüzleri işte buydu.

Serdengeçti, Fransızlara karşı bağımsızlık savaşı veren Cezayirli Vatanseverlerini, Türkiye Radyoları’nın, sürekli “isyancı” ve “terörist” olarak isimlendirmesine, Birleşmiş Milletler’ de Cezayir’in bağımsızlığı için yapılan oylamada Türkiye’nin Fransa lehine oy kullanmasına adeta çıldırdı.

Çok sert eleştiriler yayınladı.

Türk Fransızları, daha sonraları yalan söylemede Demirel’i bile sollayıp, Millî Mücadele’yi kendilerinin verdiklerini, bu başarılarıyla da üçüncü Dünya ülkelerine örnek ve önder olduklarını ileri sürdüler.