Osman Yüksel Serdengeçti
1965’lerde bir genel seçim arifesiydi
O zamanlar sadece devlet
radyosu yayın yapardı. Televizyon henüz bilinmiyordu.
Özel radyolarla Türkiye’yi 80’lerde Özal
tanıştıracaktı.
Özel radyolar ve televizyon Türk insanının
hapsolduğu resmî ideoloji fanusundan dışarı attığı ilk adımlardı.
Seçimlerin 3-5 gün öncesinden her gün
aynı saatte kuşak yayınla partiler adına radyodan seçim konuşmaları yapılır,
partiler sırayla onar dakikalık konuşmalar yaparlardı.
Bir saat kadar sürede her konuşmacı, partisinin
vaatlerini, eleştirilerini sıralamış olurdu.
O gün öyle biri konuşuyordu ki ilçedeki kahvehanelerde
herkes taş kesilmiş, kulak kesilmiş, oyunlar bırakılmış, yoldan geçenler dikilip
kalmış, sinek uçsa kanadının sesi duyulacak bir sükûnet hasıl olmuştu.
Kimse konuşanın tek kelimesini, tek hecesini
kaçırmak istemiyordu.
Konuşan Osman Yüksel Serdengeçti idi.
Sanki konuşmuyor, bir destan okuyordu.
Yıllar geçti.
1973 yılının son günlerinde İstanbul’da
tıbbiyeye yeni başlamış, Vezneciler’ deki İlim Yayma Yurdu’na yerleşmiştim.
Yurtta ilk günlerimdi.
Bir akşam üzeri yurdun girişinde, ileri
sınıflardan birkaç öğrencinin, yaşlıca bir kişiye takıldıklarını, ardından
saygıyla yürüdüklerini gördüm.
Gelen Osman Yüksel Serdengeçti idi.
Gruba ben de dahil oldum.
Yurdun köhne kantininin arkalarında, loş
bir masanın kırık dökük sandalyelerine, Osman Yüksel Serdengeçti ve biz üç-dört
talebe garibane oturduk.
Serdengeçti’nin çileli, esmer bir yüzü
vardı. Saçları bembeyazdı. Kıyafeti aşırı mütevazi, hatta düşkünce idi.
İkram için ne içeceği sorulduğunda “dokunulmazlığım
kalkalı her şey dokunuyor” esprisi ile ıhlamur tercih etti.
O günlerde artık milletvekili değildi.
Elleri titriyordu.
Parkinson idi.
Demirel’den bahsetti.
Demirel’in en büyük maharetinin “muhatabına
hiç renk vermeden yalan söyleyebilmesi” olduğunu söyledi.
Demirel’in ünlü Dışişleri Bakanı İhsan
Sabri Çağlayangil için, çok hazır cevaptır ve meclisin en iyi hatiplerindendir,
dedi.
Senato kürsüsünden Behice Boran ile Çağlayangil
arasında geçen atışmada, Behice Boran’ın “Dışişleri Bakanı neden çok fazla
yurtdışı seyahati yapıyor” sorusuna, Çağlayangil’ in burada tekrarlamamın
hoş olmayacağı, esprili ve zekice bir cevabını aktardı.
Belki daha neler söyledi ama ancak bu
kadarını hatırlıyorum.
Bizimle yarım saat kadar sohbetten sonra
gelirken yaptığı gibi yine dervişane bir gidişle yurdun kapısından çıkıp karanlık,
ıssız, İstanbul sokaklarına yürüyüp gitti.
Osman Yüksel yaşayan son Osmanlı idi.
Gerçek İsmi Osman Zeki’ydi.
Akseki Müftüsünün oğluydu.
Gözünü budaktan esirgemez, pervasız,
yiğit, kelle koltukta Osman Yüksel, gerçekten “Serdengeçti” idi.
1952 de çıkardığı, sadece 1 ay
yayınlayabildiği gazetenin adı “Bağrı Yanık” tı.
İsmet İnönü başta olmak üzere Nevzat Tandoğan, Hasan Âli
Yücel, Behice Boran, Pertev Naili Boratav, Sabahattin Ali, Falih
Rıfkı Atay, Ahmet Emin Yalman gibi dönemin önemli
isimleriyle sürekli mücadele içindeydi.
Cumhuriyet Halk Partisi ve onun
uygulamalarına cesaretle karşı koyduğu için dergisinin adını da “Serdengeçti” koymuştu.
“Serdengeçti” ismi bir meydan okumaydı.
“Serdengeçti”yi tek başına yönetiyor, dağıtıyor, yazıların çoğunu kendisi
yazıyordu.
Osman Yüksel, “Serdengeçti” dergisinde
zamanın Milli Eğitim Bakanı Hasan Ali Yücel’i eleştirdiği için Dil Tarih
Coğrafya Fakültesi’nden atılıp hapsedildi.
Hapisten çıktıktan sonra aynı sertlikte
yazılara devam edince bir daha mahkûm edildi.
“Tek Parti”nin ve bugünlerde sansür şamatası yapanların fikir ve basın
özgürlüğü ve gerçek yüzleri işte buydu.
Serdengeçti, Fransızlara karşı
bağımsızlık savaşı veren Cezayirli Vatanseverlerini, Türkiye Radyoları’nın,
sürekli “isyancı” ve “terörist” olarak isimlendirmesine,
Birleşmiş Milletler’ de Cezayir’in bağımsızlığı için yapılan oylamada
Türkiye’nin Fransa lehine oy kullanmasına adeta çıldırdı.
Çok sert eleştiriler yayınladı.
Türk Fransızları, daha sonraları yalan söylemede Demirel’i bile sollayıp, Millî
Mücadele’yi kendilerinin verdiklerini, bu başarılarıyla da üçüncü Dünya
ülkelerine örnek ve önder olduklarını ileri sürdüler.