Osman Akkuşyak amcayı uğurladık
Önceki gün vefat eden Osman Akkuşak, 70 yılını kalemine adamış bir gazeteci yazardı. O Bâbıâli’nin son “Şeyhülmuharririn”iydi. Dün sevenleri tarafından Fatih Cami’nde kılınan cenaze namazının ardından ebedî âleme uğurlanan Osman Akkuşak, basın, edebiyat, sanat ve fikir dünyamızın mümtaz simalarındandı.
Bâbıâli’nin
simge isimlerinden, kültür dünyamızın aşina çehrelerindendi. Sohbet meclislerinin
aranan çehresi, edebî mahfillerin vazgeçilmez ismiydi. “Beyim” der sözünü
söyler, kimseden çekinmez, hatır gözetmezdi. Bir toplantıda lâf uzamışsa
müdahale eder. O, âdeta toplantıların herkes tarafından seçilmiş gizli muhtarıydı.
Bana sorarsanız, aynı zamanda edebiyat ve fikir tarihimizin ta kendisiydi.
Neredeyse tanımadığı edip, şair, yazar, mütefekkir, eğitimci, tarihçi, felsefeci,
gazeteci, yayıncı yok gibiydi. Onunla farklı mahfillerde buluşur, halleşirdik.
Bazen yollarda karşılaşır selamlaşırdık. Gün oldu, bir ikindi serinliğinde
Kızlarağası Medresesi’nin önünde bir araya gelir, muhtelif meseleleri
müzakere ederdik. Türkiye’de cereyan eden hadiseleri yakından takip eder, sıkı
tahliller yapar, esaslı yorumlarda bulunurdu. Velhâsıl-ı kelâm o, Bâbıâli’nin
en renkli deryasıydı.
KISA HAYAT
HİKÂYESİ
Osman
Akkuşak, Kütahya’nın Emet ilçesinde 20 Ağustos 1931 tarihinde doğdu.
İlkokulu Emet’te okudu, eğitimine Kütahya Lisesi’nin ardından Adana Erkek
Lisesi’nde devam etti. Çeşitli liselerde edebiyat dersleri verdi ve müdürlük
yaptı. Bir dönem Milli Eğitim Bakanlığı “İlim ve Sanat Eserleri Bürosu”
başkanlığı görevini üstlendi. Yine MEB’in Çağdaş Türk Yazarları Komisyonu’nda âzâ olarak hizmet
etti. Ayrıca Devlet Kitapları Mütedavil Sermayesi Müdürlüğü de yaptı. 1952
yılından beri gazetecilik ve yazarlık görevini sürdürüyordu. Bâbıâli'nin kıdemli
“ağabey”i, İstanbul Ekspres, Son Telgraf, Büyük Doğu, Zafer, Adalet,
Dünya, Son Havadis, Türkiye, Tercüman ve Güneş gazetelerinde çalışıp, yazı
yazdı. Son olarak Yeni Şafak gazetesinin köşe yazarıydı. Türkiye Edebiyat
Cemiyeti’nin kurucu üyesi ve genel sekreteri olarak hizmet eden Akkuşak, Türk Dilini
Koruma ve Geliştirme Cemiyeti’nin ikinci başkanlığını yaptı. Sür’atli
Öğretmen Kılavuzu isimli eseri 1966 yılında neşredildi. Yayına hazır eserleri
arasında Türk Edebiyatı Tarihi, Atasözleri, Emet Destanı (piyes), Kompozisyon
Kitabı, Batı Dillerinden Gelen Kelimeler Sözlüğü ve Osmanlıca Türkçe Lügat
bulunuyor. Hakkında ESKADER toplantılar düzenledi. TYB İstanbul da Yazı
Hayatının 60 Yılını kutladı. “ESKADER 2010 Basın Ödülü” büyüğümüze verildi.
MUAREFEMİZ
ESKİYE DAYANIYOR
Yaklaşık 40
sene önce mülâki olduğum ustamızla ilk mülakatım, 28 Kasım 1986 tarihinde gerçekleşmişti.
O, yazıya ve edebiyata çok değer veren bir kalem efendisiydi. Yazılarında
ahenkli bir akış ve mükemmel bir üslûp hemen fark edilirdi. Ama o aynı zamanda
bir kelâm efendisiydi de. İyi bir hatip, üstün bir konuşmacıydı aynı zamanda.
Yorumları yerinde, tahlilleri isabetliydi. Kelimeleri dikkatle seçer, ondan
sonra kullanırdı. Yaptığı uzun veya kısa konuşmalarının arasından tek bir
kelimeyi çıkarıp atamazdınız. Zira konuşmasında kelimeler uygunluk
bakımından son derece mükemmeldi, asla fazlalık bulamazdınız. Büyük bir
insicam sezerdiniz. Ahenkli cümlelerle konuşmasını kurar ve size Türkçenin
lezzetini tattırırdı. Bu bakımdan söz ustasıydı. Keşke daha sık konuşsa,
hitabelerde bulunsa ve dilimizi en iyi kullanan böyle bir İstanbul
Beyefendisini gençler daha çok dinleyip istifade etseydi. Esasen Türkçeyi güzel
konuşan büyüklerimizin hitabeleri, bir an önce kayıt altına alınıp korunmalıdır.
Zira onlar antika değerinde, hazine kıymetindedir.
ÜMİTSİZ
OLMAK YOK
Bulunduğu
pek çok toplantıda yakın dostları, hatıralarını dinleyicilere anlatırdı.
Onlardan biri de merhum Mehmed Niyazi Bey’di. O toplantılardan
birinde romancımız şu
hatırayı nakletmişti: “Marmara’da dostlarla beraber oluyorduk. Bir sohbet esnasında bir
arkadaş karamsar bir ruh hali ile konuşunca orada bulunan Hilmi Oflaz
ağabeyimiz, ‘Ümitsiz olmak yok arkadaş. Şu anda Osman Akkuşak Haydarpaşa Lisesi’nde
öğrenci yetiştiriyor.’ dedi.” Osman ağabey edebiyat mahfillerinin, sohbet
toplantılarının, derneklerdeki, vakıflardaki programların her
zaman baş konuğuydu. Fırsat buldukça şereflendirirdi meclisleri. En çok
ziyaret ettiği mekânlar arasında Edebiyat Vakfı, Türkocağı, Birlik
Vakfı, Yazarlar Birliği, Kubbealtı ve ESKADER’di. Huzurevi’ne taşınana
kadar “Bâbıâli Sohbetleri”mizin sıkı müdavimi idi. Toplantıları dikkatle
takip eder ondan sonra fikirlerini özlüce beyan ederdi. Sohbetin
ardından bir bakıma programı taçlandırırdı.
GENÇLERİ HEP TEŞVİK ETTİ
Osman
ağabeyin en mühim vasfı, diğerkâm oluşu ve teşvikkâr rolüydü. Yaşıtlarını
sık sık anar, olgun edebiyatçıların eserlerinden sitayişle bahseder, kabiliyetli
gençleri de teşvikten uzak durmazdı. Bütün yazıları incelendiğinde, konuşmaları
dinlendiğinde bu lütufkâr cephesi hemen fark edilir. Tenkidini usulca
yapar, kimsenin kalbini kırmaz, gönlünü incitmezdi. O bazen can simidi gibiydi.
Bir toplantıda konuşma çok uzamışsa hemen müdahale eder ve “E canım,
güzel de sözü çok uzattın. Kısa, öz ve latif söyle, dinleyicilerin dikkati dağılmasın.” derdi. Hiç
kimse samimice söylenen bu söze alınmazdı.
Osman
ağabeyin zihin dünyası âdeta Türk edebiyatı ve fikir hayatının tarihi,
geçit resmi gibiydi. Tanıdığı yüzlerce şair, yazar, sanatkâr, gazeteci, yayıncı,
eğitimci, devlet adamı hakkında az çok hatırası vardı. Bunları fırsat buldukça
paylaşır ve unutulmuş şahsiyetleri bizlere hatırlatırdı. Bu bakımdan millî
hafızamız gibiydi. Cömertti, mükrimdi. Yanına varmışsanız bir şeyler yiyorsa
mutlaka size de ikram ederdi. Cebinden veya çantasından bazen şeker, çikolata
çıkarır ve çevresindeki dostlarına tek tek dağıtırdı.
NECİP
FAZIL’DAN YAZI TEKLİFİ
Bir ara
düzenlediğimiz Bâbıâli Sohbetleri”nda konuşmacımızdı. Son fıkra muharririmiz, konuşmasında
50 yıllık dostlarından bahsetmiş ve hüzünle şöyle demişti: “Birikmiş öyle çok hatıra
var ki, anlatmak için zaman yetmiyor.”
Nükteli
konuşmaları ile dinleyicilere hoş dakikalar yaşatan Osman abimizin, Necip
Fazıl, Nurettin Topçu, Nihad Sâmi Banarlı, Sezai Karakoç ve Tarık Buğra gibi
şahsiyetlerle alakalı hatıralarını büyük bir dikkatle dinlemiştik. Gazetelerde yazmaya
nasıl başladığını hasret ve muhabbetle anlatırdı. 1952 yılından itibaren Son Telgraf
ve Gece Postası’nda muharrirliğe başladığını, o dönemde gençlerle yapılan
toplantılara katılan Başbakan Yardımcısı Samet Ağaoğlu’nun kendisini bu
gazetelerde yazmak için yönlendirdiğini, tavsiye üzerine Son Telgraf gazetesinde,
22 yaşında, Halimoğlu Osman takma adıyla köşe yazmaya başladığını söylemişti. Bu
konuşmasında, Şairler Sultanı ile tanışmasına da temas etmişti: “Necip
Fazıl Bey, Büyük Doğu’yu günlük gazete olarak çıkarmaya
başlamıştı. Ben henüz
öğrenci iken başkanı olduğum okul cemiyetinin antetli kâğıdıyla kendisine bu geçişten
dolayı bir tebrik mektubu yazdım. Üstadı beğeniyor ve seviyorduk. İki gün
sonra mektubun kâğıdındaki klişesi Büyük Doğu’nun üçüncü sayfasında
‘Gençlerin gazetemizi tebriki’ başlığıyla yayımlandı. Okuldaki yöneticiler
fikren Necip Fazıl’dan farklı oldukları için yaptığım hareketten dolayı beni okuldan
atmak istediler. Neyse ki kalmam konusunda karara varıldı. Sonrasında
Necip Fazıl Bey beni çağırttı ve ‘Sen edebiyatçıymışsın. Son Telgraf’ta
yazıyormuşsun. Bizde de yaz.’ dedi. 1952’den itibaren Büyük Doğu’ya edebiyat
sayfası hazırlamaya başladım. Üstadın evine gider gelir, birçok ziyaretçisini
tanırdım.”
BÂBIÂLİ’DEN
TANIDIKLARI ÇOKTU
Osman
Akkuşak ile muhtelif zamanlarda dil, edebiyat ve basın hayatına dair
röportajlar yaptım. 1986’daki ilk mülakatta tanıdıklarını sormuştum. Şu cevabı
vermişti: “Kimlerle haşir neşir olmadık ki… Kimlerden etkilenmedik, kimlerin
ilim ve irfanıyla yüz yüze gelmedik ki bu uzun Bâbıâli hayatında… Refi Cevat
Ulunay, Peyami Safa, İsmail Hami Danişmend, Sadi Irmak,
Hamdullah Suphi Tanrıöver, Orhan Seyfi Orhon, Fahrettin Kerim Gökay, Ali Nihat
Tarlan, Arif Nihat Asya, Necip Fazıl Kısakürek, Ahmet Muhip Dranas, Kenan
Akyüz, Halit Fahri Ozansoy, Halide Nusret Zorlutuna, Mümtaz Faik Fenik,
Burhan Felek, Ethem İzzet Benice, Cevdet Perin, Faruk Kadri Timurtaş, Muharrem
Ergin ve şu anda adı hatırıma gelmeyen birçok karizmatik fikir ve sanat
insanı, şair, yazar hafızamın ve hatıramın değişmez misafiridir. Her biriyle alakalı
nice hatıralarım var…”
SEZAİ
KARAKOÇ’LA DOSTLUĞU
TYB,18
Aralık 2015 tarihinde bir saygı toplantısı düzenlenmişti. Orada da üstat Sezai
Karakoç ile ilgili şu hatırasını anlatmıştı: “Birinci ameliyatımda yanıma
gelmiş, beni aramış, ulaşamamış. Fakat sonraki önemli, büyük ameliyatımda
ki bir metre bağırsaklarımı kestiler, küçülttüler, bir ay kadar yattım
hastanede. İlk gelen kim biliyor musunuz? Sezai Karakoç... Dostum. Vefalı
arkadaşım benim. İlk ziyaretime gelen o oldu. Eli poşet dolu. Biraz oturup
konuştuktan sonra giderken
yastığımın altına bir zarf sıkıştırdı. O gittikten sonra açtım baktım ki
içine 50 lira koymuş. O zamanın en büyük parası. Hiç unutamam. Kadirşinastır,
vefakâr, cefakâr, fedakârdır. İnce fikirli, zarif bir mütefekkirdir. Dostluğun
kıymeti yaşlandıkça daha iyi anlaşıyor. Lâkin o zaman da ömür bitmiş oluyor.”
Osman
ağabeyi zaman zaman arıyordum. Vefatından kısa bir süre önce telefonla görüştüğümüzde
hatıralarını sormuştum. Yazmaya başladığını söylemişti. Esasen birçok hatırasını
Yeni Şafak gazetesindeki köşesinde okuyucusuyla paylaşmıştı. Gazetedeki
değerli yazıları bir an önce konularına göre hazırlanıp kitaplaşmalı. Umarım
Albayrak Şirketi bünyesinde kurulan Ketebe Yayınları, bu hayırlı hizmeti
ihmal etmez, gerçekleştirir. Yazı hayatının 50 ve 60 Yılı toplantıları
yapılmıştı. 2020’de 70 Yılı için bir saygı programı düşünmüştük. Nasip olmadı. Ömrünü
edebiyatımıza, kültürümüze, sanatımıza ve medeniyetimize adayan Osman Akkuşak
büyüğümüze Allah’tan rahmet ve mağfiret diliyorum. Ruhu şad, kabri nur, mekânı
cennet, menzili mübarek, makamı âli olsun. Bütün sevenlerine ve
okuyucularına başsağlığı diliyorum.