Orucun tacı ibadet
Ramazan ve orucun varoluş sebebi, kulluktur. Kulluk, ibadetle gerçekleşir. İbadetle kul, ‘Allah’ın razı olacağı işleri yapar’. İbadet, ‘saygının en ileri derecesi’ olarak da kabul edilmektedir. İbadet kavramı, içinde hem sevgiyi hem de itaati içermektedir. Sevgi ve itaat, ibadetin şartlarıdır. İbadet bu iki güzel kavramın varlığıyla sübut bulur. Sevgi de itaat de, iradeyle gerçekleşir. (Mustafa Sinanoğlu, ‘İbadet’, TDV İslâm Ans., 19/233) İradenin yokluğu, tercihi de zail eder. Zorunluluk, oruç ve onun gibi tüm ibadetler için sahteliğe ve riyaya sebep olabilir. Gönüllü ve iradî olan her eylem, her özgürlüğü hem de kulluğu beraberinde getirir.
İbadet ve kulluk, orucun ruhudur. Ruh ve beden, bütün irfanî ve zâhid kulluğunu oruçla yaşar. Oruç, ruhu yüceltir, bedeni kulluğa hazırlar. İtaat ve rızayı gönüllü kabul eden oruç, ibadetle zenginleşir. Tefekkür, tezekkür, tilavet, zikr, fikr, muhasebe, murakabe, ibadetin türleridir. Lisanî, kalbî ve zihni ibadet, ramazanda en yüksek zirvesini gösterir. Yalancı ve sahte bütün kapılar, orucun anahtarıyla kapatılır. Şehvet, şeytan ve nefsin tüm hazları, orucun manevî murakabesi altındadır. Şuur ve bilinç, uyanık ve müteyakkız hallerini oruçla kazanır. Dimağ ve zekâ, oruçtaki ibadetle keskinleşir.
Ramazan ibadeti, sadece oruç değildir. Oruç, ibadetlere kendi haliyle bir rota çizer. Allah’ın rızası, bu yol istikametinin levhasıdır. Bu levha yanlış istikametleri gösterirse, beden ve ruhtan meydana gelen kul, yeni rotalar arar ki, orada tevhit yoktur. Hakk’ın birliği yerine, batılın çokluğu hüküm sürer.
Korunmak, sakınmak, utanmak için ibadet ve kulluk gerekir. Çokluğa koşmak, tevhitten ayrılmak, hakikatten dalalete sürüklenmek demektir. Kulluk, Rahman’a yapılır ama, yaratılanlara hürmet ve minnetle Hakk zikredilir.
Kulluk ve ibadet, muhabbet ve aşk demektir. Nefret ve kinden uzak durmak, orucun varlığıyla imkân dahiline girer. Oruç, ibadetle insanı erdem ve fazilet sahasına taşır. Hazzın yükleri ve ağırlıkları, oruçtaki tezekkürle hafifler. Faziletin ve erdemin maneviyatına, meşruiyet ve ecir taşır. Şüpheler ve şaibeler, böylece sadeliğin saflığıyla kaybolur. Yürekler arınır, zihinler paklanır, akıl kirini temizler, böylece ruh dinginliği gerçekleşir. Hakikat insanı doğar, Hakk’a davet eden ve O’na itaat eden kul, ibadetin şuuruyla orucun tacını başında taşır.
Orucun tacı, hakikatte tevhidin tacıdır, süsüdür. Tevhit, ibadetle canlanır, tıpkı Hz. İbrahim gibi. Nefis ve haz putlarını devirmek için güç ve kudreti, orucun ruhundan devşirir. Oruç, bir anlamda ibadetle güçlenir, hükümran olur. Nefis, haz, şehvet ve şeytan, ibadetin iktidarına karşı itaat ederek, hayır ve iyinin istikametine tacizde bulunamaz.
İbadet, kibir ve böbürlenmeyi sevmez. Sevmediği için, el-Vedûd’a olan aşkı güçlendirir. Allah’a olan aşk, ibadetle kemal halini yaşar. Allah için sevmek, Allah’a şükretmek, ibadetin süsleridir.
Kulluk, yani ubudiyet, yaratılış gayesidir. Âbid, bu bilinçle, Rahman’ın aşk evine sığınır. O aşk evi ki, kalptir. Hiçbir şeye sığmayan Huda, kulunun kalbine sığar. Onun için ibadetin tecelligahı, gönüldür. Gönülsüz ibadet de kulluk da olmaz. Gönül yıkan ibadet etse de ecir hazinesinden mahrum kalır. Yunus Emre ne güzel anlatmış kulluğun tarifini, ibadetin gayesini…
Bir kez gönül yıktın ise, Bu kıldığın namaz değil/Yetmiş iki millet dahi, Elin yüzün yumaz değil
Bir gönülü yaptın ise, Er eteğin tuttun ise/ Bir kez hayır ettin ise, Binde bir ise az değil.
Şu halde, gönül yapmak, hakikî kulluğun ifadesidir. Kulluk, her şeyin sonunda el-Âhir’e dönmektir. el-Evvel, el-Âhir, âlemi insan için Yaratan’dır. Kulluk, yaratılanları hoş görmekle mümkündür. Kulluk, başka mabutlar aramamak, Allah’tan başkasını Hakimler Hakimi olarak tanımamaktır. Zira O’ndan başka ilah yoktur. Bütün sahte ilahlar, onun emriyle var olur ve yok olur. Tıpkı Musa’nın asasıyla tüm büyü ve sihirler nasıl iptal olduysa, kulluk hakikî İlah’a tek Yaratıcı’ya ulaştıran binektir, Burak’tır, güzel bir vasıtadır.
Tevhit peygamberleri, insanlığı kulluğa çağırmak ve Hakk’a davet etmek için ilahî vazifeyle görevlendirilmiştir. İşaret, mucize, ayet, Hakk’ın mesajında gizlidir. İbadet bu sırrı çözmeye çalışır, görünmeyen âlemin sırlarına ulaştırır. Belki bu sırlar, herkese fâş edilmez, ama kulluk, hakikatinin fevkinde olursa, sırlar sırrına vakıf olma yolunda terakki eder.
Kulluk, Hz. Adem’le cennette başlar. Ubudiyetin zaafı, cennetten yer küreye sürgünü getirir. İtaat, boyun eğme, şartsız ve koşulsuz olmalıdır. İşte kulluk, bu anlamda tam bir teslimiyettir. Teslimiyet, ilahî iradeye dayanmaktır. Bütün iradelerin bağlı olduğu İlahi İrade, ‘Kun fe Yekun’ emriyle kudretini gösterir.
Yaratan, her şeyi bir denge ve ölçüyle varlık âlemine çıkarır. İbadet de, ölçü ve tartıya uymaktır. Eşyanın hakkını vermektir, bozgunculuk yapmamaktır. Bozgunculuğa fırsat vermemektir. Çünkü kulluk, en hayırlı olanı talep etmektir. Bundan dolayı hayrın sahibi, en iyinin maliki Azim Allah’tan başkasına kulluk yapılmaz.
Âbid, nasihat ve öğütten beslenendir. Nitekim öğüt, O’nun hikmetli ilahî hitabında mevcuttur. Kul, bu hitabın en asil muhatabıdır.
Konuşan, düşünen ve akleden varlık olarak insan, ibadetini tüm varlığıyla gerçekleştirir. Bu anlamda oruç, varoluşsal bir ibadettir. Kulluk, orucun yasakladıklarına tabi olmakla manevî hazza ulaşmaktır.
İbadet, Uyarıcı ve Müjdeciy’e tabi olmaktır. Oruçlu, müjdeler, nasihatler, tavsiyeler ve öğütleri dinleyerek hakikat ibadetini gerçekleştirir.
İbadet, dua etmektir. Dua içinde hem tevbeyi hem de istiğfarı barındırır. Dua etmeli ki, kulluk anlam kazansın. Kulluğun anlam kazanması, Allah’ın değer vermesiyle mümkündür. Kulluk ve niyaz, kulun değerine mertebe kazandırır.
‘De ki: Kulluğunuz ve niyazınız olmasa Allah size ne diye değer versin! (Ey inkârcılar!) Siz O’nun dinini yalan saydığınız için bunun günahı artık yakanızı bırakmayacak!’ (Furkan, 77)
Böylece Allah, kullarını sever, onlar da O’nu sever. Dua ve ibadet, bağışlanmanın kapısını açar. Ramazan ayı, bu kapıların ardına kadar açıldığı Allah’ın ruhanî zamanlarıdır. Semud kavmine gelen Salih Peygamber (a.s.), halkına kulluğu ne güzel anlatır:
“Semud’a da kardeşleri Salih’i (gönderdik). Demişti ki: Ey kavmim! Allah’a ibadet/kulluk edin! Sizin O’ndan başka (ibadeti hak eden) hiçbir ilahınız yoktur. Sizi yerden (topraktan) yaratan ve orayı imar edip, orada ömür süresiniz diye (sizi var eden) O’dur. (Öyleyse) O’ndan bağışlanma dileyin, sonra O’na tevbe edin. Şüphesiz ki Rabbim, (kullarına en yakın olan) Karib ve (dualara ve isteklere icabet eden) Mucîb’dir.” (Hûd, 61)
Yine Medyen’e gönderilen Şuayb Peygamber (a.s.) de halkına ibadetin ruhunu ve şuurunu hatırlatarak ikaz eder:
“Medyen’e de kardeşleri Şuayb’ı (göndermiştik). Demişti ki: Ey Kavmim! Allah’a ibadet/kulluk edin. Sizin O’ndan başka (ibadeti hak eden) bir ilahınız yoktur. Ölçüyü ve tartıyı eksik tutmayın. (Buna ihtiyacınız yok.) Ben sizi hayır/zenginlik içinde görüyorum. Ve ben, sizin için çepeçevre kuşatan günün azabından korkuyorum.” (Hûd, 84)
Ubudiyet, her işte ve her yerde mutlak itaati gerektirir. Sâim, orucunu tutarken, ibadetine bir halel gelmemesi için hassastır, titizdir. Tıpkı, hac ve umrede, ihramlının dikkat ve rikkati gibi. İbadet, dikkat ister, tevekkül ister. Mütevekkil olan âbid, gaflete karşı inananı da uyarır. İbadetin verdiği ruh/idrak; sevap ve günahı, helal ve haramı, meşru olan ve meşru olmayanı ayırma basireti gösterir.
Kulluk, ortaklığı reddetmektir. İbadet, şerik koşmaz. Tanrıların ortaklığı kulun, akıl ve kalbinde bulunmaz. Gerçek âbid, ancak Mutlak Olan’a Hakk’a tabi olandır. O bilir ki, Hayy’dan geldik Hû’ya gideceğiz. Mutlak son yoktur, ebedî hayat vardır. İbadet, ebedî hayatın teminatıdır. Bundan dolayı ‘ölüm (yakîn) gelinceye kadar ibadet’ (Hicr, 99) ve kulluk, ebedî olanı tercih etmek demektir.
İbadet koruyucu ilahi bir kalkan, zırh ve kaledir. Şer ve kötü, bu muhkem yapıya, yani ruh ve bedene ibadetin muhafazasından dolayı giremez, sızamaz. Saf ve temiz bir akıl, ibadetle buluştuğunda, görünmeyen âlemlerin sırları çözülür.
Selim akıl ve temiz bir kalple yapılan tefekkür, ibadetlerin hasıdır. Oruç, bu anlamda Hz. Peygamber’in (s) vahiy gelmeden önce, Hira’daki tahannüsüdür, ibadetidir. Hira mağarasındaki yalnızlık, tefekkürle bereketlenir. Tefekkür, taabbüd’e (kulluğa) dönüşür. Aslında vahyin geldiği sırlı dar mekân Hira’ya son geliş, kulluk yapmak anlamında taabbüddür. Taabbüd, tahannüs anlamında kullanır. Tahannüs ise, ‘putlara tapmaktan uzak durmak’tır. Yani Hz. İbrahim’in (a.s.) dinine yönelmektir ki, o da ‘tahannüf’tür. İbrahim’in dinine tabi olanlar, ‘Hanif’ olarak bilinir. (Ö. Lütfi Kazancı, ‘Bi’set’, TDV İslam Ans. 6/217-218) Hz. Peygamber’de, emredildiği üzere, kulluğunu bir ‘Hanif’ olarak atası ve tevhidin babası Hz. İbrahim’in (a.s.) dinine uyarak devam ettirir. İlahî hitap, kulluğun istikametini şöyle anlatır:
‘Onlar, ‘Yahudi veya Hristiyan olun ki doğru yolu bulasınız’ dediler. Sen de şöyle de: “Hayır! Biz, Hanîf olan İbrâhim’in dinine uyarız. O, müşriklerden değildi.” (Bakara, 135)
Hanif olanlar, Yaratan’ın dostu olurlar; ve böylece Rahman onları her türlü tehlike, bela ve musibetten korur. Çünkü Rabb, ibadet eden kulunu terbiye eder, korur, gözetir. Bu öyle bir güzel terbiyedir ki, ancak alemlerin Rabb’ine ibadet edenler nasiplenir.
Kulluk, Allah’a karşı ibadetle ve ibadet de sabırla olur. Sabır, bıkmadan usanmadan severek, isteyerek aşkla, Allah’ı zikretmek ve O’nu hiçbir zaman unutmamaktır. Allah’ı hatırlamanın en ulvi saatleri namaz vakitleridir. Ramazan’ın namazları, orucun ruhaniyetiyle daha bir irfanî ve ihlâslı bir ortamda gerçekleşir. Ruh, bedenî ve şehevî hazlarından arınır, hafifler. Hırs ve ihtiras sarmalından kurtulur.
Efendimiz Hz. Muhammed (s) ibadetlerin miracı, ‘gözünün nuru’ namazın arındırmasını şu şekilde anlatır:
“Ne dersiniz; birinizin kapısının önünde bir nehir olsa da, o kimse her gün bu nehirde beş defa yıkansa, kirinden bir şey kalır mı?’ Sahabîler: ‘O kimsenin kirinden hiçbir şey kalmaz, dediler. Rasûl-i Ekrem: ‘Beş vakit namaz işte bunun gibidir. Allah beş vakit namazla bütün günahları silip yok eder’ ” (Buhârî, Mevâkît 6; Müslim, Mesâcid 283.)
İbadet, rükû ve secdede daha bir güzeldir. Hakkıyla yapılan ibadet, secdede anlam kazanır. Secde, Allah’a en yakın olma halidir. Orada Mabud birdir, İlah birdir, hakikat tektir. Secdenin arkasında kurtuluş gelir. Kurtuluşa erenler için hiçbir kaygı ve korku yoktur. Ümitsizlik ve yeis onlara haramdır. Onlar artık korkudan emin, umudun çocukları olarak yeni bir ümmetin Son Elçi Hz. Muhammed’in (s) takipçileri olurlar.
İbadet bir çağrıdır, İlahî olana bir davettir. Tüm kavimlere gelen tevhit çağrısı, Son Çağrı’yla mükemmele ulaşır. Artık başka ibadet edilecek ilah aranmayacaktır. Güç ve Kudret Sahibi Allah, tek yüce Yaratıcı’dır. Kul, bunun bilinciyle taabbudünü gerçekleştirir. Hak ve batıl bununla tefrik olur. Furkan Kur’ân, bu ilahî hitabı tüm zamanlara ve mekanlara ulaştırır. Hidayet ve şifa kaynağı olarak, hakikati inşa eder.
Rızık, ibadet edilenden gelir. Rezzâk’ı aramak, kullukla yapılır, orada şükür vardır, sabır vardır. Şükür ve sabrın olduğu yerde, bozgunculuk ve fitneden söz edilemez. Hakkına rıza gösteren, kulluğunu yerine getirir. Rezzâk’a kul olanlar, başkalarının kölesi olmazlar. Çünkü onlar dosdoğru yolun (sırat-ı müstakim) yolcularıdır. Tağutlar ve müstekbirler, sırat-ı müstakim sahiplerini yolundan döndüremezler. Onlar ‘emrolundukları gibi dosdoğru’ bir hayatı benimserler ve ona tâlip olurlar. Bilirler ki, ilahi hitap onları seslenmektedir:
“Tağuta kulluk etmekten kaçınıp Allah’a yönelenlere müjde vardır. Kullarımı müjdele.” (Zümer 17)
Azgınlara ve sapkınlara tabi olanlar, kulluğun safiyetinden mahrum kalırlar. Büyük ikazlar ve uyarılar onları bekler. Kurtarıcı olan tek Varlık, ibadet edilmeye layık olan Allah’tır. ‘O Rab ki, onları açlıktan doyuran ve korkudan emniyette kılandır.’ (Kureyş, 4)
İbadette öne çıkan en önemmli emir, namazdır. Namaz, oruçla zekatla kardeştir. Kabe’ye ziyaret edip hac etmekle şehadet tamamlanır. İbadetin vakti, zamanında olanıdır. Hakk’ın katından en çok beğenilen ibadet, ‘vaktinde kılınan namaz’dır. (Buhârî, Mevâkit 5; Müslim, Îmân 137-139) Zamanında tutulan oruçtur. Günü geldiğinde verilen zekattır. Vakti geldiğinde yılın belli günlerinde gücü ve serveti olanlar için haccı gerçekleştirmektir.
İbadet, niyet demektir. Niyeti kulluk olmayanın ibadeti, gösteriş ve riyadır. Dünyevî servet, çıkar ve menfaat gayesiyle yapılan sahte ibadet, karşılığı olmayan bir kulluktur. Kötülenen ve hoş karşılaşılmayan bu sahte davranış, neyi niyet, amaç ve hedef ediniyorsa, onun için yapılan çıkarcı bir eylemdir. İç boş bir hareket, ihlas ve tevhitten pay almamış riyakâr bir tavırdır. Nitekim Allah’ın Resulü (s) o hikmetli sözleriyle bu durumu ne güzel izah etmektedir:
“Yapılan işler niyetlere göre değerlenir. Herkes yaptığı işin karşılığını niyetine göre alır. Kimin niyeti Allah'a ve Rasûlü’ne varmak, onlara hicret etmekse, eline geçecek sevap da Allah’a ve Rasûlü’ne hicret sevabıdır. Kim de elde edeceği bir dünyalığa veya evleneceği bir kadına kavuşmak için yola çıkmışsa, onun hicreti de hicret ettiği şeye göre değerlenir.” (Buhârî, Bed'ü'l-vahy l, Îmân 41, Müslim, İmaret 155.)
İbadet; birlik, beraberlik, vahdet ve tevhit demektir. ‘Cemaatle kulluğunu göster’ emri, Allah’ın Rasulü’nün (s) emridir: “Cemaatle kılınan namaz, tek başına kılınan namazdan yirmi yedi derece daha faziletlidir.” (Buhârî, Ezân 30; Müslim, Mesâcid 249. Yüksek derecelere ancak, cemaatle ulaşırsın. Aksi takdirde yalnızlığın güçsüzlüğünü yaşarsın. Birlik ol, beraber ol, dünyayı yönet, ilahi kelimetullah’ı cihana yay. Tevhit’i bütün âleme taşı.
İbadet, Kur’ân’la meşgul olmak, onu tilavet etmek, onunla ‘mukabele’de bulunmaktır. Oruçlu ağızlar, Kur’ân’ın ramazan boyunca ve sonrasında taşıyıcılarıdır. Hakikat insanı, Kur’ân’la ibadet edendir. Onun için Hz. Peygamber’in (s) iki âbid insana gıpta edilmesini salık vermektedir:
“Sadece şu iki kimseye gıpta edilir: Biri Allah’ın kendisine Kur’an verdiği ve gece gündüz onunla meşgul olan kimse, diğeri Allah’ın kendisine mal verdiği ve bu malı gece gündüz onun yolunda harcayan kimse.” (Buharî, Tevhid, 45; Müslim, Müsafirîn, 266)
Kulluk, sadece belirli ibadetleri yapmakla sınırlı değildir. Ubudiyet, hayatın kendisidir. Yaşam boyunca devam eden bir kulluktur. Ötelerin ötesine taşıyan ibadet, gerçek ibadetin kendisidir. Sadaka vermek, tebessüm etmek, güzel söz söylemek, yol göstermek, işte bunların hepsi de ibadetin parçalarıdır. İşte onun için Hz. Peygamber (s), bize ‘ibadetin sosyal boyutlarını unutma’ diye ikaz da bulunmaktadır:
“Vücuttaki bütün eklemler için her gün sadaka vermek gerekir. Bineğine binmek isteyen kişiye yardım etmek veya eşyasını bineğine yüklemek sadakadır. Güzel söz ve namaza giderken atılan her adım sadakadır. Yol göstermek sadakadır.” (Buhârî, Cihâd, 72)
İbadet, Hz. Peygamber’in sözlerinde hak ve vazife kavramlarıyla buluşmaktadır. Allah’ın kulları üzerindeki hakkı, kulların Allah’a olan vazifeleriyle ilahî bir dengeye ulaşmaktadır. Bu dengenin sonunda bir muştu vardır. Şu halde ibadet ancak bir müjdedir. Ebedî olanın muştusudur. Bu müjde, Muaz’ın (r.a.) naklettiğine göre, Peygamberimiz Ebu’l-Kasım’ın (s) ağzından ne hikmetli bir seda bırakmaktadır:
“Ufeyr adlı eşeğin üzerinde (yolculuk ederken) Hz. Peygamber’in terkisinde idim. Resûlullah, ‘Ey Muâz! Allah’ın kulları üzerindeki hakkını ve kulların Allah üzerindeki hakkını bilir misin?’ diye sordu. Ben, ‘Allah ve Resûlü daha iyi bilir.’ dedim. Bunun üzerine Hz. Peygamber şöyle buyurdu: ‘Allah’ın kulları üzerindeki hakkı, Allah’a kulluk/ibadet etmeleri ve O’na hiçbir şeyi ortak koşmamalarıdır. Kulların Allah üzerindeki hakkı ise kendisine ortak koşmayan kimselere azap etmemesidir.’ Ben, ‘Ey Allah’ın Resûlü! İnsanlara bunu müjdeleyeyim mi?’ diye sorunca, Resul-i Ekrem, ‘Hayır müjdeleme, zira (bu müjdeye güvenip) gevşeyebilirler’ cevabını verdi. (Buhârî, Cihâd, 46)
Şu halde ibadet, gevşetmeyen ve terk edilmeyendir. Devamlı ve sürdürülebilir olan ubudiyet, hakikî ibadetin işaretini verir. Allah Resulü’nün (s) dediği gibi “...Allah katında amellerin en sevimlisi, az da olsa devamlı olanıdır.” (Ebû Dâvûd, Tatavvu’, 27)
Her kim kulluğunu devam ettirmez, zafiyet gösterir, savsaklar, tembelliğe düşer. İşte o zaman ilahî ikazlara ve musibetlere muhatap olur. Bu anlamda ibadet ve kulluk bir vazifedir, bir borçtur ve bir yükümlülüktür. Akıbeti güzel olmanın şartı, her daim yapılan, az da olsa kesintisiz bir kullukla mümkündür. Aksi takdirde, Son Uyarıcı’nın/Elçi’nin (s) ikazında buyurduğuyla karşı karşıya kalınır:
“İnsan, kulluk vazifelerini îfâda kusur gösterir, yani her ibadetini kâfî miktarda yapmayıp azaltırsa Cenâb-ı Allah onu gam ve kedere mübtelâ kılar.” (Ali el-Müttakî, Kenzü’l-ummâl, no: 6788)
Kesintisiz olan ibadet ve kullukta büyük bir bereket vardır. Oruç ta bu kesintisiz ibadetin ilahî bir formudur. Bu ruhsal form, bedenle kayıtlı bir kulluğu getirmektedir. Bu kulluk, ibadeti şekilcilikten çıkarır. İbadeti, kendisine tazim gösterilen ‘Yüce Yaratıcı Hakk’ı görüyormuş gibi’ bir mertebeye taşır. Bu mertebe, ‘ihsan’ derecesidir. Allah’ın huzurunda O’nu görüyormuş gibi ibadet ve kulluk eden ihsan sahibi, yani muhsin, felaha ulaşanlardan birisi olmaya hak kazanmış olur. İhsan mertebesi, kul için ibadetlerin en üst derecesidir. Kul ihsan mertebesine ulaştığında Hz. Peygamber’in (s) şu muştusuna nail olur. “...İhsan, O’nu görüyormuş gibi Allah’a ibadet etmendir. Sen O’nu göremesen de O seni görmektedir...” (Buhârî, Tefsiru sûre (31); Iman, 37; Müslim, Iman, 57)
Bizi gören ve gözeten Allah, ‘oruç benim içindir’ buyurmaktadır. Böylece ibadetler içerisinde oruca müspet bir işarette bulunmaktadır. Oruç, insanın ahlâkını güzelleştirmekte, nefsini terbiye etmekte, ruhunu arındırmakta, bedenini ise tımar etmektedir. Toplum içinde insana değerleri hatırlatmakta; Allah katında ise, oruç ve diğer ibadetler, kulu ‘ihsan’ mertebesine taşıyarak, Hakk’ın huzuruna hazırlamaktadır.
Şu halde ibadetlerin tacı olan oruç, Hz. Peygamber’in (s) ifadesiyle “bir kalkandır. Oruçlu, saygısızlık yapmasın, ahlâksızca konuşmasın. Eğer biri kendisiyle dövüşmeye veya sövüşmeye kalkışırsa, iki defa, ‘Ben oruçluyum.’ desin. Bu canı bu tende tutan Allah’a yemin ederim ki oruçlunun (açlıktan dolayı değişen) ağız kokusu Allah nezdinde, misk kokusundan daha hoştur. (Allah, oruçlu için şöyle buyurur): ‘O, yemesini, içmesini ve cinsel isteklerini benim için terk ediyor. Oruç benim içindir. Onun mükâfatını ben vereceğim. Bir iyiliğe ise on misli ecir vardır.’ ” (Buhârî, Savm, 2).
Oruç, ibadetlerle güzelliğini yaşatıyor. Ruhaniyeti güçlendiriyor, hakikat şuuru veriyor. Nasıl ki, namaz ‘mü’minin miracı’ ise, aslında ‘ibadet’ de bu yönüyle orucun tacı oluyor.