Orucun söyledikleri
Nefes alıyor ve veriyoruz. Yola çıkıyor, eve dönüyoruz. Uyuyor, uyanıyoruz. Hastalanıyor, iyileşiyoruz. Acıkıyor, doyuyor, yeniden acıkıyoruz. Hayat sürekli bir uçtan ötekine yer değiştiriyor. Ölümle hayat arasındaki sarkaçta savrulup duruyoruz böylece. İlk nefesle son nefes arasına sayısız hengame yerleştiriyor, bir iyi, bir kötü, ömrümüzü sonlandırıyoruz. Dün böyleydi, bugün böyle, yarın da böyle olacak. Bu tuhaf, yalnız adanın gemisi asla durmayacak. Birileri inecek, sarsak adımlarla ilerleyecek kıyıya, birileri kıyıdan o gemiye binecek, kim bilir nereye, nasıl, gözden kaybolup gidecek. Ölümlü kalımlı dünya işte, kucağına alacak, sevecek, okşayacak, üzecek, hırpalayacak, sonra bir gün, bir yerde yalnızlığına terk edecek insanı.
Akşam oldu.
İftar vakti geldi. Sabahla başlayan açlık, gün boyu güçsüz bıraktı bedeni; ruhu
ve zihni kilitledi. Bir gölge gibi dolaştı oruçlu benlik. Ve şimdi, günün tam da
bu vaktinde, sofranın başında o ilahi yasak bütün bunları sonlandırmak için
akşam ezanıyla birlikte bedene alınan bir damla suyla yürürlükten kalktı.
Yemekler yendi, çaylar içildi, bedenin kapakları açılarak dünyayla arasındaki
mesafeyi yeniden birbirine yaklaştırdı, kana karışan yemek gözlere fer, zihne
ışık, ruha parlaklık verdi. Gün boyu askıya alınan benlik hayatın ortasına bir
daha sürüldü. Ve bu kez kirlerinden arınmış olduğu varsayılarak…
Dinlerin,
inançların sayısız ritüeli var. Öyle görünüyor ki oruç bunların içinde çok özel
bir yere oturuyor. Zamanın en ciddi kırılma noktalarından birinde duruyor. Hem
bedeni hem de onun gerisindeki iradeyi bir adım geri çektiriyor, sonra olduğu
yere bırakarak ona öncesinde olmayan yeni pencereler, yeni menfezler, yeni
kanallar açıyor. Oruç insanlığın en büyük mucizesi. Bitmiş olanı yeniden
başlatıyor, yorulmuş olanı yeniden gürbüzleştiriyor, sıradan olanı bir kez daha
sıra dışına dönüştürüyor. Bitmiş olanın yeniden başlama imkânları içinde en
tepede duruyor. En büyük sağaltıcı.
Gel gelelim ki
pek çok başka şeyde olduğu gibi burada da ciddi yanlış anlamalarımız var. O
yanlış anlamalar istikametimizi kaydırıyor, araçları amaç, amaçları amaç gibi
görmemize yol açıyor. Oruç aslında insan ile gezegenimiz arasında kurulan,
kurgulanan gramerde bedeni aracı kılarak ruhun kaybettiklerini ona armağan
etmek için var. Orucun insan bedeninin bütün bir sene boyunca yıpranan
dokularını dinlendirerek onlara yeniden işlerlik kazandırması sadece bir araç.
Onun içine yerleşmiş ve hayata oradan bakan ruhun dirilişidir asıl amaç. Eğer
bedensel yenileniş ruhsal ve zihinsel yenilenişe vesile olmuyorsa oruç gerçek
amacına asla ulaşmaz, ulaşmıyor. Oruç sonrasındaki benlik oruç öncekindekiyle
aynıysa, iyi, netliğe, huzura yönelik bir değişim yoksa bedenin eziyetinden öte
bir faydadan bahsedilemez. Oruç, bir şehre kara bulutları silip süpüren berrak
gök olarak gelirse gerçek işlevini yerine getirmiş olur. Kuraklığı rahmete,
hastalığı sıhhate tahvil ettiğinde görevini yapmış olarak ayrılır o şehirden ki
bayram bir anlamda orucun dışarı attığı zehri kutlamanın adıdır.
Oruç üzerinden
beden ruha fren vazifesi talimatı vermiyorsa fizik ile metafizik arasındaki işleyişin
vidaları asla sıkıştırılamaz. Çünkü hakikaten de bedenimiz kelimenin gerçek
anlamıyla ruhumuzun sözcüsü olmaktan ziyade aracısı konumunda. O sözcünün ruhu
tamire yönelik kısımları aksadığı sürece dünyadaki hiçbir oruç insanı ve
insanlığı bulunduğu bataklıktan kurtaramaz, kurtaramıyor. Bedenin temizliği
ruhun arınışına destek vermediği sürece kana karışan mikrobun bünyeyi ele
geçirmesinden daha doğal ne olabilir? Kötülük mikrobu elbette ki fiziksel
virüsten çok daha yıpratıcıdır. İnançlarımız ve onun ritüelleri ahlakımızı
güzelleştirmiyorsa, bizi düzgün ve örnek bir insana dönüştüremiyorsa ortada bir
yol kazası var demektir ve yola çıkan, varması gereken yere asla varmayacak
demektir.
Oruç tutuyorsak
ve olagelen kötülüklerimize devam ediyorsak sadece aç kalıyoruz, boşu boşuna
bedenimize eziyet çektiriyoruz demektir. Oruç tutuyorsak ve yalan söylemeye
devam ediyorsak hem de yalanlarımızı katlıyoruz demektir. Oruç tutuyorsak ve
adaletsizliğimizi adalete tahvil etmiyorsak da aynı durum geçerlidir. Oruç,
geride kalan on bir ay boyunca bütün o yapıp ettiklerimizin masaya konması,
oradan doğru olanlarının devamı, yanlış olanların büsbütün ortadan kaldırılması
gerektiğini söyler bize. Ve biz onun, orucun buyurduğunu yapmıyorsak orucun
bize kuracağı daha hangi cümle kalır ki? Oruç beden temizliğini ruh temizliğine
kavuşturmadığında ve ruh temizliği eyleyişe dönüşmediğinde kötülük olsa olsa
metafizik kıyafeti giyerek olduğundan çok daha vahşi hale gelir.
İnsanların da
toplumların da en büyük sorunu samimiyet eksikliğidir. Söylediğine inanmak,
inandığını söylemek… Bütün mesele budur. Kul hakkının başladığı ve bittiği yeri
gösterir oruç. Göğsünü gere gere kul hakkı yedikten sonra gün boyu aç kalmışsın
neye yarar? Başkalarına sabrı tavsiye ederken kendisi lüks içinde yaşayanlara
güvenmez oruç. Başkalarına hak hukuk tavsiye ederken kendisi hak gözetmeyenin
yüzüne bakmaz. Bir eli yağda öteki baldayken yoksula elinizdekiyle yetinin,
nankörlük etmeyin diyenleri sevmez oruç. “Komşusu açken, kendisi tok yatan
bizden değildir” diyeni sever, kendini doyurmak için bütün komşularını aç
bırakanları ise asla…