Ortadoğu'da Kürt siyasal alanı ile yüzleşmek-3-
SSCB'nin dağılma sürecine girdiği ve ABD'nin yeni dünya düzeninin kurulacağını ilan ettiği 1990 yılında Irak'ın Kuveyt’i işgal etmesi ile birlikte ABD uluslararası sisteme yön veren tek ve süper güç olarak dünya sahnesine çıkma imkanı buldu.
Zira 2. Dünya savaşından sonra oluşturulan en geniş uluslararası koalisyon bu krizle birlikte kuruldu. Tarihte ilk kez yaklaşık bir milyon Amerikan askeri Suudi Arabistan, Kuveyt ve Irak topraklarına ayak bastı.
ABD’nin geçmişte Kuveyt işgali aslında tarihi Kriminal bir vakaydı. O süreçle 11 Eylül saldırıları yeni bir düşman ideolojinin belirlenmesine vesile sayıldı ve Dünya uluslararası terör parantezine alınan siyasal İslam’a karşı seferber edildi.
O dönemde dolaşıma giren Ortadoğu’nun yeniden inşası çerçevesinde, siyasal İslam bir yandan savaşla bertaraf edilmeye bir yandan da demokrasinin ilkeleri üzerinden yeniden tanımlanmaya çalışıldı.
Aradan geçen bunca yılın sonunda karşı karşıya kalınan tablo ise her anlamda bir hezimet oldu. ABD tarihinin en uzun savaşını verdiği Afganistan'dan, yönetimi Taliban’a devrederek ayrıldı.
Yönetimin Fakto olarak İran'la paylaşıldığı Irak'tan ise muharip güçlerini çekti. Hedef aslında tüm orta doğudan mümkün olan en kısa zamanda ABD askerini çekmek olsada, bunun öyle olmayacağı herkesçe malumdu.
Bu haliyle Afganistan ve Irak bağlamında yaşananlar aslında ABD liderliğinde bir yeni dünya düzeni yaratma iddiasıydı.
Oysa orta doğudan bakıldığında en azından bu son 40 yılda ‘’ABD bu bölgede ne için vardı’’ sorusunun yanıtı ‘’neye karşıydı’’ sorusunun yanıtından daha netti diyebiliriz.
ABD başkanı biden tarafından da teyit edildiği üzere ABD artık orta doğuda mümkün olan siyasi gerçekliğe odaklanacaktı.
Bu haliyle ABD ilgisini ve enerjisini hayati çıkarlarının yeni adresi Asya Pasifik ve bir ölçüde Baltık bölgesine kaydırıyorken, Ortadoğu kendi iç dinamiklerine bağlı bir dönüşüm içine girebilecekti. Ancak ABD'nin bıraktığı boşluğu Rusya ve Çin'in hızla doldurduğu ve dünyanın bu kez de otoriter ve liberal ayrımı üzerinden kamplara bölünme yoluna girdiği Yeni jeopolitik düzende Ortadoğu'nun deyim yerindeyse kendi haline bırakılmayacağı anlaşılmış oldu.
Bu konuda süre gelen tartışmalarda iki temel konuda genel bir mutabakat olduğu söylenebilir; birincisi ABD bundan böyle orta doğuda askeri gücünü değil diplomatik ağırlığını kullanacak, ikincisi Ortadoğu'da düzeni değiştirmek değil korumak daha öncelikli olacaktı.
2000'lerden sonra Ortadoğu'da kurulmaya çalışılan ABD'ye dost ve müttefik ülkelerden oluşan elverişli güç dengesinin merkezinde konumlandırılan Türkiye ve Mısır’ın yerini 2020 itibarıyla artık Körfez ülkelerinin aldığını söyleyebiliriz. Bu Ortadoğu’da siyasi bir kırılmaydı. Bu çerçevede İsrail'in söz konusu dengedeki kadim yeri daha görünür ve güçlü bir seviyeye taşınırken mısır bu dengenin pasif bir bileşenine dönüştü.
Bugün Gazze’de Yaşananların siyasi alt yapısı o dönemde atılmış oldu.
Türkiye’ye gelince; Görünen O ki ABD son 30 yıldır Ortadoğu'da bazen merkeze yerleştirdiği zaman zaman yedeğe savurduğu Türkiye ile ilişkilerini İran faktörünü gözeterek şekillendirmesi gözden kaçmamalıdır.
ABD'nin Asya'ya odaklandığı durumda bile karşısına aldığı Çin ve Rusya'nın Ortadoğu'daki etkinliğini diğer bölgesel aktörlerden daha fazla İran ile iş birliği yoluyla artırdığı göz önüne alınacak olursa ABD Türkiye ilişkilerinde İran faktörü aynı şekilde belirleyici olmaya devam edecektir.
ABD Irak'ta Suriye'den farklı olarak Kürtlere yalnızca askeri değil siyasi ve uzun vadede sonuçları olacak destek verse de, bu siyasi desteğin şu an siyasi bir istisna olarak tek Irak politikası çerçevesinde şekillendiğini vurgulamak yerinde olur.
Öyle ki IŞİD ile mücadelenin en yoğun yapıldığı dönemde, üstelik büyük ölçüde Peşmerge güçlerine dayanarak bu mücadele yürütüldüğü halde ABD Bağdat'ın egemenliğini güçlü tutmak adına KBY güçlerine doğrudan silah yardımı yapmaktan kaçındı, hatta ABD sırf bu politikanın sürdürülmesi adına 2017'de gerçekleşen Kürdistan bağımsızlık referandumu sonrasında tartışmalı bazı bölgelerin; görünürde, etkisini kırmaya çalıştığı İran’ın Haşdi Şabi milis güçlerince tümüyle kontrol altına alınmasına dahi göz yumdu.
ABD'nin söz konusu alanla ilgili bölgedeki güçlerin dengelenmesi ya da bastırılması konusunda iş birliği yaptığı Türkiye yerine İran'ı tercih etmesinin en önemli nedenlerinden biride İran'ın Şii nüfustan dolayı Irak'taki etkisinin Türkiye'den farklı olarak Irak'ı bütünleştirme çabalarına hizmet etme konusunda daha etkili olmasıydı.
Sonuç İtibariyle Ortadoğu'da Kürtlerin soğuk savaş boyunca bir iç güvenlik sorunu, soğuk Savaş sonrası ise bir ölçüde demokrasi sorunu olarak ele alınmasında Başat rol oynayan ABD bugün de Kürtlerin kaderi üzerinde etkili olmaya devam ediyor.
Bu etkinin hali hazırda seyrini şekillendiren Orta doğuda güç dengesi oluşturma çabalarının ise Irak Sahasındaki en erken sonucunun son 30 yılda Irak Kürdistan’ında elde edilen siyasi ve ekonomik kazanımların büyük ölçüde kaybedilme tehdidi altında olmasıdır.