Orta Asya'nın Altın Çağı'nı Çocuklarımıza Anlatmalıyız
Bundan bin yıl kadar önce 800 ile 1200 yılları arasında Orta Asya’da bilim, kültür, sanat ve düşünce alanında insanlık tarihinin en büyük gelişmesi yaşandı.
Kazakistan, Özbekistan, Tacikistan, Kırgızistan, Türkmenistan, Afganistan ve Sincan’a kadar uzanan coğrafyada önemli keşifler yapıldı, büyük ve modern kentler inşa edildi, Aristo ve Platon’un eserleri tercüme edildi ve üzerine yeni düşünceler üretildi.
Düşünün, 999 senesinde birbirlerinden yaklaşık 400 kilometre uzakta bugünün Özbekistan ve Türkmenistan sınırları içinde yaşayan iki genç bilim adamı mektuplaşarak yıldızların arasında başka güneş sistemleri olup olmadığını tartışıyorlardı.
Bunlardan İbn-i Sina 18, Biruni ise 28 yaşındaydı.
600 yıl sonraBruno(1548-1600)
dünyadan başka gezegenler de var dediği için kazığa bağlanıp diri diri
yakılacaktı.
Orta Asya’da gerçekten büyük bilim adamları ve filozoflar yetişti.
Nedendir bilinmez bugün birçoğumuz İbn-i Sina, Biruni, Farabi ve Gazali gibi daha birçok bilim ve düşünce adamını Arap sanırız. Oysa İbn-i Sina Özbekistan sınırları içerisinde yer alan Buhara kentinde büyümüştü.
Ve yine İslam’ın en büyük kaynak kitaplarından hadis külliyatının yazarı olan Buhari de Orta Asya’da yetişmiştir.
Hükümdarı bile(Uluğ
Bey) yıldız yılının süresini Kopernik’ten daha doğru hesaplamış ve tespit
ettiği dünyanın eksen eğikliği bugün bile kabul görmektedir.
Felsefe en üst noktasına Aristo’dan sonra Farabi ile ulaştı. Öyle ki kendisine Muallim-i Sani(ikinci öğretmen) denildi.
Buhara, Merv, Ürgenç, Semerkant, Belh, Nişabur, Horasan, gibi kentler bilimin, düşüncenin, sanatın, ticaretin merkezi konumundaydı.
Örneğin o dönemde
Belh, “kentlerin anası” olarak görülüyordu. Keza Merv, dünyanın en büyük
kentlerinden biriydi.
Bu kentlerde kışın kömür ve benzeri maddeler yakılıyor ve evin içine döşenmiş borular ile ısı dağıtılıyordu.
Orta Asya kentlerini
özel kılan şey ise geniş çaplı sulama sistemlerine sahip olması ve ticaretin de
merkezi sayılmaları idi.
Dağdan gelen nehirlerin göl oluşturdukları havzalarda barajlar kuruluyor ve suyun kentlere peyderpey akması sağlanıyordu. Elbette bu kanallar sayesinde oluyordu. Örneğin Belh’te yirmi kanal oluşturulmuştu.
Ana kanalların yüz
kilometre uzunluğunda ve bazı yerlerde müthiş bir mühendislik sayesinde
tasarlanmış su kemerleri üzerinden gidiyor olması da önemliydi.
Diğer taraftan derinliği yüz metreyi bulan kanalların kilometrelerce uzunlukta olması ve kentlerin altından geçirildikleri düşünülürse bu altyapı mühendislik çalışmasının ne denli kıymetli olduğu sanırım anlaşılmış olur.
Bu sistemi çalışır
vaziyette tutmak için her türlü teknik beceriye sahiptiler. Sadece Merv’de bu
su sisteminde çalışan tam 12 bin kişi vardı. Bunlardan 300’ü dalgıçtı.
İşte bu şehirlerde entelektüel bir sınıf oluştu. Bugün bile modern bilimin kabul ettiği büyük icatlar yapıldı.
Bunun yanında süsleme
sanatı ve her ne kadar İslam’da suret çizmek yasak olarak bilinse de resim
sanatı da varlığını devam ettiriyordu. Örneğin Kemaleddin Bihzad dönemin büyük
ressamlarından biridir.
İçlerinde Hivi
el-Belhi, Ebu Bekir el-Razi ve İbn-i Ravendi gibi deist ve ateist düşünürler de
vardı Gazali gibi ehli sünnetâlimleri de vardı.
FrederickStarr, “Kayıp Aydınlanma” kitabında birçoğunun şarap içtiğini ve hatta şaraba övgü şiirlerinin bile yazıldığını söyler.
Sanırım bu dönemde en büyük keşif, bireyin keşfi idi. Bu özgürlük ortamında her türlü düşünce üretiliyor, bilim, sanat, kültür ve şehirleşme alanlarında büyük gelişmeler yaşanıyordu.
Bugün geri kalmışlığın en büyük nedenlerinden biri, bu zenginliğin, özgürlüğün ve çoğulculuğun yerine zihni daralmışlığın almış olmasıdır. Zihin daraldıkça, ilgi, yaşam tarzlarına odaklanıyor ve düşünmek yerini itaate bırakıyor.
Dolayısıyla bundan bin yıl önce var olan düşünce ve zihin ikliminden daha da geri bir halde bocalayıp duruyoruz.