Orman yangınları, seller, Batı ve bizler!..
Sokaktaki “Orman
Yangını ve İktidar” tartışmalarından birine denk geldim.
Orta yaşlarda bir zât,
“ormanlar yanarken vatandaşa çay
dağıtmaktan” bahisle oldukça sert lâflar edince, “60, 65 görünümlü” bir
vatandaş, “Yapmayın Allah aşkına!”
dedi.
“Ben Marmara Depremi’ni yaşadım. O günlerde, ülkenin
Cumhurbaşkanı ortalarda yoktu, zamanın Başbakanı, bakanları bölgeye üç gün
sonra ulaşabildi. Şimdi, memleketin neresinde bir felâket olsa, Cumhurbaşkanı,
bakanlar orada, herkes canını dişine takmış, mücadele veriyor. Bir çay işini
doladınız da dolanız dilinize! Hay, bunu da yapmayaydı da, dilinize bu sakızı
vermeyeydi!”
*
Lâfa girmek istemedim.
Milyonlarca canın
telef olduğu günlerde, “o parti, bu
parti” tartışmasına varan münakaşaların içinde yer almaktan uzak durma
halimi orada da sürdürdüm.
Canlarını ortaya
koyarak mücadele eden görevlilerin motivasyonlarına zarar verebilecek
tartışmalara, çekişmelere sebep olanlar arasında yer almamak için daha çok
izlemeyi tercih ettim.
Lâkin bir nokta
geliyor ki, sabrınız taşıyor.
“Bu felâketten nasıl olur da politik sonuç çıkartırım!”
zihniyetine yaslanan kampanyalar, bendenize de “Orada giden canlarımızın hiç mi önemi yok! Her şey politikadan mı ibarettir!”
dedirtiyor.
Sonra bakıyorum…
Samimiyetlerine
inandığım bazı arkadaşlar, “tepki”
niteliğinde bir şeyler yazıyor.
Bazı paylaşımlar maksatlarını
çok aşıyor.
Yapılanlar ortalığın
daha da karışmasından, tartışmaların daha da alevlenmesinden ve alanda
çalışanların motivasyonlarının zarar görmesinden başka işe yaramıyor.
Öte yandan, “savunayım” derken, tedbir ve
koordinasyon alanındaki bazı sıkıntıları da savunmak gibi bir durum meydana
geliyor.
Böyle olunca da,
sıkıntılar devam edip gidiyor.
Geçen akşım Prof.Dr. Mesut Hakkı Caşın’ın konuya
ilişkin değerlendirmelerine denk geldim.
Konuşmalarında siyasi
iktidarı hep destekleyen Sayın Caşın, bir yandan yapılanların hakkını verirken
diğer yandan da, “Bazı eksikliklerin, sıkıntıların
olduğu anlaşılıyor, bunların gereği de yapılmalı” diye not aldığım ifadeler
kullandı.
Siyasi iktidara destek
verenlerin “eksiklere ve sıkıntılara”
da dikkat çekmeleri çok önemli elbette.
Yapıcı eleştiriler
fayda sağlar.
Bilgi
sahibi olmadığım konularda ahkâm kesmeyi sevmem, “Orman yangınlarıyla mücadele için ülkenin elinde hangi evsaflarda, kaç
pilot, kaç uçak, kaç helikopter olmalıdır?” sorularına cevap verebilecek
durumda değilim.
Sayın
Caşın’ın özgeçmişine baktım;
“Amerikan Barosu Uluslararası Hukuk ve Uzay Hukuku
Bölümü’ne kabul edilmiştir. Türk Hava Kuvvetleri’nin farklı üslerinde görev
almıştır. 1988 yılında USAF’ın F-16 savaş uçakları projesinde Texas Lackland,
Colorado Lowry, Dallas Sheppard, Miami Homestead hava üslerinde eğitim
almıştır. Türkiye Genelkurmay Plan ve Prensipler Başkanlığı Uluslararası
Antlaşmalar Tetkik Subaylığı görevinden emekli olmuştur.” ifadelerine yer veriliyor.
Umarım Sayın Caşın ve bu alandaki diğer yetkin
isimler, orman yangınlarına müdahale alanındaki sıkıntılara, eksikliklere ve
yapılması gerekenlere dair raporlar hazırlayarak mücadeleye katkıda bulunurlar.
Bizler
de, faydalı çalışmaları haberleştirerek, köşelerimizde ve konuşmalarımızda yer
vererek üzerimize düşeni yapmaya çalışırız.
Mesele,
gerek orman yangınları gerekse
memleketimizin yüksek menfaatlerini doğrudan ilgilendiren diğer konularda,
birlik ve beraberlik içinde hareket edebilmekte.
Her
memlekette, “Ne kadar can ve mal kaybı
olursa, ne kadar kriz çıkarsa o kadar işimize yarar!” zihniyetiyle hareket
eden gruplar ve kişiler vardır.
Türkiye’deki
eleştirilerin ve tepkilerin tamamını aynı kategoriye alıyor değilim, çok samimi
tepkilerin olduğu da muhakkak ama “Fırsat
bu fırsat, ülke batsın, bize yarasın!” kafasıyla hareket edenlerin sayısı
da az değil.
***************
BAŞKA YERLERDE NELER OLUYOR?
Orman yangınlarına
ilişkin haberleri izlerken, dünyanın farklı yerlerindeki durumlara da
bakıyorsunuz haliyle.
Oralarda neler
yaşanmış, yaşanıyor, yangınlar ne kadar sürüyor, ne gibi tartışmalar oluyor,
felâketler esnasında “politik tartışmalar” oluyor mu, oluyorsa ne dozda oluyor?
“Gelişmiş” denilen
memleketlerdeki tabii âfetlere ilişkin birçok haber izlemişsinizdir.
AB’nin Oregon Eyaleti’nin
Bootleg Bölgesi’ndeki yangının bir aydır kontrol altına alınamadığına dair
haberleri okuyoruz, New York City’den daha büyük bir alan kül haline gelmiş,
binlerce kişi tahliye edilmiş.
Yetkililer, sadece bu
bölgede 2 binden fazla itfaiyecinin görevlendirildiğini ve yangın alanının
ancak yarısının kontrol edilebildiğini belirtiyorlar.
Kaliforniya’daki
Tamarack yangını bir aydır, Dixie
yangını ise 17 gündür söndürülmeye çalışılıyormuş.
Bizim hatta bulunan
bazı Avrupa ülkelerinde yangınlar devam ediyor, oralarda yangınların boyutları
bizimkinden çok küçük olmasına rağmen, yetkililer ciddi zorluklar yaşadıklarını
ve umutlarını büyük ölçüde “yağmur
yağmasına” bağladıklarını açıklıyorlar.
Geçen ay, Almanya ve
Belçika’daki sel felâketleri gündemdeydi.
Felâketin büyüğünü
yaşayan Almanya’nın çaresizliğini hep birlikte izledik.
Bizlere, bu ülkedeki
Türk sivil toplum örgütlerinin “yardım
kampanyalarına” dair haberler ulaştı.
Oralarda yaşayanların
ve özellikle de kardeşlerimizin durumlarını endişe ve üzüntüyle takip ettik.
Birçok yerde felâket
tabloları meydana geliyor ve bunlardan bazıları, ülkeler ne kadar güçlü
olurlarsa olsunlar, boylarını aşıyor.
Görüyoruz ki, oralarda
da bazı “politik tartışmalar” oluyor.
Özellikle Almanya’da
olan bitenlere baktım…
Orada “ihmal”
tartışması yaşanmış ama bizdeki gibi kurtarma çalışmalarına zarar verecek
ölçüde değil.
Bazı politikacılar ve
uzmanlar, bir takım tedbirlerin alınmadığından, bundan dolayı da önlenebilecek
can kayıplarının meydana geldiğinden bahisle, aynı tabloların önümüzdeki
yıllarda meydana gelmemesi için çalışmalar yapılmasını talep etmişler.
Bizdeki gibi “yıkıcı”,
“moral dağıtıcı” tartışmalar olmamış, söylenenler varsa da gündemi çok fazla
meşgul etmemiş.
Mesela…
Almanya’da, bazı
siyasiler “ihmallerden” bahsetmiş.
İçişleri Bakanı Seehofer de eleştirilere, suçlamaları "Kenetlenip, yardım
çalışmalarına odaklanmak yerine, bazı partiler yaşanan doğal sorunları seçim
propagandaları için kullanıyorlar, kabul edilemez bir tutum" diyerek
cevap vermiş.
Bunlar siyasetin tabiatında olan işler ama oralardaki
tartışmalar bizdeki gibi sert ve keskin olmuyor.
Bizdeki tartışmalar
niçin bu kadar haşin ve yıkıcı oluyor da, oralarda bu işler “usûlet ve suhûlet
ile” götürülüyor?
Birkaç sebep?
Türkiye’nin dışarıdan
karıştırılmak istendiğini biliyoruz.
(Ne yalan söylemeli,
bizler de Fransa’nın, Amerika’nın, Yunanistan’ın karışmasına hiç de
üzülmeyiz!..)
Öte yandan…
Türkiye bazı
meseleleri hâlâ hal yoluna koyamadı.
“İdeolojik”
tartışmalar her durumda öne çıkartılıyor.
Bu yangın tartışmaları
esnasında, “laiklikle, cumhuriyetin değerleriyle hesaplaşma” gibi bir takım
lâflar gördüm.
Ne alâkası varsa!..
Bir başka mesele,
Türkiye’de “sistem” neredeyse yok.
Koordinasyon neredeyse
yok.
Büyük felâketlerin
meydana geldiği “gelişmiş”
ülkelerde, yetkililerin konuşmaları arasında derin farklılıklara, çelişkilere
pek rastlanmıyor.
Oralardaki
tartışmaların daha ziyade bilgiye yaslandırıldığı, “ağzı olanın konuştuğu” ortamlara pek itibar edilmediğini görüyoruz.
Ekranlara sabitlenmiş
bu tipler, uzmanı olmadıkları konularda “göbekten
bağlı bulundukları politik anlayışa
yaranmak için” atıp tutuyor, akım derken kakım diyorlar…
Bizde, her konuda
ahkâm kesen “herÇokolog” tipleri
var.
Hiç unutmam, bir resmi
programı takip için Norveç’teydik.
Otel lobisinde,
BBC’nin 60’ını aşmış “ulaştırma
muhabiri” ile sohbet ediyorduk..
Yanında bir ton
doküman vardı.
Bir hafta boyunca,
Türk-Norveç heyetleri arasındaki görüşmeleri takip için hazırlanmış.
Bu alanda çok uzun
yıllar öncesinden başlayan çalışmaları varmış, yine de her haber için uzun uzun
hazırlanıyormuş…
Bizim memleket için ne
kadar lüks!