Önyargı en büyük kâbusudur ruhun
Üniversiteden
mezun olduğum yıl yüksek lisansa başvurmuştum. Felsefe Tarihi bölümünden yüksek lisans yapma başvurum kabul
edilmişti. Üniversiteye hazırlanırken beraber ders çalıştığım bir arkadaşım
üniversiteyi kazanamamıştı ve kısa yoldan ticarete atılmıştı. Allah yüzüne
bakmış ve bir şehirde büyük bir üniversitenin yakınında kafe işletiyordu. O
günlerde yolum o şehre düşmüş ve gitmişken arkadaşımın çayını içeyim diye yanına
uğramıştım. Sohbet, muhabbet derken üniversiteyi kazanamadığını ancak hayata
kestirme yoldan geçiş yaptığını anlattı. Bunları anlatırken de yüreğinin bir
tarafında saklı duran okuyamamış olmanın sızısını gizlemeye çalışıyordu.
Daha sonra
garsonu çağırdı. Garson yanımıza gelince garsonun üniversitede okuduğunu ve yaz
aylarında yanında çalıştığını söylerken bile “Okuyamadım ama okuyanlar benim
yanımda çalışıyor.” edasına bürünmüştü. Bu da yetmezmiş gibi yarasına
tuz basarcasına beni de çalışanına takdim ederken İlahiyat Fakültesinden mezun olduğumu ve Felsefe Tarihi bölümünden yüksek lisans yaptığımdan bahsetti. Bunun
üzerine garson kız:
- Nasıl yani, anlayamadım! İlahiyat
gibi ön yargılı bir bölümden mezun
olacaksınız ve felsefe gibi ön yargısız
bir bölümden yüksek lisans yapacaksınız. Bu nasıl bir çelişkidir? diye sorunca, dil işte bu, kemiği
yok ki, hemen cevap verdim:
- Pardon, ama şu an kim ön yargılı
davrandı?
Bu sözüm
üzerine garson kız mahcup bir edayla başını önüne eğdi. Bunun üzerine arkadaşım
söze girerek konuyu kapattı.
- Hadi kızım, sen bize iki tane ön yargısız çay getir, içelim.
***
Evet,
maalesef ama en iyi bildiğimiz işlerin başında “insanları etiketlemek”
geliyor. Bucu, Şucu, Ocu... cı, ci, cu kavramlarını o kadar rahat
tüketiyoruz ki, kavramları tüketirken insanlığımızı ve etrafımızdaki insanları
da tükettiğimizi fark etmiyoruz.
Sonuna -izm
eklediğimiz kelimelerle insanları ötekileştirmek gibi bir meziyetimiz var! Ötekileştirirken
de kendimizden uzaklaştırdığımızı ve araya yıkılması imkânsız duvarlar
ördüğümüzü fark etmiyoruz. Yaftayı koyunca karşına almak daha kolay geliyor
insana. Karşındakiyle aranda var olan köprülere dinamit koyup patlattığının
farkına varmadan.
Ortaya bir
değer koymak ve değerler üzerine bir dünya inşa etmek fikri o kadar uzaklaştı
ki zihnimizden, peşinden gitmeye bile mecalimiz kalmadı. Yenilgiyi peşinen
kabullendiğimizi bile kendimize itiraf etmekten aciz hale geldik.
Sohbet
etmenin, oturup birlikte çay içmenin bir şablonu veya kalıbı yok. Herkes,
herkes ile pek ala muhabbet edebilecekken biz takındığımız maskelerin
arkasından birbirimizi vurarak kaçıyoruz birbirimizden ve birbirimizden kaçarak
ufalıyoruz maskelerimizin arkasında. İçimizde kopan fırtınalara kulak tıkayıp
vesvese ile kol kola girerek kırıp döküyoruz birbirimizi. Nihayetinde kırık bir
kalp, örselenmiş duygular ve birbirinden kaçmaya yemin etmiş insanlar kalıyor
avucumuzda. Avucumuzdan kayıp gidiyor gelecek adına büyüttüğümüz düşler.
Biri ırkçı, diğeri
gerici, beriki bölücü, karşıdaki hain, daldan dinci, budaktan solcu, gövdeden
faşist ve bu yaftaları bize vuran da AYDIN, ENTELEKTÜEL, MEDENİ. Tabi
yersen. Yemiyoruz ama zorla yediriyorlar bize. Aşımıza katıp yediriyorlar,
sözümüze katıp söyletiyorlar, gözümüze gözümüze sokuyorlar, nihayetinde bu nifakı
ruhumuza işliyorlar.
Aynı masada
oturup sohbet edip, yemek yiyip, çay içmek dururken bize masanın altında
birbirimizi yeme rolünü biçiyor masanın üstündekiler. Adına entelektüellik, medeniyet dedikleri
edayla.
Hafiften
irkilmeye başlasak, hani masa hafiften sallansa korkularını yüzlerinden çok iyi
okuyabileceksin. İşte o hafif sarsıntıya tahammülsüzlükleri de bundandır.
Kol da
bizim, yen de... Kırılsan da kırma. O kırgınlık yen içinde tedavi olur elbet.
Aksi takdirde kırıla kırıla kol da gider elden yen de... O vakit kırgınlıklarının
tedavisi de imkânsızlaşır. Öteledikçe
ötelenirsin ve öteleniriz.
Ön yargı en büyük kâbusudur ruhun. İnsan tüm kâbusları gece rüyasında
görürken, ön yargı kâbusunu gündüz kendini en uyanık zannettiği uykusunda
görür. Lakin bunun kâbus olduğunun bile farkında değildir. O kadar sinsidir bu kâbus.
Bu sinsiliği
fark edecek feraset zihnimizde ve ruhumuzda mevcut. Gelin insanlık paydasında
buluşarak birbirimizi paylamadan, bölmeden ötekileştirmeden olduğumuz gibi
kabul edelim. “Yaratılanı sevelim Yaradan’dan ötürü…”
Kâbusu
sadece rüyalarımıza hapsedip, aydınlık bir günün sabahında önyargısız bir
şekilde birbirimizi severek ve sevdiğimizi söyleyerek başlayalım güne. İşte o
zaman güzel günlere kapı aralamış olacağız.
Ves-Selam