Onurun fakircesi!
16
yaşındaydı henüz. Çok erken yaşta babasını kaybetmişti Ali. Zaten yoksul olan
babası, evin en büyük çocuğu olan Ali’ye miras olarak dürüstlüğünden gayrı bir
servet bırakmamıştı. Annesi onlara hem annelik hem babalık yapıyordu. Ali annesine
yardımcı olmak ve kendisinden küçük iki kız kardeşine bakabilmek için okulunu
bitirmeden şehirdeki oto tamircisinde çırak olarak işe başlamıştı.
Kendisine
verilen işi en iyi şekilde yapan Ali kısa sürede sanayi esnafı tarafından tanınır
bir genç olmuştu. Kimi dürüstlüğünden dolayı, kimileri çalışkanlığından,
kimileri de beyefendiliğinden dolayı Ali’yi çok sevmişlerdi. Öyle ki “gel yanımızda daha çok ücret verelim”
diyenlere, “ustamı para için bırakmam”
diyordu. Bu ahlakı onu daha çok sevdirmişti sanayi esnafına.
Askerlikte
de askeri araçların bakım, onarım ve tamiratında çalışmış, askeriyedeki
uzmanlardan çok şey öğrenmişti Ali. Tezkere aldıktan sonra evlenmiş, işine de
kalfa olarak devam etmişti. İşindeki becerilerini askerlikte daha da
geliştirmiş, adeta işin uzmanı olmuştu.
Lakin
hayatta her şey insanların istediği gibi olmuyordu. Kimilerini yoklukla,
kimilerini kazalarla, bazılarını da varlıkla sınıyordu Yaradan.
Bir gün
hassasiyet gerektiren bir iş çıkmıştı. Ali aracın tamiri için azami gayret
gösteriyordu. İş yerinde bu araçla ilgilenirken havada askıda bulunan ve diğer
çalışanların sorumluluğundaki bir aracın aniden yan kayması ile omuzuna ağır
bir darbe almıştı Ali. Derhal hastaneye kaldırılan Ali’ye gerekli müdahaleler
yapılmış ancak aylar süren tedavi sonuç vermemiş, Ali’nin bir kolu kullanılamayacak
duruma gelmişti.
Büyük
şehre göçtü Ali. Koluma çare bulurum umuduyla gitmedik doktor bırakmadı. 2 yıl
boyunca tedaviler kolunu kurtarmaya yetmemişti.
Çalışma
azmini yitirmedi. Tek kol ile de olsa helalinden rızkını kazanıp hem
kardeşlerine hem de yeni doğan kızına ve cefakâr eşine bakıyordu. Eşi de bazen
komşuların önerdiği evlere gidip temizlik yapıyordu.
Ali
yıllarını tek kol ile çalışarak geçirdi. Annesini kaybetmiş, kız kardeşlerini
de büyütüp evlendirmişti.
…
Kızı Selma
artık yürüyecek yaşa gelmişti. Ali ile eşinin tatil günleri mevsimin müsait
olduğu günlerde Selma’yı gezdirmek ile geçiyordu. Yine böyle bir günde kızları
Selma’yı gezdirmek için manavın önünden geçiyorlardı. Selma babasının tuttuğu
elini sallayıp:
Baba bana muz alır mısın? dedi.
Ali sessizce,
“Evde konuşmuştuk, bugün paramız yok,
biraz dolaşıp eve döneceğiz diye.” Selma moralini bozmadan, “Peki baba” dedi. O sırada arkalarında
yürüyen adamı fark etmemişlerdi. Adam Ali ile kızı Selma’nın konuştuklarını
duymuş ve bu konuşmadan son derece etkilenmişti. Adam derhal gidip manava, "Bu
adam ile çocuğuna iyi bak. Şimdi şu muzdan 2 kilo tart, biraz sonra buradan
geçecekler. Hemen önlerine atla ve babaya ‘Abi, hani geçen hafta bozuk param
kalmadığı için paranızın üstünü verememiştim ya. Eğer isterseniz size onun
yerine muz vereyim, olur mu’ diyeceksin” der.
Manav
sebebini sorar. Adam:
Kızı muz istedi, babası paramız yok, inşallah haftaya
alırım, dedi. Çocuğun canı muz çekmiş, baba da eşi ve çocuğunun yanında rencide
olmasın. Bunu yaparsan hem sevaba girer hem de bereketlenirsin, dedi.
Ali ile
eşi dönüşte Selma muzları görmesin diye öbür kaldırımdan eve dönünce manav da
karşı kaldırıma geçip önlerine fırladı:
“Abi, hani geçen hafta bozuk param kalmadığı için
paranızın üstünü verememiştim ya. Eğer isterseniz size onun yerine muz vereyim,
olur mu?” dedi.
Ali durumu anlamıştı, sesini çıkarmadı, manava dönüp sessizce teşekkür edip
yoluna devam etti. Selma babasının elindeki poşetten bir muz çıkarıp yemek
isteyince Ali, “Dışarıda yeme kızım, belki alamayan vardır, onun da
canı çeker, evde yersin olur mu?” dedi.
Selma,
başını sallayarak babasına hak verdi.
Dükkânın
içinde olanları seyreden hayırsever adam muzları Ali’ye vermenin mutluluğu ile
içeri giren manava muzların parasını uzattı, parayı almadı manav, gözyaşlarına boğuldu: birini mutlu etmek bu kadar mı kolay?
Evet, dedi adam. Ama bütün mesele aynı zamanda babayı da utandırmamak.