Ontolojik ve epistemolojik devinim
“Batı” derken öncelikle Batı düşüncesini kastettiğimizi belirtmekle başlayalım. Bugünkü Batı düşüncesi, modern temellere dayanıyor. Modernlik, insanı merkeze almakta ve bu bağlamda Tanrı’ya ihtiyaç duymadan insanın bir dünya kurması üzerine temellenmektedir. Descartes’ın “cogito”suyla başlayıp Kant’la birlikte devam eden süreç, artık hakikat konusunda da başka bir bağlamı ajandamıza taşımıştır.
Bunun doğal bir sonucu olarak Batı’da modern dönemde neredeyse her şey yeniden bir araştırmanın konusu olmuştur. Dinlerin yaratılış teorileri, ilk insanın cennette ikameti ve yeryüzüne indirilişi; nihayetinde insanın bu dünyadaki anlamı artık değişmiştir. Böylece Darwin gibi düşünürler insanın kökeni için geriye doğru iz sürmüşler, benzer tartışmalar antropolojide de yapılmıştır. Yine Freud’dan başlayarak psikoloji, insana dinlerden farklı yüklemeler yapmış; son tahlilde din ile modern dönemdeki öğretiler birbirinden farklılaşmıştır.
Batı’da modern düşünce üzerine devasa bir dünya kuruldu. Habermas gibi düşünürler modernliğin kendisini yenileyerek devam ettirdiğini öne sürerken, postmodern bir döneme evrildiğimizi düşünenler de vardır. Fakat son tahlilde Batı’nın inşa ettiği dünyayı aşacak, tekemmül etmiş bir düşünce üretimi söz konusu olmamıştır. Bunun siyasal, ekonomik, kültürel bir takım sebepleri sıralanabilir. Batı sömürgeciliği ve baskıcılığı, hegemonya, kapitalizm, küresel aktörler vb. Ancak şunu kabul etmemiz gerekir ki, Batı’nın gerek kurumları gerekse düşünce sistematiği karşısında, insanlığa sunulmuş bir düşünsel öneri yoktur.
Belki Müslüman toplumlar içerisinde bazı kişiler ve entelektüeller, “İslam düşüncesi” şeklinde bir alternatiften bahsedebilirler. Özünde potansiyel olarak İslam düşüncesinin ve bakış açısının önemli olduğunu düşünmekle birlikte, bunun bugünkü şartlarda tekemmül etmiş bir düşünce biçimine dönüşemediğini de kabul etmemiz gerekir.
Bir toplumda eğer gelişmeden bahsedeceksek, bunun öncelikli şartı temel sorunlar üzerine altenatif düşünceler ve düşünce sistematiği geliştirebilmektir. Söz gelimi; nasıl bir devlet dendiğinde, teorik olarak devlet düşüncesi üretilebilmiş değildir. Aynı şey, sivillik, sanat, kültür, eğitim, çevre, şehir vb. birçok konuda da böyledir. İslam dünyası tüm bu problemleri devasa bir şekilde yaşarken, bu coğrafyalarda farklı felsefe ve düşüncelerin henüz tekemmül etmiş bir şekilde üretilemediğini görmemiz; bir atılımdan bahsedilecekse, bunun ilk adımının düşünce olduğunda ısrar etmemiz gerekir.
Müslüman toplumlar olarak bir çok konudan şikayet ediyoruz. Gerçekten siyasal, sosyal, kültürel ağır sorunlar yaşanıyor. Bunlardan bir kısmının bahsettiğimiz gibi Batı’nın ve farklı güç merkezlerinin sömürü ve hegemonyası sonucuna dayandığı gerçeğini kabul ediyoruz. Ancak soruyu bir de peki ne yapmalıyız ve nereden başlamalıyız diye sorarsak, en azından yapabileceklere odaklanabiliriz.
Batı modernitesi devasa bir dünya kurdu ve bu dünyanın ilk başta temelinde bir ontoloji ve epistemoloji yatıyor. Yıprandıkça düzeltmeler yaparak kurduğu bu dünyayı yaşatmaya çalışıyor. Yani bu dünyanın tamamı bir tahakküme dayanmıyor. Post/Modern paradigma dünya ölçeğinde yaygınlaşmış durumda. Bu paradigmayı düşünce ile beslemeye devam ediyor.
Müslüman toplumlar, belirtmek gerekir ki Batı düşüncesi karşısında hala düşünsel anlamda tıkanmış oldukları durumlarını koruyorlar. İşin gerçeği, düşünce üretimini çok uzun bir yol şeklinde gördüklerinden, pratiklerle hayatlarını idame ettiriyorlar. Paradigmasını Batı’nın kurduğu bir dünyada ontolojik ve epistemolojik bir devinim yaratamadığımız sürece, sorunlarımız devam edecek gibi görünüyor.