"Onların mallarından zekât al!.."
İslâmın beş rüknünden biri olan zekât; lügatteartış, temizlik ve bereket demektir. Dinde ise, şer’anzengin olan bir kimsenin malının belli bir miktarını, ihtiyacı olan müslümanlara zekât niyetiyle vermesidir. Fakirin hakkı çıkarılarak malı, cimrilik kirinden arındırarak da şahsı temizlediği ve malda berekete sebep olduğu için bu malî ibadete zekât denilmistir. Âyet-i kerimelerde buyuruldu ki: “Onların mallarından zekât al ki, bununla onları temizleyesin ve arındırasın.” (Tevbe103) “Siz hayır yolunda ne harcarsanız, Allah onun yerini doldurur.” (Sebe 39) Ayrıca malı temizleyip sıhhat ve kemaline sebep olduğu ve kişinin imanındaki sadakat ve olgunluğu gösterdiği için zekâta “sadaka” da denilmiştir.
Bir şeyin önemi, insanlığın ona olan
ihtiyacı ve temin ettiği fayda ile ölçülür. Zekâtın; zekât veren, zekât alan ve
zekâtalınıp verilen toplumda sağladığı faydalar gözönüne alındığında, onun ne
derece büyük bir ehemmiyet ifade ettiği kendiliğinden ortaya çıkar. Zekât, her
şeyden önce kulun, AllahüTeâlânın yüce emrine itaat edip, kulluğunu
göstermesinin en güzel bir nişânesidir. Çünkü, zekât vermeyi Allahü Teâlâ emretmiştir.
Kulun vazifesi de; Rabbi tarafından emrolunduğu şeyiyapmaktır. Müslüman;
sevdiği, inandığı Rabbi’nden aldığı bu yüce emri; canının yongası olan malını hiçbir maddî
karşılık beklemeden vererek yerine getirir.
Zekât, aynı zamanda AllahüTeâlânın
nimetlerine karşı bir şükürdür. Müslüman şöyle düşünür; elimdeki servet, yüce
Allah’ın ihsanıdır. Nice insanlar vardır ki, benden daha güçlü ve daha bilgili
oldukları halde bu mal varlığından yoksundurlar. Dolayısiyla yüce Mevlâ’nın
nimetlerine karşı şükretmek gerekir. İşte bu şükür, farz olan zekâtın
ödenmesiyle yerine getirilmiş olur. Müslüman, böylece şükür vazifesini yerine
getirirken, aynı zamanda malının bereketlenip artmasını sağlayacak önemli bir
işi de yapmış oluyor. Çünkü ayet-i kerimede buyuruluyor ki: “Eğer
şükrederseniz, ben nimetlerimi daha da artırırım, ama nankörlük ederseniz,
haberiniz olsun ki, azabım pek şiddetlidir!” (İbrahim 7) Bir hadisi serifte
de: “Mallarınızı zekâtla koruyunuz, hastalarınızı sadaka ile tedavi ediniz,
bela dalgalarını da dua ile karşılayınız.” (El-Cami’us-Sağir 3728)
buyurulmaktadır.
Zekât; mü’minlerin Allah sevgisini, mal ve
servet sevgisinden üstün tuttuklarının güzel bir göstergesidir. Çünkü zekâtını
veren kimse, hiçbir maddî karşılık beklememektedir. Bunu, sadece ibadet
niyetiyle Allah rızası için yapmaktadır. Binaenaleyh zekât vermek; “Ey
müminler! Mallarınız ve çocuklarınız sizi Allah’ı anmaktan alıkoymasın, böyle
olanlar hüsrana uğrayanlardır.” (Münafikun 9) ayet-i kerimesinin işaret
ettiği mânâyı gerçekleştirir.
Zekât, çok kuvvetli bir iman alametidir.
Öyle ki müminlerle savaşan müşrikler, tevbe edip namaz kılmaları ve zekât
vermeleri halinde, savaş hali ortadan kalkar ve o kişiler müminlerin din
kardeşi oluverirler. Allahü Teala şöyle buyuruyor: “O halde, hürmetli (yasak)
aylar çıkınca, artık o müşrikleri bulduğunuz
yerde öldürün; onları yakalayıp esir edin, onların geçebileceği bütün
geçit başlarını tutun. Eğer tevbe eder, namaz kılar ve zekâtı verirlerse,
onları serbest bırakın. Allah’ın mağrifeti ve rahmeti boldur.” (Tevbe 5)
Kalplerde büyük bir yer tutan mal mülk
sevgisi, insanı yüksek duygulardan yoksun bırakır ve bazen insanı fena işler
yapmaya sürükler. İşte zekât sayesinde, kalbin bu zararlı duygusuna ve meyline
direnilmiş ve nefis de cimrilikten kurtulmuş olur.
Zekât, muhtaçlar açısından da son derece
önemlidir ve onlar için çok büyük bir sosyal güvencedir. Çünkü zekâtın
kimlerden alınıp kimlere verileceği, bizzat Kur’an-ı kerimde açıkça
bildirilmiştir.
Zekât, insanlar arasındaki dayanışmanın
sağlanmasına yardımcı olur. Zenginlerle fakirler arasındaki mesafeyi daraltır.
Fakirlerin gönüllerinde, zenginlere karşı doğabilecek kıskançlık ateşini
söndürür. Peygamber efendimiz:“Zekât, İslam’ın köprüsüdür.”
(El-Câmi’us-Sagir 4589) buyurmuştur.
Zenginin; para kazandığı çevreye teşekkür borcu vardır. Bu borç da, o
çevredeki yoksul ve perişan insanlara yardım elini uzatmaktır. Âyet-i kerimede
buyuruldu ki: “Zenginlerin mallarında fakir ve yoksulların hakkı vardır.”
(Zâriyat 19)