Dolar (USD)
35.20
Euro (EUR)
36.70
Gram Altın
2958.99
BIST 100
9626.56
02:17 İMSAK'A
KALAN SÜRE
26 Eylül 2022

​Önce zihin eğitimi

“İnsan olmak bakımından hakkımız olan bir mutluluğa erişebilmek için eğitim bize lazım. İnsan olmak bakımından elde edebileceğimiz bir duyarlılığa sahip olmamız için o eğitimi vermemiz lazım” diyor Prof. Dr. Ahmet Arslan Hoca.

Bahsettiği eğitim “zihin eğitimi” yani insanın aklını kullanabilme, doğru kullanabilme becerisini kazandırma yönünde verilen bir eğitim.

Neticede insanın ayırt edici özelliği zihin ise yani düşünme melekesine sahip bir varlık isek önce bunu öncelememiz gerekmez mi?

Bendeniz yıllardır “neden bir eğitim felsefemiz yok” şeklinde sorular sorar, sonra da kendimce bazı önermelerde bulunurdum.

Bunun artık beyhude bir çaba olduğunu nihayet öğrenmiş bulunmaktayım.

Yine kendi düşüncemi söyleyeyim; eğitim sistemleri, düşünen, sorgulayan, soru soran, özgür insan tipi istemiyor onlar daha çok kolektif yapı içinde belirli kalıpları yerine getiren ve bu yapıya uyumlu itaatkâr insan tipi istiyor.

EricHoffer “Kesin İnançlılar” adlı eserinde esasen özgürlüğün de bireye ciddi bir sorumluluk yüklediğini söyler.

Örneğin tercih özgürlüğü, başarısızlığın tüm suçunu bireyin omuzlarına yükler. Ve özgürlük birçok işe teşebbüs etme cesareti sağlayacağından başarısızlığı ve hüsranı kaçınılmaz olarak çoğaltacaktır.

Neticede bir insan kendisine başarı sağlayacak yeteneğe sahip değilse özgürlük onun için sıkıcı bir yük olacaktır.

Şunu demek istiyor Hoffer, bir kitle hareketine kişisel sorumluluktan kaçmak ve özgürlüğün yüklediği yükten kaçınmak için dahil oluruz.

Bu daha kolay bir tercihtir zira başarısızlığının bedelini üstlenmek istemez. Şunu demek istiyorum; belki de diyorum eğitim, özgürlüğün yüklediği sorumluluktan kaçanların peşinden gidiyor.

Diğer taraftan herkesin kafasında kendine göre bir eğitim modeli var. Kimi İslami kimi bilimsel kimi de ilerici, çağdaş, seküler bir eğitim modelini savunuyor.

Kamusal alanda bireylerin saygı çerçevesinde birbirleriyle gerçekleştirdiği ilişkileri belirli bir seviyede tutmak ve onlarda duyarlılığı, hassasiyeti geliştirmek amacı güden ve bunun da yolunun eğitimden geçtiğini savunan çok sayıda insan var.

Kuşkusuz doğru bir yaklaşım ancak toplumsal ilişkilerimize bakıldığında toplum olmanın, bir arada yaşamanın gerektirdiği seviyede duyarlı bir ilişki geliştirmediğimiz görülmektedir.

Çünkü eğitimin de bizim de toplumdan anladığımız şey çok farklı.

Yine Ahmet Arslan Hoca’nın ifadesiyle söyleyecek olursak; toplum, üyelerinin hem bireyselliği, hem farklılığı, hem bilinci olan, hem ne için bir araya geldiklerini bilen, hem de güçlerinin farkında olan, toplumu niye kurduklarını bilen ve bu amaca uygun davranan insanlardan meydana gelir.

Peki, bizler bir birey olarak toplumdaki yerimizi ve konumuzu bu çerçevede anlamlandırabiliyor muyuz?

Ya da eğitimin toplumdan anladığı tam olarak böyle bir şey midir?

O halde neden birbirimize karşı tahammülsüzüz? Ve neden birbirimize karşı hoşgörülü değiliz?

Spinoza’nın ifadesiyle, neden inanmak ve düşünmek konusunda tam anlamıyla bağımsız değiliz?

Ne diyordu Spinoza; “dışsal itaat” “içsel manevi faaliyetten” daha güçlüyse demokrasilerimiz ve özgürlüklerimiz zayıflama tehlikesiyle karşı karşıya kalır.

Bu bakımdan yurttaş eğitiminin hayati olduğunu ifade eder. Ancak bu eğitim genel bilgilerin öğrenilmesiyle sınırlı kalmamalı; birlikte yaşamayı, kendini tanımayı ve akla başvuruyu kuvvetlendirmeyi de içermelidir.

Kısacası iyice doldurulmuş kafalar değil olgunlaştırılmış kafalar üretmeyi hedefleyen bir eğitim sistemini savunmalıyız.

İyi de bireyi toplum içinde eriten, itaatkâr robotlara dönüştüren, soru sordurmayan, aklını kullanmasına müsaade etmeyen bir eğitim sisteminde bu mümkün mü?

O yüzden diyorum, önce zihin eğitimine önem vermeliyiz. Belki felsefe sonradan gelir.