Önce Üstadı dinlemek lazım
Bizler amansız çöllerde ve
kaskatı bırakan buzullardaydık... İmanımıza, mukaddesatımıza el uzatılmış,
özgürlüğümüze prangalar vurulmuştu… Yüreğimizi ısıtan camiler ihanet görmüş ve kulaklarımızdan
ruhumuza hayat damlatan ezanlar susturulmuştu… Bambaşka değerlerde olan
milletimizi başkalaştırmaya – değersizleştirmeye çalışmışlardı... Dışımıza batı ambalajı, içimize bir sürü
şüpheler giydirmişlerdi... Müslümançocuklar
sapık düşüncelere esir edilerek, İslam düşmanı haline getirilmişti... Bize ait ne varsa elimizden alınmış, zorla
düşman dediklerine benzetilir olmuştuk... Her şey, sadece sloganlarda var
olan düşmana benzer hale gelmişti. İçi boş fötr, iman dolu başlara zorla
geçirilmeye çalışılmıştı. Hakka eğilen başların çocukları sefahate eğdirilir
olmuştu...
İşte bu imdat edilmesi gereken
zamanlarda, tefekkür kürsüsü dağlardan ve soğuk hücrelerden gerçek özgürlük ve
bağımsızlık yanlısı ve samimiyet dolu bir ses yükseldi ve çınlattı Anadolu’yu
bir baştan bir başa...
İçimize giydirilen şüpheler bir bir yırtılarak, kendi özümüze dönmeye
başladık... Küfrün belini kıran O ispat dolu ses, sadece Anadolu’da kalmadı;
dalga dalga dünyaya yayıldı… Barla’ya
düşen elmas taşının çıkardığı daireler en uzak yerlere kadar yayılmıştı…
İşte şimdi Nurun aksisedası Şili’den, Peru’dan, Yeni Zelanda’dan kısaca;
dünyanın her yerinden geliyor ve diller farklı olsa da aynı hakikati
anlatıyor… Bediüzzaman’ın yazdığı
reçeteler ellerden ellere dolaşırken, dillere cesaret geldi gönüllere iman…
Vicdanların etrafına çevrili tüm duvarlar yıkıldı, gözlere çekili perdeler
yakıldı, akıllar, akıl Sahib’ine imanla aydınlatıldı… Ve Risale-i Nurlar, dikkatle okuyup, dikkatle dinleyenlerin samimiyeti
ile muhtaçlara çare oldu, travmaları yok eden psikolog oldu. Üsdadımızın: “Harb-i umumiyi gören ihtiyardır.” Hakikati
gibi; tek parti döneminin baskısı da herkesi ruhsal travmalar sahibi etmiş bir
gerçektir. Hürriyet aşığı bir millet, esaret altına alındığında, hürriyet aşığı
Bediüzzaman: “En ziyade muhtaç olduğum
ve hayatımda en esaslı düstur olan, hürriyetimdir. Asılsız evham yüzünden,
emsalsiz bir tarzda hürriyetimin kayıtlar ve istibdatlar altına alınması, beni
hayattan cidden usandırıyor. Değil hapis ve zindanı, belki kabri bu hale tercih
ederim. Fakat, hizmet-i imaniyede ziyade meşakkat ise ziyade sevaba sebep olması
bana sabır ve tahammül verir. Madem bu insaniyetli zatlar benim hakkımda zulmü
istemiyorlar, en evvel benim meşru dairedeki hürriyetime dokundurmasınlar. Ben
ekmeksiz yaşarım, hürriyetsiz yaşayamam.” Diye haykırmıştı… Hürriyete bu denli önem veren Üstadımızın
eserleri konuşurken, elbette onun hürriyetine de aynı ihtimamı göstermek lazımdı...
Konuşan hakikati dinlemek demek; onun hürriyetini kabul etmek demektir.
Büyük meseleler, büyük dikkatle
dinlenir. Bir
dostun başından geçeni çıt çıkarmadan dinleriz ve anlattıkları bitince merak
ettiklerimizi sorup, düşüncelerimizi dile getiririz... Bediüzzaman, reçetelerin
kırmızı kürsüsünde, iman hakikatlerini, insanın başından geçenleri, kâinatın
başından geçenleri, zerrelerin başından geçenleri, ince ve hassas meseleleri
anlatıyor, hatta kendi başından geçenleri de… Dikkatle ve hakikate bağlı
kalarak dinlemek; hasbıhalin gereğidir. Dinleyen
daha çok yakın olur, daha çok anlar ve dinleyen sonrasında daha güzel konuşur...
Risale-i
Nurları bir konferans dinler gibi çok dikkatli dinlememiz elzemdir! Mevzular
derin, hakikatler hayran bırakacak güzelliktedir... Risale-i Nurları “gazete
okur gibi” değil; dikkatle hasret giderircesine, çölde kalmışçasına okuyup –
dinledikçe imanın ne paha biçilmez bir kıymette ve tefekkürün ise ne büyük bir
zenginlik olduğunu anlıyoruz… Nurdan
meyvelerin hasadı ancak dikkatle dinlemekle yapılır. Dikkatin dağılmaması
içinde araya girip seyrin hızını kesmemek lazım…
Düşünüyorum da: Kitabı esas
almanın bir hikmeti de; dersten sonra konuşacak bir şeyler bırakmak, üstelik
konuşmağa değer çok şeyler...
Lüzumsuz muhabbetlere ve fitneye sebep olacak konuşmalara fırsat vermemek için;
ders esnasında, kendimizce anladıklarımızı, ders sonrası sohbet tadında
birbirimizle paylaşmak daha verimli olacaktır. Ayrıca; gerçekten kitaba bağlı olanlar lüzumsuz muhabbetlerden,
gıybetlerden, Kur’an ve iman hizmetine zarar vermekten kaçınırlar… Her nerede
fitne çıkarmaya çalışan, dedikodu peşinde olan birileri var ise; mutlaka şer
kitaplarına bağlıdır! Kitaba bağlı olanlar;
fitneye geçit vermeyenlerdir, bölünmeyi – parçalanmayı sevmeyenlerdir…
Kitabı anlamış olanlar hep vahdetten yana, muhabbetten ve sadakatten yanadır. Bir
şey daha var; çay sohbetlerinde ve diğer muhabbetlerinde ulvi meseleler çokça
bulunanlar, şahıslara değil, hakikatlere bağlı olan kişilerdir... Bu kutsi davamıza gereken hassasiyeti,
olması gerekeni hal ve ahval ile ortaya koyan Üstadımızın yaşayan son vekili –
talebesi muhterem Hüsnü Bayramoğlu ağabeyimize de sonsuz teşekkür ediyoruz…
Kendileri iman konferansını ne güzel dinliyorlar ve bizlere de ne güzel örnek
oluyorlar…
Derslerde,
Risale-i Nurlar hakikat hakikat konuştuktan sonra, elbette bizlerde
konuşacağız… Bediüzzaman ağızlarımıza
fermuar vurmuyor ve bir yasakçı değil. Sadece onun konuşmasını, konferansını
bitirmesini bekleyelim, daha sonra Nur bahçesinin çiçekleri sayılan her abiden,
kardeşten dilediğimiz şekilde derleme yapalım… Teşbihte hata olmasın:
Orkestra olunca her sazın konuşması gerekir ama solo olunca tek enstrüman
konuşmalıdır… Zaten kâinat büyük bir orkestra şeklinde Hâlıkımızı ve Mâlikimizi
bizlere anlatıyor ve Risale-i Nurlar da solo olarak bize izah ediyor... Bize
düşen de; dinlemesini bilmektir.
Konuşmak
için önce dinlemek lazım. Her bir
hakikat, her insanda ayrı bir iz bırakır ama bazılarında öyle bir iz bırakır ki
o izi takip etmek; eserdeki murat ne ise ona yakın bir şey yakalanmış olur...
Bazen başkalarının izi yolda kalmışları kurtarır. Bir kardeşimizin anladığını
kendi malımız gibi sahiplenebiliriz çünkü kaynağı zaten Risale-i Nurlardır ve
en büyük izi Risale-i Nurlar bırakıyor.
Evet, ders esnasında komutan
dinler gibi Risale-i Nurları dinleyeceğiz... Akıcılığına ve ruhlardaki cerrahi müdahaleye engel olmadan
teslim olup, Fâtiha'dan sonra, Nurların bizlere açtığı pencereden
görebildiklerimizi samimiyet dairesinde anlatmak; manzara paylaşmak olacaktır.
Öyle bir zamanda yani gerektiğinde susmak abestir ve anlayış cimriliği olur.
Dar dairede mütalaa veya çay sohbetinde anladıklarımızı ve bizde bıraktığı
parıltıları paylaşmak, bu da bizim dostluğumuzu pekiştirip, birbirimizin
anlayışından faydalanmayı sağlayacaktır. Başkalarının
penceresinden görüneni görmek manzaramızı geniş kılar. Sohbetlerimizi
başkalarının anladığından haberdar olmaya ayırmak, hem istidatların gelişmesine
hem de gıybetsiz güzel sohbetlere vesile olur. Ve dil böyle şeyler konuşmaya
alışır asla çakırdikenine fırsat vermez, hep çiçekler açar... Yeter ki bir
başkasının anladığını küçük görmeyelim ve büyük küçük demeden; mevki, makam
demeden anlattığına kulak verip samimiyetle dinleyelim. İşte o zaman dinlediğimiz Nur konferansın hakkını da vermiş oluruz.
Ayrıca tüm istidatlar bize katkı sağlar…
Son
söz: Allah bizlere Risale-i Nurları ağabeylerimiz gibi can kulağı ile yani
konferans ciddiyetinde dinlemeyi nasip etsin ve ders sonrası sohbetlerimizi de
birbirimizin anlayışından faydalanmaya çevirsin. Muhabbetimiz daim olsun
inşallah…