Önce eğitim önce insan
Yan yana gelip konuşabilmek, tartışabilmek hayatın en zor işi neredeyse. Sadece şu iki seçim sürecine bakmak bile kâfi. Bu denli kalitesiz bir insan malzemesine sahip oluşumuz kimseyi rahatsız etmiyor mu?
Yetiştirilen kaliteli insanlarla bilimde, kültürde, sanatta,
mimaride, siyasette ve terbiyede en üst seviyeye ulaşmak gibi ulvi bir
hedefimiz olmalıydı. Bunu bir türlü yapamıyoruz.
Oysa bilgi ve
birikimini ahlakla donatan bir insan, sis perdesini kaldırıp duru bir zihinle
özgürleşmenin önündeki tüm engelleri yok etme gücüne sahiptir.
Ancak böyle olmuyor
bizde. Ahlaki tembellik, entelektüel aptallığa yol açıyor sürekli. Kendini
yenileyerek özgürleşme imkanından da yoksun bırakılıyoruz.
Anlayacağınız köle ahlakıyla eğitiliyoruz. Sorgusuz-sualsiz
bir yaşamda tüm tutkularının esiri haline getirilmiş bıkkın, yorgun ve bir o
kadar da itaatkar kişiliklere bürünüyoruz.
Toplum bu anlamda yorgun, agresif ve kafası bozuk insanlarla
dolu.
Nietzsche, “dünyanın
neye benzediğine ya da onu nasıl tanıyabileceğimize dair tüm imaları yok etmek
için ideolojileri başımıza bela ettiler” der.
Herkesin bir diğerine dayattığı ve yaşam tarzı bakımından
uymasını istediği ideolojiler arası çatışmalar dünyayı hepimize dar ediyor.
Modern eğitim
sistemleri de işte bu çatışmayı harlandırmak ve fıtri özelliklerimizi, doğuştan
getirdiğimiz kabiliyetleri, düşünme melekelerimizi köreltmek için icat edildi.
Hani şu 1896-1920 yılları arasında Carnegie ve Rockfeller
vakıf binalarında tasarlanan zorunlu ve tekçi eğitim sisteminden bahsediyorum.
Bu insanlar ve kurumları beyin veya yetenek değil, sadece itaat
istiyorlardı.
Matt Hern, zorunlu
eğitimin dünyada ilk defa savaştan(Jena Savaşı) yenilmiş ve çaresiz kalmış bir
devlet(Prusya) tarafından faaliyete geçirildiğini söyler.
John Taylor Gatto da Prusya'da uygulan eğitim sisteminin bir
tür devlet sosyalizmi olduğunu yani boyun eğme ve itaatin esas olduğu bir
sosyalizasyon modelinin kurumsallaştırılması olarak görüyordu.
Doğrudur ancak bu
itaatin bilimsel pedagojik formasyonla sistemleştirilmesi Carnegie ve
Rockfeller tarafından faaliyete geçirilmiştir.
O yüzden başta ülkemiz olmak üzere elli yıldır tüm dünyada
“eğitim şart” denilir. Çünkü eğitim kurumları var olan yetenekleri köreltiyor,
sorgulama ve eleştiri kabiliyetini yıkıyor ve onları aynı kişiliklere büründürmek
suretiyle tek bir potada eritiyor.
Bu sistem devletlerin de işine yaradığı için hemen hemen
hiçbir ülkede eğitim sistemleri köklü bir değişikliğe maruz bırakılmaz.
Hatta ana akım medyada bu sistemi sorgulayabilecek cesarette
eğitimcilere yer vermezler.
Bir kesim dindar, muhafazakar insanların kendi çapında
sistem eleştirisi yaptıklarına şahit oluyorum. Fakat bunların önerileri de ne
yazık ki mevcut sistemin çarpıklığından, tek-tipçi yapısından daha beter ve
katı bir anlayışla ilerliyor.
Yani herkes kendi
anlayışı ve inancı doğrultusunda bir eğitim politikası öneriyor. Anlayacağınız
eğitimi bir atlama tahtası olarak görüyorlar.
Kimse dünyayı bilgece
bir kavrayışla anlayabilecek, evrensel düzeyde
fikir geliştirebilecek, yerini bilen, kültürünü tanıyan en önemlisi de
kendi anlam haritalarını çizebilecek, olgun, aklıselim, seviyeli, terbiyeli,
nazik insanların yetişmesinden yana bir çaba sarf etmiyor.
Maalesef bu çaba AK Parti hükümetleri döneminde de
gösterilmedi. Demem o ki maddi vatanın
yanında manevi vatanın inşa edilmesi de önemlidir. Aynı şekilde buraya ait
özgün ve kaliteli bir eğitim anlayışının tesis edilmesi de elzemdir.
Bize kafası karışık insanlar değil düşünen insanlar lazım. Yeni
Milli Eğitim Bakanı Yusuf Tekin’i de
bu anlamda bir fırsat olarak görüyorum.
İşinin ehli bir insandır. Eğitim meselesini de vakıftır.
Yeni dönemde artık bir şeylerin değişmesi temennisiyle…