Önce aile!
Henüz hayatının ilk baharında açılmamış gül misali olan bir kızımdan mektup aldım. Ümitsizlik, çaresizlik ve yalnızlık içinde olduğunu, babasının kendilerini bırakıp başka biriyle evlendiğini, içine kapandığını ve tam “bittim” dediği bir noktada “Müslüman Aile okulu” kitabımla tanıştığını, memnuniyetini, evlenmeden önce herkesin eğitimden geçmesi gerekliliğini, aile olmayınca insanın hedefinin bile olamayacağını dile getirmiş.
Haklıydı gonca gülüm. Aile, iç huzurunu yakalamış sağlıklı bireylerden oluşmazsa dünyayı zindan ediverirdi. Kadını ile erkeği ile birbirlerine her konuda destek olmazsa yıkılıverirdi. Birbirlerinin örtüsü olmayıp evin içinde yaşanan her şey dışarlarda olursa katliamlara şahit olunuverirdi. Hayırda birbirleriyle yarışıp birbirlerine dayanmazlarsa bitiverirdi.
Ailenin mayası sevgi, unu fedakarlık, yuzu muhabbet, suyu da güvendir. Sonucunda meyvesi karşılıksız vermek ve merhamet etmek olur. Acınmayan, sevip sevilmeyen aile ortamında yetişen çocuklar ise göz ayındınlığı olamaz. Anne babanın acılarına acılar katıp hayatlarını zindan eder.
Evlatları kız olan bir aile düşünün ki en küçüğü henüz onaltı yaşındayken, sekiz zor ameliyatı göze alarak erkek olma kararı alıp anne baba dahil herşeyi kaybetmeyi göze almış, giyim kuşamının yanın da ismini de değiştirmiş kızımız...
Altı çocuklu ve camide imamlık yapan, evinde devamlı kuran okunun, yeterki okulunda başarılı olsun diyerek hiçbir sorumluluk yüklenmeyen, çocuklarının üzerine titrediğini söyleyen lakin yanlış hareket eden bir aile ve henüz 15 yaşındayken gençlik dairesine sığınan kızımız...
Sanal ortamda tanıştığı kim olduğunu belli olmayan birine aşık olan, bu beye yalan yanlış bilgiler veren, başarılı olmasına rağmen kendine sunulan onca imkanları arkasında bırakıp kaçan, korkudan dolayı daha büyük hata yapan, kızlarının nerede olduğunu bilmeyen anne ve babayı bu acıyı reva gören kızımız...
Sevdiği erkeğe layık olmadığı düşüncesi ile anne babası tarafında evliliğine engel olunan, kendinden küçüklere örnek gösterilen, sevilen ve sayılan, kendi başına düğününü organize edip anne ve babasını çağırmadığı gibi iplerini koparan kızımız...
Anne babasını karşısına alarak evlenme kararı alan, evlilik öncesinde de büyük sıkıntılar yaşayan, evlendiği günün akabinde dertleri taşan, evliliğinin birinci ayında pes eden, sevdiği ve sevildiği halde üzerine düşen sorumluluktan kaçan yeni evli yavrularımız...
Kendilerini değersiz hisseden, duygularıyla oynanılan, aldatılan, aldatan, sanal dünyada kaybolan, karısından ya da kocasından bulamadığını başka yerlerde arayan, döven, dövülen, hazmedeyip eve polis çağıran, evden uzaklaştırılan, elinde silahla geri gelen, ölen ve öldürülen erkeklerimiz ve kadınlarımız..
Ve buna benzer bir çok vakalar... Sonuçta her biri bir vaka olarak tıpkı habere konu olan olaylar gibidir gözlerimizin önünde. Egolar tatmin etme ile meşgul olunurken hızla ellerden kaymaktadır ömür ve sevilenler. Zaman su gibi akarken, arkada koca bir boşluk bırakılılmaktadır. Yalnızlık ise başa en büyük beladır. Para ile bayramlarda insan, tatillerde arkadaş aratacak duruma gelinmiştir.
Nedir bu telaş? Neden görmez, duymaz ve anlamaz olduk. Neden gençlerimizi çaresiz, yalnız ve ümitsiz duruma düşürdük.
Bugün kalp krizi geçiren, evde anneyi üç evladı ile terkeden bir beyin “er niyetine” namazı kılındı. Ve söylenen camii kapısını açmadığıydı. Sonuçta yaşantı seküler, ölüm ise islami oluverdi. Habuki islam yaşarken gerekliydi. Bu da ölene nasip olmadı.
Arkasında ailesi yoktu. Evlatları uzaktan bakıp namazını kılmadı. Yenice emekli olmuş, paralarını ve evlerini biriktirmiş, arabasını da yenilemişti. Bilenler derinden bir “ah” çekip “önce aile” demesi dikkat çekiciydi. İnsanın ölümünde bile ailesi önemliydi. Arkada hoş bir sada bırakamadı. Aslında ölüm en büyük ibret değil miydi?