Dolar (USD)
35.21
Euro (EUR)
36.86
Gram Altın
2978.44
BIST 100
9763.06
02:17 İMSAK'A
KALAN SÜRE
19 Kasım 2019

Ön yargının arka yüzü  

“Beni hiç tanımadan yargılıyorlar, bu yüzden yalnızlığı seviyorum.” der Shrek, filmin bir karesinde. “Zihinlerinizi açın, dostlarım. Bizler, hepimiz anlamadıklarımızdan korkarız.” diye seslenir Dan Brown. Bir yerde okumuş, alelacele yazmışım defterime; Kaç kişi, birisinin, gerçekten iyi olup olmadığını merak ediyor ki bu zamanda? Önyargı ve dedikodu tek hükümdarken...” Kime ait olduğunu bulmak için küçük bir gezintiye çıktım internet üzerinden. Metin Üstündağ ile Mevlana İdris arasında kalmış söz. İkisini de anmış olalım bu vesileyle. Ön yargının kırılmasında, atomun parçalanmasından daha büyük bir zorluk olduğunu söyleyen Einstein’i de yâd edelim; ne güzel izah etmiş dünyanın anayasasını.

Çoğu zaman, insanların genelleme ve yargılarını kırabilmek, onun öyle olmadığını gösterebilmek, istisnaların kaidelerin önüne geçebileceğine onları ikna edebilmek adına, çılgın bir çaba içerisinde buluruz kendimizi. Zaten yorulmamız ve efor harcamamız gereken kimi meselelerde, ufacık bir imâ, bir küçük jest, başına buyruk bir mimik yolumuzu keser de bizi yeni yeni ispatlara davet eder. Devasa kavgalardan muzaffer çıkan ruhumuzun, küçücük adımlarla kırılıvermesini örselenmişlik ve incelmişlikle izah ederiz. Sabrımızın son kırıntılarından bir çiçek yeşertebilmek, bir ırmak büyütebilmek için ihtiyaç duyduğumuz şey yeni bir hamledir. Bu daha çok üzüntü, daha çok yorgunluk, daha çok gözyaşı, daha fazla çile, daha fazla hassasiyet ve sükût anlamı taşır. Ön yargılarla savaşmayı bir borç, bir mecburiyet telakki etmişsek şayet, son nefesimize kadar boş verme şansını almışızdır elinden kendimizin… Bu iyi mi? Bize acı veren şeyler, genellikle insanlığın ihtiyacını karşılayan şeylere tekabül ettiğinden, kötü olmadığını biliyoruz.

Sonra yeni bir kapı açar zihnimiz âlemin yargıçlarına karşı; bizi gerçekten hüzünlendiren, her defasında yeni bir mücadeleye mahkûm eden, ıstıraplarımıza basarak yükselen insanların alçak tavırları mıdır yoksa muhafaza edeceğiz derken, daima taze tuttuğumuz, günde beş vakit yoklama lüzumu duyduğumuz yaralarımızın varlığı mı? “İlle dostun gülü yaralar beni” diyen Hak âşığının söylediği gibi, sureti güldense de sîreti taştan camları alıp eline meydana koşan dost yüzlüler midir yağmalayan içimizi, gidip gidip o yaranın üzerinde duran ellerimiz mi? Ellerimiz göstermese, bir mıknatıs gibi çekmese dünyalıları kendine, kurulur mu derunumuzda o kalabalık divan?

Her ikisi de hüzün kadar gerçek…

İnce bir tevafuk mu demeli, bir güzel rastlantı mı, ön yargı ile alakalı bu yazıyı kaleme almayı düşündüğüm ve kağıda küçük bir not düştüğüm sırada Abdulhak Şinasi’nin Fahim Bey ve Biz kitabının 188. sayfasında durdum;

“Biz saffetimizle sanırız ki bütün tanıdıklarımız her zaman kendimizi olduğumuz gibi görecekler, masumsak mücrim saymayacaklardır. Halbuki aleyhimizde verilen hükümlerin sebepleri çok kere bizim kusurlarımız değil, bize bakanların görüşlerini bulandıran kendi hisleri, aczleri ve öfkeleridir. Zalim size zulmetmekteki sebebi kendi fena kanında bulur. Sizi ısıran köpek, siz ısırılmaya müstehak olduğunuz için değil, kendisi kuduz olduğu için ısırır. Onun için ehemmiyetli olan şey sizin ısırılmanız değil, kendisinin ısırmasıdır.”

Bazı kitaplar yazınızın kaderi olur. Necmettin Turinay hocamın vaktiyle üzerinde çalıştığı Şinasi Hisar’ın, okuduğum bu ilk romanı da, yazımın son ucu oldu. Yeri gelmişken söylemeliyim; Benim, hocamdan aldığım ilk tavsiyelerden biri de yazılarımızda duyguyu değil, düşünceyi öncelememiz gerektiği ve bunun ufkumuzu geliştireceği… Her dersin bitiminde o ince ve hikmet dolu çehreye minnetle bakarak kendime sessizce verdiğim sözü, sanırım yine tutamadım… Düşünceyle başlayıp duyguyla tamamladığım bir yazımı daha, gecenin sessizliğinde muhataplarıyla paylaşmak üzere uğurladım.

Şuraya da ön yargı ile bilgi ve tefekkürün yan yana olamayacağı tesellisini bıraktım.

Selam ile.

Nuray Alper