Ömürleri boyunca CHP’ye karşı oldular
Türkiye önümüzdeki pazar günü (23 Haziran 2019) önemli bir seçime giriyor. Cumhur İttifakı’nın adayı Binali Yıldırım, Millet İttifakı’nın adayı ise Ekrem İmamoğlu. Gerisi bahse değmez. Yanına başka partileri ve örgütleri de alan İmamoğlu, bazı çevreler tarafından topluma bir ‘sevgi pıtırcığı’ olarak sunulsa da son haftalardaki asabi davranışları bu maskeyi kesin bir şekilde düşürdü. Biz yazımızda, dış ülkelerin, üstüne vazife olmadığı hâlde Türkiye’den hazzetmeyen yabancı basının ve bilhassa PKK, FETÖ gibi ihanet örgütlerinin yakından takip ettiği ve tercihlerini ortaya koyduğu bu hayati seçimde ana muhalefet partisinin mazisine genel olarak bir göz atmak istedik.
Dindar âlimlere yapılan zulüm
CHP’nin bilhassa dindarlara yaptığı zulüm, bu partinin günah galerisinin en çarpıcı köşesini oluşturuyor. Özellikle 1939’dan sonra İsmet İnönü’nün ‘Milli Şef’ olduğu dönemde dinî hayat tamamen yasaklanmış, bir çok cami kapatılmış, devrin İslam âlimleri de çeşitli bahanelerle mahkemelere verilip hapishanelerde senelerce tutulmuş, sürgüne gönderilmiştir. Bunlardan sadece üçünün ismini anmak yeterli sanırım. Abdülhakim Arvasi, Bediüzzaman Said Nursi ve Süleyman Hilmi Tunahan, bütün ömürlerini tamamen İslam’a, Kur’an’a ve gençliğin daha ahlaklı yetişmesine harcamışlardır. Abdülhakim Arvasi’nin yetiştiği ve kurduğu medreseler kapatılırken öncüsü olduğu tasavvuf yolunun önünün kesilmesine uğraşılmıştır. Keza Bediüzzaman Said Nursi ve talebeleri de senelerce zindanlarda türlü eziyetlerle işkenceye tabi tutulmuşlardır. Mahkemeler uzun incelemeler sonucunda ‘suç unsuru’ olarak bulunup getirilen Risale-i Nurlar hakkında beraat kararları verirken farklı savcılar aynı eserleri okuyanlar hakkında yeni dava açmaktan çekinmemişlerdir. Çünkü o masum vatandaşları hapiste tutan irade bunu istiyordu. Peki ya Süleyman Hilmi Tunahan’ın kabahati neydi? Kur’an-ı Kerim okutmak. Cenab-ı Allah’ın kutsal kitabını gençlere öğretmenin bir suç olarak telakki edilmesi garip ama gerçekti. Nitekim dönemin basını incelendiğinde bu tür haberleri apaçık şekilde görebiliyoruz. Tekbir getirmek bile ağır bir suç kabul ediliyordu. Ezan-ı Muhammedi, 1950’de Demokratların zaferiyle hürriyetini kazanmış ve minarelerden rahatlıkla okunmaya başlanmıştı. Gazetelerin manşetleri “irtica avı” ve “ayin yaparken yakalandılar” haberleriyle çalkalanıyordu. Bu hakikate inanmak istemeyenler 1939-1960 arasındaki dönemde basını incelesinler ve gözleriyle görsünler. Sadece bir örnek vermek istiyorum. 21 Ocak 1950 tarihli Cumhuriyet gazetesinde şu haber yer almıştır: “Dün sabah saat 6-7 raddelerinde bir adam Yeni Cami önünde iki defa Arapça ezan okumuş ve yakalanmıştır.” Gazete yöneticileri bu haberi verirken utanmadan bir de “Suşehirli Hasan” adlı vatandaşımıza hakaret ederek “Arapça ezan okuyan bir akıl hastası” yaftasını kendisine yapıştırmak istemiştir. O günkü basın özgürlüğünün (!) ne kadar ilerde olduğu görülüyor değil mi? Acaba hürriyeti mi, yoksa kepazeliği mi demeliydim? Peki halkın 1950’de alaşacağı ettiği CHP’den sonra vatandaşa bu bed muameleler devam etti mi? Evet ne yazık ki Demokrat Parti devrinde de bu baskı, biraz azalmış olsa da devam ediyordu. Zira iktidar değişmişti ama bürokrasinin iktidarı yine CHP’nin elindeydi. Demokratlar iktidardı fakat tam muktedir değildi. Dolayısıyla Menderes ve diğer muhafazakâr parti yöneticilerinin iradesine rağmen haksız yere dindarlar rahatsız ediliyor, peşlerine düşülüp haklarında soruşturmalar açılıyordu. Dolayısıyla Arvasi, Nursi ve Tunahan başta olmak üzere dönemin hemen hemen bütün İslam âlimleri, kanaat önderleri, tasavvuf büyükleri, CHP’nin bu zihniyetiyle mücadele etmişler ve sevenlerini bu partiden uzak tutmuşlardır. Meselâ Bediüzzaman Emirdağ Lahikası isimli eserinde CHP’yi kastederek, “Bu asil Türk milleti ihtiyarıyla (iradesiyle) o partiyi kat’iyen iktidara getirmeyecek.” demiştir. Seçim sandığına gittiğinde de talebelerine ve herkese oyunu CHP’ye karşı ‘İslam kahramanı’ olarak tanımladığı Adnan Menderes’e vereceğini açıklamıştır.
Bediüzzaman Said Nursi
Türkçülere reva görülen tabutluklar
Peki sadece dindarlar mı eziyet gördü CHP tarafından. Hayır, ne münasebet! Türkçüler ve milliyetçiler de benzer bed muamelelerden nasiplerini almışlardır. Milli Şef İsmet İnönü, 3 Mayıs 1944 tarihinde komünistlere karşı Türkiye’ye sahip çıkmak isteyen gençlere karşı polisi harekete geçirir. Alparslan Türkeş 1944 Milliyetçilik Olayı kitabında, “milliyetçi gençlerin kafalarının yarıldığını, gözlerinin patlatıldığını, kollarının ve kaburgalarının kırıldığını” yazar. İsmet İnönü’nün 19 Mayıs 1944 tarihinde Türkçülüğe karşı yaptığı ağır konuşmanın ardından ülke genelinde ‘milliyetçi avı’ başlar. Sonra genç milliyetçilerin öncüleri derdest edilir ve haklarında dava açılır, tutuklanırlar. “Irkçılık Turancılık Davası” 7 Eylül 1944 tarihinde başlar, 29 Mart 1945 tarihine kadar devam eder. 65 oturum süren muhakemenin neticesinde Nihal Atsız, Alparslan Türkeş, Orhan Şaik Gökyay, Zeki Velidi Togan, Fethi Tevetoğlu, Reha Oğuz Türkkan, Nejdet Sançar, Cemal Oğuz Öcal, Hikmet Tanyu ve diğer ilim, fikir ve sanat adamları çeşitli cezalara çarptırılır. Türk siyaset tarihinde kara bir leke olarak kabul edilen bu davada esnasında bütün milliyetçi önderler ‘tabutluk’ denilen tek kişilik hücrelerde işkencelere maruz bırakılırlar. CHP’nin pervasızca zulüm yaptığı o devirde, milliyetçiler için planlanan ‘tabutluklar’, dar ve tepesinde 500 mumluk ampülün yandığı korkunç eziyet hücresidir.
Kemal Tahir
Sosyalist aydınlar da büyük acı çekti
Peki sadece dindarlar ve milliyetçiler mi CHP’nin amansız taarruzlarına, takiplerine, eziyet ve işkencelerine muhatap olmuşlardır. Hayır, sol/sosyalist çizgide olan yazar ve aydınlar da günyüzü görmemişlerdir. Meselâ tanınmış hikâyeci Sabahattin Ali, 1948’de Bulgaristan’a kaçarken, istihbarat mensubu olduğu iddia edilen rehberi tarafından katledilmiştir. Nazım Hikmet ve Orhan Kemal’in neler yaşadıkları biliniyor. Yine sol kulvarda yer alan Kemal Tahir ve Attilâ İlhan’ın da bu partiyle başları pek hoş olmamıştır. Kemal Tahir’in çevresindeki aydınlar da CHP’ye mesafeli hatta soğuk yaklaşmışlardır. Atilla İlhan ise İsmet İnönü hakkında en ağır yazıları yazan bir aydın olarak hatırlanıyor. Hatta ömrünün son döneminde, sırf bu eleştirel yazıları yüzünden Cumhuriyet gazetesindeki köşesi kaldırılmıştır.
Peyami Safa
Daha sonraki yıllarda sağda veya solda pek çok aydın ve yazar demokrasiyi hazmedemeyen CHP’ye karşı hep mesafeli durdular, hatta zaman zaman zaman hafif veya ağır şekilde partiyi eleştirdiler. Bilhassa muhafazakâr kimlikleriyle öne çıkan Necip Fazıl Kısakürek, Ali Fuad Başgil, Peyami Safa, Nurettin Topçu, Sâmiha Ayverdi, Münevver Ayaşlı, Tarık Buğra, Ahmet Kabaklı, Ergun Göze, Mustafa Necati Sepetçioğlu, Mümtaz Turhan, Erol Güngör, Ahmed Arvasi ve diğer aydınlarımız, halkımızın manevi değerlerine soğuk bakan CHP’nin gerçek yüzünü ortaya koymuşlardır. Yaptıkları konuşmalarda, yazdıkları makalelerde, kaleme aldıkları eserlerde bu görüşlerini açıkça, mertçe ve cesaretle belirtmekten çekinmemişlerdir.
Konu geniş ancak yerimiz sınırlı. Kısaca ve özetle şunu söyleyebiliriz ki: ‘CHP Zihniyeti’ bu asil milletimizle bir türlü barışamamış, temel değerlerimize sahip çıkamamış ve bu yüzden halkımız tarafından 69 yıldan beri tek başına iktidara getirilmeyerek cezalandırılmıştır. İhtiyarlayan ve köhneyen parti, bir türlü kendisini yenileyememiş, gençleri kucaklayamamış ve aziz milletimizin gönlüne yerleşememiştir. Son zamanlarda bazı ‘payanda’lara yaslanarak, ‘koltuk değneklerine ve bastonlara’ tutunarak zar zor yürümeye çalışsa da bu durum onun hızlı bir şekilde koşmasını ve Türkiye’nin girift ve mühim meselelerine sahip çıkıp bizleri idare etmesini asla sağlayamayacaktır. Türkiyemiz var olsun.
Süleyman Hilmi Tunahan