Ömür dediğin
İnsan her
şeye muhtaç bir vaziyette doğar. Ebeveyninin yardımıyla gelişir ve büyür.
Gücünün, zekâ, bilgi, başarı ve tecrübesinin zirvesine erişir. Sonra giderek
fiziki gücünü kaybeder, saçı ağarır, beli bükülür, yaşlanır; hatta bazı
hallerde yeni doğan bir çocuk kadar düşkün ve çaresiz bir duruma dahi
düşebilir. Ama yaşlandıkça birikimleri, tecrübeleri ve ufku genişler.
“Allah, sizi güçsüz olarak yaratan, sonra güçsüzlüğün ardından bir
güç veren, sonra gücün ardından bir güçsüzlük ve yaşlılık verendir. O
dilediğini yaratır. O hakkıyla bilendir, hakkıyla kudret sahibidir.” (Rum, 54) ilahi buyruğu bu gerçeği ne kadar
da güzel izah ediyor!
Büyük işleri
başarabilmenin yolu, kuvvetli bir vücuda sahip olmakla veya sahip olduğun
vücudun çevikliği ile değil, olgunlaşmış bir fikir ve onun hayata
hâkimiyetiyledir. Senelerin geçmesi insanı ihtiyarlatmaz. Bir insanın fikri
gerçeğe yönelmiş, duyguları da heyecanını kaybetmemişse, o insan her zaman
gençtir ve genç kalır. Çünkü yaşlılık, insanın yaşadığı yılların sayısından
çok, ruhunun gençliğine yahut ihtiyarlığına bağlıdır. Yaşı kaç olursa olsun,
gönül ihtiyarlamaz ya, hele bir de ruhu genç ise bir insanın, yıllar geçmiş ne
çıkar!
Hayatın
baharında, genç yaşta beklentiler çok olur; yıllar geçince, yaşlanınca ise
anılar çoğalır. Gençler ümitleriyle, yaşlılar hayal ve hatıralarıyla yaşarlar.
Yaşlılık,
yıllarla ölçülmez aslında. Ne zaman ki kişinin arzu ve emellerinin yerini
pişmanlıkları doldurur, yaşlanma o zaman başlar, o zaman hayattan ümitler
kesilir ve o zaman duygular ölür. Dinç kalmanın yolu, fiziki olarak sportif bir
vücuda sahip olmaktan çok, zihnen hareketli olmak ve zihnen genç kalabilmekten
geçer. Bu da kitap okumakla, fikri ve sosyal çalışmayı devam ettirmekle
mümkündür. Yüzümüzdeki kıvrımlar yılların geçtiğini anlatır ama aklımızdaki
buruşukluklar yaşlılığın başladığını gösterir.
Çevrenizi
değiştirmeye ve sosyal çalışmalarınızı artırmaya devam ettiğiniz sürece
gençsinizdir. İnsanlar azimleri kadar genç kalırlar. Umutlarını kaybettiklerinde
korkuları başlar ve ihtiyarlarlar. Onun için gençlik ihtiyarlığın hazırlığıdır.
Her ne kadar
hayatın kışı olarak görünse bile yaşlılık aslında o hayatın sonu değil, hasat
mevsimi olan en güzel çağıdır. Çünkü çalışmasının meyvesini toplayacağı
dönemdir yaşlılık çağı. Nice gençler vardır, umutları bitmiş, beklentileri
kalmamış ve manen çökmüştür. Nice yaşlılar vardır ki, arzuları fokur fokur
kaynamakta ve onları diri tutmaktadır.
Yaşlılarına
nasıl muamele ettiği, bir milletin insana verdiği değeri gösterir. Yaşlılarda
sadece maziyi gördüğümüzü zannederiz; hâlbuki iyi baksak, onların gözlerinde
mazi kadar kendi istikbalimizi de görürüz. Garip bir duygudur yaşlılık. Hiç
yaşlanmayacağımızı zannederiz ama her geçen gün biraz daha buruşturur tenimizi
ve büker belimizi, yine de kabullenmeyiz yaşlanmayı.
Doğumla
başlayıp ölümle biten bir süreçtir yaşlanmak. Durdurulamayan bir akışı vardır
onun. Beyazlayan saçımız var ama yaşlanmayı kabul etmeyen de bir gönlümüz...
Aslında bir sanattır yaşlanmak. Yaşlandıkça nasıl bir duygu atmosferine
bürüneceğimizden çok nasıl bir fiziki görünüşe sahip olacağımızla ilgileniriz.
Doğru yaşlanmak için doğru yaşamak gerek hayatı. Hayattan ders alarak
yaşayanlar, yaşlandıklarında korkularından emin olurlar. Yeni nesilleri güzel
bir şekilde mayalamanın yolu, eskilerin sağlam bir hamur ile yoğrulmuş
olmasından geçer. Bu da eğitimli bir gençlik döneminden sonra gençliğe örnek
olacak bilgece bir yaşlılık demektir.
Tecrübeleriyle
bize ışık tutan, anılarında şanlı tarihimizi bulduğumuz, fikirleriyle topluma
yön veren, yürekleri gibi ruhları da genç ve güzel olan, inançlı, güvenli,
umutlu, azimli, gözlerinde mazi kadar istikbalimizi de gördüğümüz kıymetli
insanlardır yaşlılar.
Ömür vefa
ederse bir gün herkes yaşlanacaktır.
Yaşlılık,
geçmişin muhasebesinin yapıldığı, hatalardan af dilendiği, tecrübe ve
birikimlerin yeni kuşaklara aktarıldığı, anılarla yaşanan bereketli bir
dönemdir.
Yaşlılık
manen yükselme çağıdır. Bize kanlarından kan veren, canlarından can katan,
güngörmüş kimselerdir yaşlılarımız.