Ömer Usta'ları arıyoruz!
CUMHURBAŞKANI Erdoğan, “Merkel’e 8 milyon 400 bin üniversite öğrencimiz var deyince, şöyle bir üff dedi” açıklamasını yapmıştı.
Nasıl şaşırmasın zamanın Almanya Şansölyesi Merkel, öğrenci
sayısı bakımından dünyanın üretim devlerinden ülkesini neredeyse 3’e
katlamamıza?
Üniversiteye erişim bakımından Avrupa birincisi imişiz…
Yani, bizde üniversite öğrencisi olabilmek hepsinden kolay!
Girebilmenin bu kadar kolay olduğu yer, ne kadar
kıymetlidir?
Üniversitelerimizin dünya üniversiteleri sıralamadaki
yerleri nicedir?
Tefekküre değer!
Neyse işte…
İki yıl önce 8 milyon 400 bin, hayırlısıyla 10 milyona doğru
gidiyoruz.
Her sene de, yaklaşık bir milyon mezun veriyoruz üç aşağı
beş yukarı.
Her sene artı bir milyon!
Bunlar piyasaya çıkıyor, iş talep ediyor haliyle.
Üniversite öğrencilerine, mezunlarına sorduğumuzda yüzde
90’lık kesimin “memuriyete kapak atmayı”
hedeflediğini görüyoruz!
Eskiden üniversiteye girebilmek, hele hele hatırı sayılır
bölümlerden birine kapak atabilmek hayli güç işti.
Şimdi üniversite öğrencisi olmak çok kolay, çoğu bölümden
mezun olmak da öyle.
Devlet memurluğuna kapak atabilmek ise, Hacettepe Tıp’ı
kazanmak kadar zor.
Kamuya yerleşip, “garanti
iş, garanti maaş, garanti izin” hayallerini gerçekleştirebilenlerin sayısı
ne kadar çok olursa olsun, “açıkta”
kalanlardan çok daha az olacak.
Milyonlara eklenen milyonlar, o hayli ilerlemiş yaşlarında
çaresiz özel sektöre bakınacak…
Özel sektörde, torpil işlemez pek.
Adam, “kamu
kesesinden” değil, şahsi kesesinden para veriyor.
Asgari ücret ve diğer istihdam maliyetleri arttıkça her
işçiden beklenen verim de artıyor.
Geçenlerde, yakın arkadaşlardan birinin eleman çıkarttığını
duydum.
Asgari ücret ve diğer istihdam maliyetleri artınca tasarrufa
gitmiş!
Alınmakta olan tedbirler, gündemdeki “acı reçete” önümüzdeki süreçte piyasanın iyice daralacağını
gösteriyor.
Paranın iyice azalacağını!..
Zamlar, vergiler…
Derken…
Patronlar, “masrafları”
biraz olsun düşürebilmeye çalışırken, haliyle “işçilik maliyetlerini” gözden
geçirmeye iyice ağırlık verecek.
Yeterince verimli olmadıklarını, işlerin onlarsız da pekala
yürüyebileceği düşündükleri elemanlara “güle
güle” diyecek.
Bunlar olurken her yıl bir milyon üniversite mezunu vermeye…
Çocuklarımızı da, 12 yıl anlamsız (birçok gencimize nice
fırsatı kaçırtmasından, kabiliyetlerini köreltmesinden dolayı zararlı) mecburi
eğitime tabi tutmaya devam edeceğiz.
Sonra…
Birçok sıkıntı işte…
Mesela, nüfusun iyice yaşlanması!..
Nüfusumuzun ne büyük hızla yaşlandığına dair TÜİK
rakamlarına zaman zaman yer veriyoruz, izleyenlerimiz bilir.
İş bulamayan, bulsa bile ailesini geçindirebilecek nitelikte
iş bulamayan “üniversite mezunu”, aileden epeyce zengin değilse evlenemeyecek
haliyle…
Öyle yüz elli bin lira kredinin filan çözebileceği bir durum
yok ortada.
Kiralardan başlayıp, maliyet kalemlerini sıralayarak iyice
can sıkmayalım…
Evlenebilmenin maliyeti bugünün rakamlarıyla en az 500 bin
lira!..
Bir ay sonra, 600 bin liraya da çıkabilir!
Bu şartlarda evlenmek “rasyonel”
bir tercih olmuyor milyonlarca gencimiz için!..
Milyonlarca üniversite mezunu, her yıl üzerine eklenen
yaklaşık bir milyon…
Bir de evlenemiyor çoğu…
Ne olacak peki?
Nüfus iyice yaşlanacak…
Gençlerimiz de öyle, yuvasız kuşlar gibi…
Korsanların cirit attığı tehlikeli sularda dolanıp duracak!
Bizler de “Ne
ektiysek onu biçiyoruz!” demeyeceğiz de…
Gençlerimizi suçlayacağız, ha bire!
Bütün bu yazdıklarımızı okuyunca…
“Eeee, ne yapalım
yani, sen de hep dertlerden bahsediyorsun, çözümden de bahsetsene” diyeceksiniz
haklı olarak.
Ben yönetiyor olsam, 12 yıl mecburi eğitim uygulamasına son
verir…
“İlle de üniversite
olsun ister çamurdan olsun!” yaklaşımıyla mücadele eder...
Üniversite öğrencisi sayısını azaltmanın yollarını arar…
Çocuklarımızı, gençlerimizi “kalfa, usta” olmaya
yönlendirirdim.
Lâkin, adımız hıdır elimizden gelen budur.
“Bizim üniversiteyi
tercih ederseniz, uçarsınız, kaçarsınız!” diyenleri gördükçe gıcık oluyor
ve naçizane tavsiyelerimin dozunu arttırıyorum.
Ey gençler;
Üniversite okumak istemiyorsanız…
Yani, gerçekten istemiyorsanız…
Üniversiteye “muhabbet olsun”, hatta “Ev baskısından da biraz uzaklaşmak olsun”
diye gidecekseniz…
Hiç tercihte bulunmayın!..
Kafanız çelinmesin…
Gidin, tanıdık manıdık, bir yerde üçe beşe bakmadan işe
girin…
Bir mesleğin ucundan tutun…
Üniversite hayatında “tembelliğe”
alışırsanız, bir daha zor toparlarsınız!..
Mezun olduktan sonra çalışmak zor gelir!..
Hele hele, o ilerlemiş yaşlarda “çırak muamelesi” görmek,
iki de bir azar işitmek, epeyce zor hazmedilir!
İlle de üniversite mi?
“Açık üniversite”
var işte.
Diploması diploma…
Yeri geldikçe misaller veriyorum…
Ankara’da sadece bir “marka”
otomobillerin tamiriyle uğraşan bir usta var.
Süper iş yapıyor…
Bugüne kadar nice çırak almış, hepsini de usta yapmış.
Yurdun dört bir yanındalar…
Ekmeklerini ellerine almış, evlenmiş, çoluk çocuğa
karışmış!..
Bizim Berber Doğan Bey de çok iyi bir usta.
Yüzde 20 maliyet farkını göze alıp ona tıraş ettiriyorum
kendimi.
Her zaman işi var, ne zaman arasam, en az beş saat sonraya
randevu alabiliyorum.
Bazen de “Bugün
tamamen doluyuz abi, yarın akşama yer ayırayım mı?” cevabını alıyorum.
Her meşru mesleğin saygın olduğu, ille de üniversite bitirmek
gerekmediği gerçeğini bir kabullenebilsek…
Çok sayıda ustamız olacak…
Küçüklüğümde “Ömer
Usta”mız vardı.
Mobilya Ustası.
O dükkâna girdim mi hava değişirdi.
Herkes saygı duyardı.
Zira, bulunduğu yere el emeği, göz nuruyla gelmişti.
Çırak, kalfa, usta…
Nadir bulunur usta!..
Çok bulunur işsiz mühendislerden, iktisat-işletme
mezunlarından biri olmak mı?
“Ömer Usta”lardan
biri olmak mı?
Siz bakmayın, “Artık
devir değişti, ustalık gerilerde kaldı!” filan diyenlere…
İşini güzel yapan mumla aranıyor!..
Otuz işe yaramazla uğraşacağına, beş sağlam elemanla
çalışmayı kim tercih etmez?