Ölünce biz de iyi adam oluruz
Orhan Veli, 14 Kasım gecesiydi.
Bir garip şairdi ve garip bir şekilde hayata veda etti. Söyledikleri
garipsendi, ilginçti, hayata bakışı yeniydi. Kelimeleri, benzetmeleri,
düşünüşü, sanatı ve şiiri kendine has idi.
Ölümü de kimseye benzemedi ve Ankara’da belediyenin açtığı bir çukura
düştü ve iki gün sonra İstanbul’da iken gece 11.20’de gözlerini sonsuzluğa
kapadı.
Bir şairin ölümü ne anlama
gelir, kim ne der? Kimin umurundadır? Yaşar Kemal, Orhan Veli’nin ölümünü
duyduğu gün bir kasabadadır ve akşama kadar önüne gelene Orhan Veli’nin
öldüğünü söyler ama kimse aldırmaz. “O
gün kasaba bana cehennem gibi geldi.” der Yaşar Kemal. Oktay Akbal, O. Veli’nin
ölümünden sonra “Bir masal oldu şimdi.” diyordu.
Orhan Veli, farklıydı. Orijinal
buluşları ve aykırı söylemleriyle kendini fark ettirdi. Devrini aşan bir
şairdi. Onun kalıpları aşan ve mecazlara boyun eğmeden hayatın akışını,
gerçekliğini olduğu gibi anlattığı, içten ve içli söyleyişleri bugün de
değerini koruyor. O; hayatı, sokakları, mücadeleyi, balıkçıları, denizi, aşkı,
geceyi, çocukları, dertleri, parasızlığı, yoksulluğu, isyanı ve itirazı,
dostluğu ve samimiyeti iliklerine kadar yaşamış bir şairdi. Şairdi ve farklı
bir hayatı vardı. Peki, nedir bu farklılık? “Bekliyorum/Öyle
bir havada gel ki/Vazgeçmek mümkün olmasın.” diyen bir şair için ne desek azdır. Şaşırtıcı
ve zekâ dolu dizeleri ilginç olduğu kadar kimseye de benzemez. Çünkü o, bu hayatın gidişatına boyun eğmeyen bir ruha
sahipti. Oktay Akbal, “Orhan Veli de dünyamıza, hele bugünkü dünyamıza
yakışmayan insanlardandı.” diyordu. Haklıydı Oktay Akbal. Çünkü Orhan Veli’nin
kıpır kıpır bir ruhu vardı. Kabına sığmayan bir insandı. Açık sözlüydü. O
sebeple şiiri de oldukça açıktı. “Baka
kalırım giden geminin ardından;/Atamam kendimi denize, dünya güzel;/Serde
erkeklik var, ağlayamam.” derken de içinden geçenleri döküyordu.
Orhan Veli’nin içinde hiç
ölmeyen bir şey vardı: çocukluk. Evet, onun bu kadar canlı oluşu, biraz da
yaramaz ama zeki ve sevimli çocuk hâli içimizi harekete geçiren şiirler
yazmasının bir sebebi sayılabilir. Çünkü ilk hikâyesi “Çocuk Dünyası” isimli dergide yayımlanmıştır. Daha sonra Ankara
Lisesindeki edebiyat hocası Ahmet Hamdi Tanpınar’ın desteğiyle şiirler
yazmıştır. İlkokuldan itibaren arkadaşı olan Oktay Rıfat ve Ankara Lisesinden
arkadaşı Melih Cevdet’le lise kooperatifinin sermayesiyle “Sesimiz” adlı bir dergi çıkarmışlardır.
Küçük yaşlardan itibaren
tiyatro ile ilgilenmiş, yazdığı piyesleri sahnelemiştir. Ankara’da sahnelenen
oyunlarda rol almıştır. Şairliği ise edebiyatımızda önemli bir eşiktir. Orhan
Veli’nin şairliğini Bilge Ercilasun üçe ayırır: Garip öncesi (1936-1941), Garip
devresi (1941) ve Garip sonrası (1945). İlk devre şiirlerinde Baudelaire ve
Necip Fazıl etkisi vardır. Geleneğe bağlıdır. Ölçülü ve dörtlüklerle yazmıştır.
Liriktir. Garip devresini Mehmet Kaplan şöyle ifade eder: “Şiirsiz şiir veya edebiyatsız edebiyat.
Kendilerinin deyimiyle ‘şairanelik’in tasfiyesi, mutlak samimiyet, gerçeğe
bağlılık.” Garip sonrasında ise toplumsal olayları işler ancak yine de bireysel
duygulardır bunlar.
Orhan Veli’yi sadece şairliği
ile anmak eksik olur. Onun ve arkadaşlarının açtığı yoldan bugün giden bir
şiirimiz var. Ayrıca bir hayat felsefesi ortaya koymuşlardır. Özgür, sıra dışı,
yenilikçi ve ferdiyetçi bir anlayışı ikame etmişlerdir. Çok farklı kişiliğe
sahiptir. Askerde iken kendisini şöyle anlatır: ''1914’te doğdum. 1 yaşında
kurbağadan korktum. 9 yaşında okumaya, 10 yaşında yazmaya merak sardım. 13’te
Oktay Rıfat'ı, 16’da Melih Cevdet’i tanıdım. 17 yaşında bara gittim. 18’de
rakıya başladım. 19’dan sonra avarelik devrim başlar. 20 yaşından sonra da para
kazanmasını ve sefalet çekmesini öğrendim. 25’te başımdan bir otomobil kazası
geçti. Çok âşık oldum, hiç evlenmedim, şimdi askerim.’’
Orhan Veli, bugün şiiriyle var.
Sanatı, hayatı, hayat hikâyesi, sözleri, hayata bakışı hep merak edilmiş,
okunmuş, takip edilmiş, sevilmiş ve yıllar geçmesine rağmen anılmış ve anılmaya
devam ediliyor. Yaptığı çeviriler ise çok kıymetlidir. Edebiyatımızın
unutulmazları arasına girmiştir. “Aşk
birdenbire oldu,/Sevinç birdenbire” derken de bize garip geldi.“Bir yer var, biliyorum;/Her şeyi söylemek
mümkün;/Epeyce yaklaşmışım, duyuyorum; Anlatamıyorum.” derken de garip ve
farklı idi çünkü kelimelerin kifayetsizliğinden bahsediyordu. “Pazar Akşamları” şiirinde “Şimdi kılıksızım, fakat/Borçlarımı
ödedikten sonra/İhtimal bir kat da yeni esvabım olacak” dizeleriyle kimsenin
söylemeye cesaret edemediği konuları dile getirmiştir. Biraz da kendini
anlatmıştır. Çünkü hep âşıktı. Toplumu,
insanları öyle güzel anlatmıştır ki kimseye çatmadan ve kimseyi üzmeden: “Büyüdüm, işsiz kaldım, aç kaldım;/Para
kazanmak gerekti;/Girdim insanların içine,/İnsanları gördüm.”
“Gün Olur” şiirinde onun ruh hâlini görürüz: “Gün olur, alır başımı giderim,/Denizden yeni
çıkmış ağların kokusunda./Şu ada senin, bu ada benim,/Yelkovan kuşlarının peşi
sıra” Orhan Veli delice sevdaların peşinde savrulmuştur. Dedikodu şiirinde
itiraf eder: “Kim söylemiş
beni/Süheylâ’ya vurulmuşum diye?/Kim görmüş, ama kim,/Eleni’yi öptüğümü” “Bedava” isimli şiirinde de derin bir
ironi vardır ve belki de çağını en iyi şekilde eleştiren şairdir: “Bedava yaşıyoruz, bedava;/Hava bedava,
bulut bedava;/Dere tepe bedava;/Yağmur çamur bedava” Orhan Veli’nin
hürriyetine düşkünlüğünü biliriz. Devlet memurluğundan istifası da bunu
doğrular. “Hürriyete Doğru” şiirinde şöyle seslenir: “Ne duruyorsun be, at kendini denize;/Geride bekliyenin varmış,
aldırma;/Görmüyor musun, her yanda hürriyet;/Yelken ol, kürek ol, dümen ol,
balık ol, su ol;/Git gidebildiğin yere.”
“Ölürüz diye mi üzülüyoruz?/Ne ettik, ne gördük
şu fâni dünyada/Kötülükten gayri?” diyordu. Orhan Veli’yi bir kasım günü, sonbaharda,
yapraklar düşüp savrulurken, gökyüzünün renginin griye çaldığı, bu hoyrat
hayatın ömrümüzü aldığı bir günde İstanbul’da kaybettik. O, “İstanbul’u dinliyorum, gözlerim kapalı;/Bir
kuş çırpınıyor eteklerinde” demişti. Gözlerini kapattı ve şimdi İstanbul
onu dinliyor. “Ölünce kirlerimizden
temizlenir,/Ölünce biz de iyi adam oluruz” dedi ve veda etti.