Dolar (USD)
34.57
Euro (EUR)
36.00
Gram Altın
3017.21
BIST 100
9549.89
02:17 İMSAK'A
KALAN SÜRE
11 Aralık 2018

Ölümün kıyısında hayat bulan sanat: TOMBAK

Osmanlı Devleti yeni bir medeniyet inşa ve ihya ederken, sömürü ve asimilasyon politikalarını elinin tersiyle tarihin derinliklerine gömüp adaleti dünyaya yaydı. Bunu yaparken de ilim, bilim ve sanatta zirve yaparak dünyayı unutulmayacak eserlerle bezedi. Biz bugün bunlardan sadece “tombak”tan bahsedeceğiz. Ölümün kıyısında bu sanatı icra edenlere dokunup, kaybolmaya yüz tutmuş yitik hazinemizi serdedeceğiz; Yapı Kredi Kültür Sanat Yayıncılık tarafından yayınlanan eser ve sergiden ilham alarak.

Tombak, altın ve cıva karışımından elde edilen yumuşak kıvamdaki amalgamın bakır eşyalar üzerine fırça ile sürülerek, altın görünümü kazandırılan nesnelere verilen isimdir. Tombak kelimesinin Malaycada bakır anlamına gelen “tombaga” sözcüğünün dönüşmesiyle Türkçeye geçtiği düşünülmektedir.

Tombak tekniğinin ana malzemelerinden cıva; altın ve gümüş gibi madenleri çözme özelliğine sahiptir. Cıvanın saf altınla karıştırılmasıyla elde edilen bileşiğe amalgam denilmektedir. Tombaklama; amalgamın hazırlanması, yumuşak kıvamdaki altın-cıva amalgamının kaplanacak parça yüzeyine sürülmesi ve kaplanan parçanın kor halinde ateşte ısıtılarak cıvanın yüzeyden buharlaştırılması olmak üzere 3 temel aşamadan oluşuyormuş.

TOMBAK SANATI KISA SÜREDE BÜYÜK RAĞBET GÖRDÜ

Altın-cıva karışımı ile kaplanmış bakır ve bakır alaşımından meydana getirilen geleneksel kültür miraslarımızdan olan Tombak Sanatı; 16. yüzyılın başında altın ve gümüşün çok pahalı ve günah olmasından dolayı ortaya çıkmış. İslâm inanışında, altın eşya kullanmak hoş karşılanmadığı için Osmanlılar bu sanat tekniğini geliştirmiş. Maddî ve dinî unsurların yanı sıra, gelen konuklara ihtişamın ve zenginliğin göstergesi niteliği taşıyan altın ve gümüş eşyalarla ikramda bulunmak görgüsüzlük sayıldığından, bu sanat kısa zamanda büyük rağbet görmüş.

Tombak kullanımı hem gündelik hayatta hem askeri alanda tercih edilmiş. Başlarda Osmanlı sarayı ve saray mensupları için üretilen tombak eşyalar, zamanla varlıklı kimselerin de günlük hayatına nüfuz etmiş. Tombaklar, kap kacaktan temizlik eşyalarına, aydınlatma gereçlerinden askeri tören teçhizatlarına kadar birçok alanda kullanılmaya başlamış.

Başlangıçta kabaca altın plakalarla kaplanan eşyalar, zamanla cıva, altın ve ateşin kullanıldığı kimyasal yöntemin bulunmasıyla mükemmel altın yüzeylere kavuşmuş. Bu sihirli kimyayı tombak adıyla Türk maden sanatına kazandıran Osmanlı zanaatkârları, bakır ile altının mükemmel uyumunu fark ederek, hem korozyon problemini ortadan kaldırmış, hem de sivil ve askeri alanlarda kullanılabilen göz kamaştırıcı parlaklıkta zarif eşyalar üretmiş.

Osmanlı Dönemi’nde tombaklanan bakır eşyalar, kimi zaman gerçek altınmış gibi işlem görmüş ve sahteciliğe neden olmuş. Bu nedenle çok iyi tombaklanmış araç ve gereçlerin üzerine gerçek altın olmadıklarının anlaşılması için “taklit” veya “tombak” yazan soğuk damga darp edilmiş.

“İSTANBUL İŞİ”NİN YERİ BAŞKA

Tombak sanatı, Osmanlı Devleti döneminde dini mekânlarda, mimari yapılarda ve askeri alanlarda sıkça yer bulmuş. Türk, Ermeni ve Rum ustaların göz alıcı parlaklıkta imal ettiği tombaklar, “İstanbul İşi” olarak ününü dünyaya duyurmuş. Bu yüzden İstanbul’da yapılan eserler kaliteli olduğu için ayrı bir kıymete sahipmiş. Eserlerin kime ait olduğunu belli etmek için bu sanat dalına ait şekiller ve teknikler kullanılmış.

Zamanla mimarî süslemelerde ve kemer tokaları, vazo, kahve fincanı ve güğümü, tepsi, ibrik, hamam tası, sahan gibi eşyalar tombak tekniği ile vücut bulmuş. Uzun yıllar deforme olmadan muhafaza edilen ve sağlam pürüzsüz yapıya sahip olan teknik, hâlâ bu özelliğini korumaktadır.

USTALAR SANATLARINI ÖLÜMÜN KIYISINDA İCRA ETTİ

Osmanlı tombaklarını özgün kılan asıl önemli unsur, bu tombakların Ermeni-Rum ustalar ile kökeni Orta Asya sanat geleneğine kadar uzanan Türk ustaların buluştuğu İstanbul’da üretilmesidir.

Tombak sanatı aşkla yoğrulan emekle birlikte, tehlikeli bir serüvenin ürünü olma özelliğini de taşıyordu.

Ünlü Türk gezgini Evliyâ Çelebi Seyahatnâme’sinde “esnaf-ı cıvacıyan” dediği zanaatkârlar, nesiller boyu süren usta-çırak ilişkisinin en verimli ürünlerine aracılık eden tombak tekniğini uygularken ağır bedeller ödüyordu. Altın ve civanın harmanlanması için bir dizi işlem gerçekleştirilirken, zehirli bir maden olan cıvadan zehirlenen ustalar erken yaşlarda hayata veda ediyordu. Sanatkârlar, hasta olacaklarını, belki de hayatlarını kaybedeceklerini bile bile birbirinden nadide eserleri üretiyordu.

Bu nedenle tombak ustalarının isimleri ve yaşamları, bugün tombak eşyalara atfedilen paha biçilmez değeri daha da anlamlı kılıyor. Her ne kadar mesleki olarak nesilleri kesilmiş, tarihin tozlu sayfaları arasında kalmış olsalar da…

“TOMBAK: ALTINDAN SÜZÜLEN ZERAFET”

Fedakârlığın ürünü olan Tombak sanatında hayat bulan ışıltılı eserler, “Tombak: Altından Süzülen Zarafet” adı altında kitaplaştırılıp, Beyoğlu’ndaki Yapı Kredi Müzesi’nde sergilenerek Osmanlıların unutulmuş ve gizli kalmış hazinelerini gün yüzüne çıkardı.

Yapı Kredi Kültür Sanat Yayıncılık A.Ş. tarafından özenle yayına hazırlanan “Tombak: Altından Süzülen Zarafet” isimli sergi kitabı, unutulmaya yüz tutmuş bir sanatın örneklerini sanatseverlerle buluşturmak üzere yayına hazırlanmış.

Tülay Güngen hanımefendi, “Tombak: Altından Süzülen Zarafet sergisinin hazırlıkları sırasında önümüze büyülü bir dünya serildi” diyerek gördükleri karşısında hayranlığını gizleyemiyor. Ve sonrasında sözlerine şu ifadelerle devam ediyor: “Yapı Kredi koleksiyonundaki tombaklardan yola çıkarak çalışmaya başladığımızda, altınla meydana getirilen zarif ve görkemli kültürün arkasında bin yıllara dayanan bilgi ve deneyim bulunduğunu gördük.”

Unutulmaya yüz tutmuş ve henüz hakkında yeterince araştırma yapılmamış tombak sanatını tanıtmak amacıyla hazırlanan bu kitapta, erken dönemlerden itibaren altın kaplama konusuna eğilmekle birlikte, Osmanlı maden sanatının zirvesini oluşturan tombak eserler üzerine yoğunlaşılmış.

SERGİ 5 BÖLÜMDEN OLUŞUYOR

Beyoğlu Yapı Kredi Kültür Sanat’ın birinci katında bulunan Yapı Kredi Müzesi, kendi koleksiyonundaki tombaklardan yola çıkarak hazırladığı ve T.C Kültür ve Turizm Bakanlığı, Kültür Varlıkları ve Müzeler Genel Müdürlüğü ile Harbiye Askeri Müze ve Kültür Sitesi Komutanlığı’nın ortaklığında açtığı “Tombak: Altından Süzülen Zarafet” sergisiyle, Osmanlıların unutulmuş bir sanat dalını ve gizli kalmış bir hazineyi tarih ve sanat meraklılarıyla buluşturuyor.

19. yüzyılda altın çağına ulaşmış ancak günümüzde artık icra edilmeyen tombak sanatının müzeler ve özel koleksiyonlardan seçilen en nadide örneklerin yer aldığı sergi; “Sofra ve Yemek Sunumu”, “Su, Temizlik ve Güzel Koku”, “Giyim Kuşamda Tombak”, “Osmanlı’nın Altın Ordusu” ve “Işığın Kaynağı” başlıkları altında toplamda beş bölümden oluşuyor ve tombakları kullanım alanlarına göre sanatseverlere tanıtmayı amaçlıyor.

138 ADET OSMANLI TOMBAĞI BİR ARADA

Sergide, başta Yapı Kredi Koleksiyonu olmak üzere, Topkapı Sarayı Müzesi, Vehbi Koç Vakfı Sadberk Hanım Müzesi, Harbiye Askeri Müze ve Kültür Sitesi Komutanlığı, Semahat ve Nusret Arsel Koleksiyonu, Çiğdem Simavi Koleksiyonu, Gökhan Turhan ve Göksel Turhan Koleksiyonu, A. Naim Arnas Koleksiyonu, Ercan Topçu Koleksiyonu ve Adell Âb-ı Hayat Koleksiyonu gibi Türkiye’nin önemli müze ve koleksiyonlarından ödünç alınan 138 adet Osmanlı tombağı ilk kez bir arada sergileniyor.

Günümüze ulaşan göz alıcı güzellikteki bu kıymetli tombakların her biri, üzerinde ustasının hâtırâsını taşıyor. “Tombak: Altından Süzülen Zarafet” sergisi, tombak ustalarının hünerli elleriyle asırlar önce yaktıkları ateşe atılan ve bu hatıraları canlandıran bir çıra gibi insanın ruhunu ve ufkunu aydınlatıyor.

Sergi, Osmanlı Dönemi’nde eşyalara altın görünümü vermek için altınla kaplanan ve tombak olarak adlandırılan yemek kapları, fincan zarfları, leğen-ibrikler, buhurdanlar, gülabdanlar ve şamdanlar ile ziyaretçilere Osmanlı saray hayatının zarafetini sunarken; Osmanlı ordusu için üretilen tombak miğfer, kalkan, at alınlığı ve koşum takımları ile askeri törenlerin ihtişamını gözler önüne seriyor. Osmanlı’ya özgü bu altın kaplama sanatının en nadide örneklerinin yer aldığı sergi, estetik ve kalite açısından Osmanlı zanaatkârlarının eriştiği seviyeyi de görmeye imkân sunuyor.

Tombak: Altından Süzülen Zarafet” isimli sergi 21 Kasım 2018’den beri sanatseverlerin yoğun ilgisini görüyor. Küratörlüğünü Nihat Tekdemir, danışmanlığını Prof. Dr. Sümer Atasoy ve Güner Liman, tasarımını ise Yeşim Demir’in yaptığı sergi, 28 Nisan 2019 tarihine kadar gezilebilecek. Nihat Tekdemir, yaptığı açıklamada dün itibariyle sergiyi 7 bin kişinin gezdiğini ifade etti.

ASKERİ TOMBAKLARDA KAYI SİLAH DAMGASI

Oğuzların Kayı boyuna mensup Osmanlılar, cephaneliklerine aldıkları miğfer, kalkan, at alın zırhı gibi savunma silahlarına Kayı Silah Damgası vururlardı. Askeri malzemelerin üretim ve tombaklama işlemi bittikten sonra silahhanede vurulan bu damga, bazen seferlerde ganimet olarak alınıp ikinci defa kullanılan silahlara da vurulurdu.

SOFRA VE YEMEK SUNUMU

Osmanlı Devleti’nde saray mutfağının sunumu için özel üretilen tombaklar, devletin ihtişamını ve zenginliğinin özellikle yabancı konuklara hissettirilmesinde önemli rol oynardı. Ülkenin dört bir yanından getirilen en iyi malzemelerle hazırlanan yemekler, belirli bir sofra düzeni ve âdabı eşliğinde sunulurdu. Sofra düzeninde, önce yaygı denilen örtü yere serilir ve üzerine sini konulurdu. Yaygının uçları dizlerin üzerine çekilerek, sininin etrafında hep birlikte oturulurdu.

Yemekler şık ve zarif tombak sofra takımlarıyla ikram edilir, işlemeli sini üzerine konan saraya özel çorbalık, kapaklı sahan, kâse ve tabaklarda yenilirdi.

Yemeğin üstüne ikram edilen kahve, bakır cezvelerde mangal ateşinde pişirilir, kulpsuz fincanlar için tasarlanmış zarif tombak zarflarla servis edilirdi. Kahve ikramında kullanılan tombak kahvedan, fincan zarfı, tepsi, şekerlikler, kahve keyfini görsel şölene dönüştürürdü.

SU VE TEMİZLİK

İslâm dininin şartları arasında temizliğin ayrı bir tutması ve temizlikte suyun arz ettiği önem, Osmanlı’da leğen, ibrik gibi su kaplarının üretimini zorunlu kılmıştı.

Saray mensuplarına düzenli olarak ibrik hizmeti verilir, kullanılan ibriklerin tombak olmasına özen gösterilirdi. Yemekten önce kıymetli tombak leğen ve ibriklerle eller yıkanır, sırma başlı havlularla eller silinir, sofraya öyle oturulurdu.

Zengin konaklarında el ve ayak temizliği için tombak leğen-ibrik kullanılır, leğenlerin altına kırmızı çuhadan kenarları şeritli yaygılar serilirdi. El yıkanırken elinden sabunu kaçırmak, kırmızı yaygı üzerine su akıtmak, leğene tükürmek ayıp sayılırdı. Kasım ayından sonra ibriklere muhakkak ılık su konurdu. Kış iyice bastırdığında ise sultanlar için kor ateş haznesi bulunan ve içindeki suyu ısıtan özel tasarım tombak ibrikler kullanılırdı.

TEMİZLİK VE GÜZELLİK

Osmanlı’da temizlik, arınma ve sosyalleşme mekânları olarak yoğun ilgi gören hamamlar gündüzleri kadınlara ayrılırdı. Hamama giderken “hamam bohçası” hazırlanır, ütülü ve işlemeli bu bohçalara fildişi taraklar, tombak hamam tasları, sabunluklar ve hamam keseleri koyulurdu.

Evlerde el ve ayak yıkamak için leğen-ibrik, gusülhanelerde gusül abdesti almak için hamam tası kullanılırdı. Yemek kokularını gidermek için sofradan kalkınca ellere darağızlı ve armudi gövdeli tombak gülabdanlardan gülsuyu dökülür, tombak buhurdanlarda öd ağacı ve günlük amber yakılırdı. Buhurdan ve gülabdanlar takım halinde üretilir, misafirlere aynı tepsi içinde sunulurdu.

Osmanlı saraylarında padişahın gideceği mekânlarda, verilen ziyafetlerde, haremde yemeklerin ardından ve namaz öncesinde tombak buhurdanlar yakılır, ortama hoş kokular salınırdı. Nezih misafirlerin ziyaret ettiği hane ve konaklarda ise gösterilen hürmete istinaden gümüş ev eşyaları kullanılmaz; tepsi, buhurdan, gülabdan gibi eşyaların bilhassa bakır üzerine yaldızlı tombaktan olmasına özen gösterilirdi.

GİYİM KUŞAMDA TOMBAK

Payitahtta varlıklı kadınlar giyim kuşama ve takıya son derece önem verirdi. Kaliteli ve göz alıcı kumaşlar özel terzilerin ellerinde eşsiz kıyafetlere dönüşürdü. Kuşaklar ve kemerler kadınların vazgeçilmez aksesuarları arasındaydı. Dışarıya çıkılırken bu elbiselerin üzerine dizlere kadar inen mantolar giyilir ve yarı saydam peçeler takılırdı. Bel kısmına ya kuşak bağlanır ya da işlemeli kemerler takılırdı. Kullanılan kuşağın ipek, kemerin ise tombak olmasına özellikle özen gösterilirdi.