Dolar (USD)
35.15
Euro (EUR)
36.71
Gram Altın
2974.99
BIST 100
9949.01
02:17 İMSAK'A
KALAN SÜRE
26 Kasım 2024

​Ölümün Fısıltısı

Ölüm... İnsanlık tarihinin en büyük eşitleyicisi. Saraylardan kulübelere, bilgelerden cahillere kadar kimseyi ayırt etmeyen bir gerçeklik. Hepimizin bildiği, ama çoğu zaman derinlemesine düşünmekten kaçındığı bir hakikat. Peki, neden? Ölümün varlığını bilerek, onu unuturmuş gibi yaşamaya devam etmek, insanın kendisiyle yaptığı en garip pazarlıklardan biri değil mi?

Ölümün kaçınılmazlığı, bizi daha iyi bir insan olmaya yöneltmesi gerekirken, neden çoğu zaman bizi korkuya, suskunluğa veya kayıtsızlığa sürüklüyor. Çevreme baktığımda, inanç sahibi olduğunu söyleyen ya da hakikat arayışında olduğunu iddia eden birçok insanın, ölümün bu yalın gerçeğiyle yüzleşmek yerine günlük hayatın telaşına kapıldığını görüyorum. Bu, yalnızca dinî bir mesele değil; aynı zamanda insanî bir mesele?

İnsanlığın erdemlerini şekillendiren en temel kavramlardan birinin adalet olduğunu bilenlerdeniz. Adaleti yalnızca mahkemelerde aramamalıyız. Zaman zaman inancını yaşayarak öne çıkan insanların dahi adaletsizlik karşısında sessiz kaldığına şahit oluyoruz. Kendi çıkarlarımız, korkularımız ya da statümüz, vicdanımızın önüne geçiyor. Oysa adalet, inancın en büyük göstergesi değil midir?

Düşünmenin özgür olduğu bir dünyada yaşıyoruz. Peki, özgürlüğümüzü ne kadar kullanıyoruz? “Haksızlık karşısında susan, dilsiz şeytandır.” Hz. Ali'nin sözünün ağırlığını hepimiz hissetmeliyiz. Ama bu sessizlikneden? Belki de ölümden korktuğumuz kadar, yaşarken de hakikatten korkuyoruz.

Ölümü ve hayatın anlamını sorgulamak, insanı rahatsız edebilir. Ancak bu rahatsızlık, bizi hakikate daha da yakınlaştırmalı, ölümü anlamaya çalışmalıyız ki, hayatı anlamlı kılabilelim.Hayatın geçiciliğini bilmek, bizi daha merhametli, daha vicdanlı ve daha adil yapmalıdır. İnsan, sahip olduğu hiçbir şeyin kendisine ait olmadığını, ölümün hepsini alıp götüreceğini bildiğinde, başkalarının haklarını gasp etmek yerine, onların haklarını korumaya çalışmaz mı?

Hak ve adalet konusunda sessiz kalmak, yalnızca şahsî bir mesele değildir. Toplumun vicdanını oluşturmak, her birimizin sorumluluğudur. Belki de bu sorumluluğu yerine getirmek, küçük bir adımla başlayacak olursak; kendimize dürüst olmalıyız.

Her sabah aynaya bakıp şu soruyu sormalıyız: “Bugün, ölümün varlığını bilerek nasıl bir insan olmaya karar verdim? Hak ve adalet karşısında hangi adımı atacağım?” Bu eylem, bizim için büyük bir değişimin başlangıcı olabilir. Önemli olan, ölümden kaçmak değil; ölümün bize fısıldadığı gerçeği dinlemek: “Adaletle yaşa, çünkü hiçbir şey sonsuz değil.”

Bu yazı bir sorgulamadır, bir davettir. Kendim için kaleme aldım almasına ama hakikatin izini süren herkese seslenmiş oldum.

Siz ne düşünüyorsunuz? Hayatı daha anlamlı kılmak için birlikte ne yapabiliriz?