Ölümü öldüren kahramanlar
1 Ağustos 1914 günü Almanya’nın Rusya’ya harp ilan etmesiyle, Harb-i Umumi olarak bilenen 3 kıtada ve sekiz cephede iki buçuk milyon askerin çarpıştığı bu savaşa girilmiştir.
Birinci
Dünya Savaşı, Avrupa’da 2 Ağustos 1914’te patlak verdiğinde Osmanlı Devleti de
aynı tarihte seferberlik ilan etmiştir. Osmanlı Devleti bütün sınırlarda
savaşmış ve İtilaf Devletleri’nin (İngiltere, Rusya, Fransa ve İtalya) askeri
hedefi haline gelmiştir.
Osmanlı
Devleti, Arap Yarımadası, Irak, İran, Avrupa, Galiçya, Doğu Anadolu ve
Çanakkale’de çarpışmıştır. Türk milleti; Yemen, Medine, Kafkasya, Galiçya,
Çanakkale’deki kahramanlıklara rağmen bu savaşta mağlup olmuştur. Savaş sonunda
Ortadoğu ve Arap Yarımadası’nda Türk egemenliği yerini İngiliz ve Fransız
eğilimli manda yönetimlerine bırakmış, bölgede Irak, Suriye, Ürdün, Suudi
Arabistan gibi devletler kurulmuştur.
Trajedilerle
dolu bu savaşta Osmanlı’nın tahminen 240.000 askeri esir düşerken, 3 milyon
insanı da şehit olmuştur. Dünya genelinde ise 16 ilâ 19 milyon arası asker ve
sivil hayatını kaybetmiştir.
*
Modern
endüstriyel çağın ilk küresel çatışması olan Birinci Dünya Savaşı, gerek
ordularda istihdam edilen muvazzaf asker, gerekse de zorunlu askerlik
sistemiyle askere alınan insan sayısı açısından daha önce benzeri görülmemiş
kapsamda bir seferberlik tecrübesi ortaya çıkarmıştır.
Süre “On
Yıllık Savaş” içinde olan Osmanlı Devleti için Avrupa ülkelerine göre daha da
uzundur. Çünkü birçok Osmanlı askeri, Cihan Harbi öncesinde Balkan Harbi’nde de
görev almış, yine birçoğu Mondros Mütarekesi’nden sonra Anadolu’da başlayan ve
Ankara merkezli idare edilen Millî Mücadele’de de seferber edilmiştir.
Birinci
Dünya Savaşı’nda Osmanlı sahnesi gerçek anlamda çok cepheli savaştır ve Osmanlı
orduları bu cephelerde aynı anda birden fazla İtilaf Devleti ordusuna karşı
mücadele vermiştir.
*
Birinci
Dünya Savaşı gibi askerlerin cepheden cepheye koşturduğu, cephelerde uzun ve
zor zamanlar geçirdiği yıpratıcı bir harp tecrübesi elbette savaşa katılan her
askerin hafızasında derin izler bırakmıştır.
Örneğin,
Kafkas Cephesi’nde sıhhiye onbaşısı olarak görev yapan Ali Rıza, çatışma ve
soğuğun askerlere neredeyse hiç göz açtırmadığı, yaşam koşullarının son derece
zor olduğu bu cephede düzenli günlük tutmaktan vazgeçmemiştir:
“16 Kasım
1914… Bu satırları karalamak için çamur içinde bir taşa oturup yazıyorum. Sekiz
on kadar gülle birden düşüyor. Ya Rabbi, selametle kurtulup da şu hatırayı cemaat
içinde okumak nasip edecek misin?..”
Osmanlı
askerlerinin Birinci Dünya Savaşı tecrübelerine ait hatırlama kayıtlarında en
çok vurgulanan nokta, tüm cepheler dâhil olmak üzere, savaşın gündelik
yaşamında askerlerin çektiği sıkıntılar ve baş etmeye çalıştığı zorluklardır.
*
Birinci
Dünya Savaşı’nda Osmanlı, sadece farklı rütbelerden değil, farklı
coğrafyalardan, dinlerden ve etnik gruplardan çok sayıda askeri ordu
birliklerinde istihdam ederek farklı cephelere sürmüştü. 1914 yılında Osmanlı
Devleti hâlâ oldukça geniş sayılabilecek bir imparatorluktu ve toplam yüzölçümü
2 milyon kilometrekareydi.
Ancak bu
devasa coğrafya içerisinde mevcut toplam demiryolu ağı uzunluğu 6 bin
kilometreyi geçmiyordu ve bu da tek hatlı ray sistemindeydi. (Bu uzunluğun
oranı yaklaşık olarak, 304 kilometrekareye bir kilometre demiryolu demekti.)
Bu yetersiz
altyapının neticesinde, Birinci Dünya Savaşı’nda Osmanlı ordusunu, “yaya modern
ordu” olarak tasvir etmek mümkündür.
*
Örneğin,
seferberlik ilanının hemen akabinde, Mamüretülaziz (Elazığ) vilayetinin Eğin kazasının (bugün Kemaliye)
köylerinden yola çıkıp, Kafkas Cephesi’ne gitmek üzere kaza merkezine yürüyerek
gelip toplanan yaklaşık beş bin askerden biri de Onbaşı Ali Rıza (Eti) idi.
Eğin’den Kafkas Cephesi’ne yapılan son derece çetin yaya yolculuğu Ali Rıza’nın
günlüğünde sitem dolu cümleler yazmasına neden olmuştu. Zira hem yollar uzun ve
kötüydü, hem iklim koşulları zorlayıcıydı, hem de her bir askerin taşıdığı yük
ağırdı:
“Yarım saat
mola ile on beş saat yürüyen, beş saatte silah başı yapıp çantasıyla ayakta
bekleyen, tam yirmi saat ayaktaki askerlerden bilmem ki ne hizmet bekleniyor.
Yatıp da sekiz on dakika geçince bir iniltidir başladı. Of, ah, vah diyenin
haddi hesabı yok. Ayağı kabarmayan tırnakları kan kesmeyen hiçbir kimse
kalmadı. Zavallı millet, biçare efrâd. Haline bakıp da ağlamamak için hayvan
olmalı. Ağladım çünkü benim de on tırnağıma kan dolduğu gibi tabanlarım da
yumurta gibi şişmiş.”
Kış
koşullarında yürümek, hem soğukla baş etmek hem de karlı yollarda yürümenin
daha da zor olması nedeniyle askerleri çok yıpratıyordu. Bu tür durumlarda, bir
nebze ne olsa kolaylık sağlamak adına askerler türlü yollar deniyordu.
*
Cephelerin
gündelik yaşamında, kötü beslenme ve eksik iaşe askerlerin en az düşman kadar
baş etmeleri gereken bir zorluktu. Kafkas Cephesi’nde görev yapmış olan Tabip
Yüzbaşı Şehidullah Fikri’nin (Altan) gözlemlediği gibi, cephedeki askerler için
bazen açlık düşmandan daha fazla tehditkâr olabiliyordu. Ve askerlere göre de
açlığın üstesinden gelmedikçe Moskof’u bitirmenin imkânı yoktu.
Örneğin,
Çanakkale’de savaştıktan sonra Kafkas Cephesi’ne sevk edilen Er Halil (Koç),
açlık bazen çok katlanılmaz hale geldiğinde hayvan yemlerini kavurup yemek
zorunda kaldıklarını unutamamıştır. Kafkas Cephesi’nde savaşan Er İsmail (İrfanoğlu), yaralı ya da ölü
hayvanları yiyerek askerlerin açlıklarını geçici de olsa giderdiklerini
unutmamıştır. Yem kıtlığının Kafkas Cephesi’nde hayvan ölümlerini arttırmasıyla
askerlerin bu hayvanları yiyerek açlıklarını gidermeye çalıştıklarını, ancak
beklemiş ve çürümeye başlamış hayvanların etini yiyen birçok askerin zehirlendiğini
de not etmiştir.
Cephelerde
açlıkla baş etmek için hayvan leşi yemek zorunda kalan Osmanlı askerlerinin
bazen kedi, köpek, karga gibi yenmesi makbul olmayan hayvanları da yemek
durumunda kaldıkları; hatta açlığın etkisinden çarıklarını kızartıp yiyenlere
rastlandığı, yine askerlerin hafıza kayıtlarında aktarılan bilgilerdendir.
Birinci
Dünya Savaşı’nda Osmanlı cephelerinde iaşe eksikliği sorunu dinî inanç ya da
etnik köken ayırt edilmeksizin tüm Osmanlı askerlerini etkileniş görülmektedir.
*
Osmanlı ordusu
cephelerdeki birliklere gıda temininde zorlandıkça, cephe gerisi, yani yurt
cephesinde de gıda sıkıntısı kendini hissettiriyordu. Cephelerdeki hijyen
problemleri, Birinci Dünya Savaşı’nda belki en az düşman kadar kayba uğratan
salgın hastalıkların yayılmasını kolaylaştıran bir etmen olmuştur. Zira,
Birinci Dünya Savaşı’nda Osmanlı cephelerinde salgın hastalıklarından şehit
asker sayısı muharebelerde şehit asker sayısını geçmiştir.
Hijyen
sorunlarına yol açan etmenlerin başında yetersiz su meselesi geliyordu;
cephelerde askerlerin kişisel temizliğe yeterince vakit ayıramaması su kıtlığı
sorunuyla birleşince, kendisini ve giysilerini yıkayamayan asker, sadece pis
kokmakla kalmayıp bitlenip hastalanmaya kadar varabilen sağlık sorunlarıyla
karşılaşıyordu.
*
Beden
temizliklerinin aksamasının en olumsuz sonucu askerlerin bitlenmesiydi. Tüm
cephelerde bitle mücadele askerleri son derece zorlayan bir problemdi. Başka
bir deyişle, Osmanlı askerlerinin cephelerde diğer bir düşmanı da bitlerdi;
hatta, Kafkas Cephesi’nde görev yapan Sıhhiye Çavuş Tayyar’ın (Yazıcıoğlu)
tespit ettiği gibi, bitler bazen düşmanlardan bile daha tahrip edici
olabiliyordu. Örneğin, Anadolu sözlü kültüründe Kafkas Cephesi’nde “ordunun
Ruslara değil, bitlere yenik düştüğü” sözü vardır ve mesela Oltulu köylüler
çocuklarına aktardıkları savaş anılarında, “Sarıkamış’ta savaşta askerlerin
kaşlarında yüzlerce bitin dolaştığını gördüklerini” anlatmışlardır.
*
Birinci
Dünya Savaşı, Osmanlı askerleri için gerçek anlamda çok-cepheli bir savaş
olmuştur. Osmanlı askerleri için Birinci Dünya Savaşı, endüstriyel bir savaşta
modern kitle ordularıyla yıkıcı bir çatışma içine girmek zorunda olduğu bir
savaş kadar, aynı zamanda farklı coğrafyalara sancılı seyahatler yapmak ve
farklı coğrafyalarda uzun ve zorlu aylar geçirmek zorunda olduğu bir
tecrübeydi.
Birinci
Dünya Savaşı’nda Kafkas Cephesi Türk kolektif hafızasında ağırlıklı olarak,
esasen bu cephenin sadece ilk safhasına denk düşen Sarıkamış Muharebesi’yle ve
belki ondan daha da önemli olarak, Osmanlı askerlerini en az Rus mermileri
kadar kıran dondurucu soğukla özdeşleşmiştir.
Onbaşı Ali
Rıza, soğuk ısırmasına maruz kalmış askerlerin böyle ızdırap verici ölüm
sahnesini günlüğüne hüzünle yazmıştır: “27 Aralık 1914… Beş nefer incimâd
getirdiler. Gözümün önünde kıvrana kıvrana can veriyorlar. Gözleri bakarak
yalvara yalvara ölen biçareleri gördükçe hiçbir surette sarsılmayacağını ümit
ettiğim kuvve-i maneviyem kırılıyor. Allahım zavallı milleti sen kurtar. Eceli
geleni kurşunla öldür.”
Sarıkamış
Harekâtı’nda yer alan 30. Fırka’nın harp ceridesinde, 10 Aralık 1914 tarihinde,
fırkanın bağlı olduğu 10. Kolordu Komutanlığı’na fırka kumandanı Miralay Ali
Osman Bey tarafından gönderilen durum raporunda bu acı gerçek gayet özlü bir
biçimde ifade edilmiş: “Efrâdın elbiselerinden ekserisi keten ve bir kısmı da
yazlıktır ve bir hayli efrâdın da kaputları yoktur. Kundura ve çarık noksandır.
Teçhizattan bilhassa çadırların eksikliği pek ziyade hissedilmektedir. Çanta ve
palaska da tam değildir.”
***
Birinci
Dünya Savaşı’nda Osmanlı Devleti’nin en kanlı ve trajik olaylara maruz kaldığı
cephelerden birisi de Kafkas Cephesi’ydi. Osmanlı ve Rus orduları arasında
geçen Kafkas Cephesi muharebesinin en önemli dönüm noktası olarak bilinen
Sarıkamış Harekâtı’nda (22 Aralık 1914 - 9 Ocak 1915) çatışma, açlık, hastalık
ve dondurucu soğuklar nedeniyle çok dramitik hadiseler yaşandı.
İşgal
altındaki toprakları kurtarmak, Rusların sıcak denizlere inme hayalini
engellemek için Başkumandan Vekili Enver Paşa ve Genelkurmay İkinci Başkanı Hafız
Hakkı Paşa tarafından başlatılan Sarıkamış Harekâtı’nda Allahuekber ve Soğanlı
Dağları’nda 60 bini donarak toprağa düşen 78 bin şühedânın acısının üzerinden
106 yıl geçmesine rağmen hâlâ tazeliğini koruyor.
Kaynakça: Doç. Dr. Mehmet Beşikçi, Cihan Harbi’ni Yaşamak ve Hatırlamak, İletişim Yayınları