Ölüm var!
Ne çok ölüm var! Ölümlerle öğreniyor, terbiye oluyoruz. Eksiliyoruz belki ama ölümün yok oluş olmadığını bildiğimizden teselli buluyoruz. Diğer tarafta da çoğalıyoruz. Yolcu ettiğimiz sevdiklerimiz çoğaldıkça dünyaya geçici bir nazar atıyoruz. Kalıcı olmadığımızı her ölümle daha iyi idrak ediyoruz.
9 Aralık 2019 Pazartesi günü idi, yüreğimize düşen acı haberle sarsılıyoruz. Değerli dostumuz Mahmut Aslan’ın vefatını teessürle öğreniyoruz. Amansız hastalık sebebiyle aramızdan ayrılıyor. Ölüm yakınınızda olunca hayatın muvakkat olduğunu ve bir gün sıranın size de geleceğini daha çok düşünüyorsunuz. Rahmetle anıyoruz Mahmut Aslan’ı.
Değerli dostumuzun vefatının üzerinden tam bir yıl geçti. Zaman öyle hızlı geçiyor ki uyuyup uyanmak gibi bir şey. Belki ömür de böyle kısa gelecek bir gün hepimize.
Dostumuzun vefatının üzerinden bir yıl geçmiş, onu mezarı başında ziyaret etmek düşüncesiyle yola çıkıyoruz. Sonbaharı uğurladık, kışa merhaba dedik ama güneşli ve ılık bir hava var. Tokat’tan Koyulhisar’ın Kalebaşı köyüne doğru yola çıkıyoruz.
Yirmi yılı aşan dostluğumuz, bir gölgelik misali hızla akan ömür defterinin sayfalarını çevirdikçe Mahmut Hoca ile yaşadığımız hatıralar geliyor gözümüze. Değerli dostum Mustafa Solmaz’ı günler öncesinden arayarak 9 Aralık gününü hatırlatıyorum. Bir yıl olacak, sene-i devriyesi Mahmut Hoca’nın. Kalebaşı köyüne gitmemiz lazım, özledik, hasbihal etmemiz lazım, diyorum. 8 Aralık akşamı arıyor Mustafa Hoca, “Yarın gidiyor muyuz?” diyor. Demek bir yıl oldu, ah ölüm, sen ne acı ayrılıksın!
Sabah yollardayız. Şükrü Hoca, her zamanki derin sohbetiyle zihin duvarlarımızı aşarak bizleri farklı düşüncelere götürüyor. Yolda bir ormanlığa sapıyoruz, asırlık ağaçlar, yere dökülen sararmış yapraklar. Ağaçlar ayakta, yapraklar sararmış, solmuş. İşte ölüme hazırlık!
Devam ediyoruz yola. Koyulhisar’a girmeden Kalebaşı köyünün yolunu tutuyoruz. Dağa tırmanıyoruz. Yamaçlarda göz alabildiğince orman. Derinleşen rengarenk ormanlar. Yükseğe çıktıkça hafifliyoruz. Mahmut Hoca’ya yaklaşıyoruz. Her yolculukta yanımızda olurdu merhum. Dinlerdi, fazlaca konuşmazdı. Bir ihtilaf olduğunda ârifâne tavrıyla bizleri sakinleştirirdi. Köyün içinden geçiyoruz. Mezarlığa doğru çıkıyoruz. Gökyüzüne çıkar gibiyiz. Derelerden gelen su seslerini dinliyorum. Dağlar birbirini izliyor, art arda yükselen dağlar, meşeler, çamlar... Çok yükseklerde mevsimin ilk karı, tabiatın kefeni, derin sessizlik...
Mezara ulaşıyoruz, Mahmut Aslan. Vefat tarihi 9 Aralık 2019. Dönüyorum o tarihe. Musallayı hatırlıyorum.
Nasıl bilirdiniz?
Dünyanın altı ve üstü... Musalla taşı. Son durak, buraya hazır olmak gerek. Ne yanılgı içindedir insan! Taşın üstündeki sonsuz hayata adım atmışken, ardından ağlayan bizler de aslında kendi sonumuzun acısını hissediyoruz. Şu taşın üstü öyle soğuk ki bir kez olsun denemek için yatılmıyor üstüne. Kendi cenazemizi hayalen de olsa kılsak. Ardımızdan alınacak helalliği duysak. Şurada yatmak, şu taşın üstüne uzanmak...
İmtihan dünyası diyoruz ya, gerçekten de öyle. Ama en son soruyu bizi taşıyanlara soruyorlar. Hayat müşterek, imtihana da birlikte hazırlanmak gerek demek ki. Sonuçta bizimle ilgili en mühim soruyu, bizi tanıyanlara soruyorlar.
Hayatı paylaştığımız canlı ve cansız herkesin, her varlığın üzerimizde hakkı var. Suyu kirletme, kuşa taş atma, çiçeği çiğneme, yeşili koru, hayvanlara kötü davranma, çocukları sev, kimsesizi koru, yaşlıya hürmet et, zayıfa destek ol. Zalimin karşısında olmak yetmiyor, mazlumun da yanında durmak lazım.
Yaslandığımız bir ağacın bile üzerimizde hakkı vardır da haberimiz yoktur. Öyleyse hayatta kalabilmemiz için ne yaratılmışsa hepsinin üzerimizde hakkı vardır. Son durakta insanlardan helallik isteriz, belki alırız. Peki, dili olmayandan nasıl helallik isteriz, onlara ne deriz? Hayat öyle incelik istiyor ki çok düşünmemiz, çok tefekkür etmemiz gerekiyor. Görünenden çok görünmeyeni de düşünmeli. Bir gözün üzerimizde olduğunu unutmadan yaşamak.
“Bir namazlık saltanatın olacak, / Taht misali o musalla taşında” diyen Cahit Sıtkı’nın dünyanın kısalığını özetleyen dizelerini hatırlıyorum. Seni iyi bilirdik dostum, mekânın cennet olsun, Cennet’te buluşmak üzere, diyoruz ve mezarının yanına diktiğimiz fidana can suyunu veriyoruz. Ya bizlere kim can suyu verecek?
Ölüm var!