Ölüm kültürü, ölüm coğrafyası: Artıklaşmaya hayır!
Kendinden olmayana ve kendi gibi olmayana düşmanlığını
nefret ideolojisi, dini ve kimliği olarak benimsemek, birçok insanın kolaylıkla
mahkum olabildiği bir karanlıktır. Ormanlarımız yanıyor, toplu katliamlar
yapılıyor, çatışma ve şiddet yüceltiliyor. Dünyayı bizim için yaşanılır kılan
ormanlarımızda çıkan yangınları, kahrolarak izliyoruz. Evlerinde oturan
kadınların ve erkeklerin, kirli ve karanlık kötülüklere ruhlarını satmış
komşuları ve mahallelileri tarafından katliama uğramalarını görüyoruz. Van’da yaşanan
sel felaketi karşısında telef olan hayvanları ve çaresizlik içinde kıvranan
yoksul insanların yardım feryatlarını okuyoruz. Artık o tabiat cenneti
şehirlerimizi ve beldelerimizi anmaya korkuyoruz. Ölüm ve yangın haberleri,
hepimizi korkutuyor. Elias Cannetti’nin şu dizelerinin soğuk ve sarsıcı bir
gerçekliğe dönüşmesiyle ürperiyoruz: “Artık
hiç bir haritaya bakamıyorum/ Kentlerin adları yanık et kokuyor.” Yaşadığımız
topraklar ölüm kültürünün hakim olduğu bir ölüm coğrafyasına dönüşme
tehlikesiyle karşı karşıyadır.
Ormanlarımız yakıldığında birtakım vakıflara ve kurumlara
ağaç dikmeleri için küçük bağışlarda bulunarak tabiatı, ormanı ve eko sistemi
koruma sorumluluğumuzu yerine getirdiğimizi sanıyoruz. Konya’da katliam yapan
karanlık ve kirli katillere, vahşi, barbar ve ırkçı diyerek kendimizle onlar arasına
mesafe koymak suretiyle insan hayatına saygı duyduğumuzu ifade ediyoruz. Rize
ve Van gibi yerlerde yaşanan sel felaketleri karşısında üzülerek felaketi
yaşayanlarla empati kurmaya çalışıyoruz. Bütün bu tutumlar, tabiatı ve insanı
korumaya yetmemektedir. Tabiatı ve insanı yaşatmak için sahip olduğumuz asli
çürümüşlüğümüzle ve yetersizliğimizle yüzleşmiyoruz. Tabiatı ve insanı korumak
ve yaşatmak için sahici anlamda bir yaşam tarzımız ve politikamız
bulunmamaktadır. İnsanı ve tabiatı koruyacak ve yaşatacak bir yaşam tarzını ve
politikayı inşa etmek üzere her şeyi yeniden sorgulamalı ve kendimizi
yenilemeliyiz. Mevcut yaşam tarzlarımızın, kalıplarımızın, önyargılarımızın,
alışkanlıklarımızın, politikalarımızın ve çatışma alanlarımızın devam etmesi halinde
ormanlarımız yanmaya, insanlarımız katliamlara maruz kalmaya devam
edeceklerdir.
Ülkemiz her gün binlerce mültecinin geldiği bir ülke haline
gelmiştir. Mülteci sorununu sahici anlamda konuşmak yerine “al eve iki tane
besle” şeklinde bir anlayış topluma hakim olmaktadır. Katliama uğrayan evin
dışında toplananlar, mahallelerinde Kürtleri barındırmayacakları şeklinde
sloganlar atmaktadırlar. Yaşar Kemal, bu katiller güruhunun insanlık adına her
şeyi kaybedişlerini şöyle ifade etmektedir: "Ne
hatır biliyorsunuz, ne gönül! Ne insanlık biliyorsunuz, ne kardeşlik!"
Ormanların yaşamımızı sağlayan canlılar dünyası olduğunu gerçeğini ihmal edip
buraları keyfimizce kullandığımız, ateşler yaktığımız ve sömürdüğümüz nesneler
olarak görüyoruz. Mülteciler, Kürtler, ağaçlar, kuşlar ve ağaçlar nesne
değildirler. Bütün canlıların bir onura sahip olduğunu ve yaşama hakkının her
canlının en önemli hakkı olduğunu unutuyoruz. Hiç kimse bir diğerini
nesneleştirme, değersizleştirme ve ötekileştirme hakkına sahip değildir. Bütün
canlılar, kuşlar, ağaçlar, mülteciler, Kürtler, Aleviler, kadınlar, çocuklar,
kısacası hepimiz özgürlük sahibi çok özel özneleriz. Özneler olarak bizler ve
diğer canlılar, birlikte yaşama, birbirini yaşatma ve beraber var olma
sorumluluğu içinde yaşamak zorundayız. İnsanı, canlıları, ormanları, suları,
ağaçları ve kuşları özne olarak görmediğimiz takdirde kendimizi bir ölüm kültürünün
hakim olduğu bir ölüm coğrafyasında bulacağımızı hiçbir şekilde unutmamalıyız.
Dünyamız bir artık değildir. Ülkemiz artıklarla, atıklarla ve pisliklerle dolu bir yer değildir. Kadınları, kimlikleri, inançları, mültecileri, tabiatı, ormanları ötekileştirerek artık ve pislik haline getirmek, doğal ve insani yaşam alanlarımızda söndüremediğimiz yangınlara yol açmaktadır. İnsanı ve tabiatı artıklaştıran; her türlü nefretten, ayırımcılıktan ve ırkçılıktan arınmalıyız. Artıklaştırma, atıklaştırma ve ötekileştirme hayatımızı karartmakta ve yakmaktadır. Dünya, tabiat ve insan, artık, atık ve pislik değildir. Nefret, düşmanlık, fanatizm, ırkçılık ve vandalizm gibi artıklaştırmanın bütün yollarına karşı insani anlamda mücadele etmeliyiz. Düşmanımız insan değil, insanı ve tabiatı artık hale getiren her türlü ideoloji, inanç, yaşam tarzı, güç ve yapıdır. Dünyaya, insana ve tabiata artık muamelesi yapmaktan acilen vazgeçmeliyiz. Aksi takdirde hepimiz, artık ve atık olarak yok olacağız.