Ölüm karşısında yas tutmak
Ölüm hayatın en büyük gerçeğidir. Devamlı ölümle iç içeyiz ve her an bir yakınımız vefat edebilir. Çok sevdiğimiz birini kaybetmemiz, bizde her zaman derin acı ve üzüntü ye yol açar. Eşimizin, anne-babamızın, kardeşimizin veya evladımızın ölümünü haber almaku2026 Bir daha onu dünya gözüyle görmeyeceğimizi bilmeku2026 Bunu kabullenmeku2026 Hep zor gelir.
Sevilen bir yakının ölümüyle insanda yas (matem) reaksiyonu ortaya çıkar. Değişik bedeni rahatsızlıklar, düşüncelerin ölen kişi üzerinde yoğunlaşması ve gereceği ayırt edememe hissi, ölen kişiye karşı suçluluk fikirleri, çevreye öfke ve kızgınlık, huzursuzluk gibi belirtiler görülür.
Aslında yas, normal ve insani bir reaksiyondur. DSM IV ve ICD 10 gibi milletlerarası psikiyatrik sınıflandırmalarda bozukluk olarak kabul edilmez. Ancak bazen uzar, şiddetlenir ve hastalık halini alır.
Acaba normal bir yas reaksiyonu hangi hallerde patolojik (anormal ) bir hale yani hastalığa dönüşür? Bu konuyu inceleyen ilim adamları, üç faktör üzerinde duruyorlar:
a. "Erkek adam ağlamaz" gibi yaklaşımlarla ölümle ilgili duyguların bastırılması, engellenmesi. Yani üzüntünün boşalmasının önüne geçilir. Aslında ağlamak, zayıflık ve yetersizlik belirtisi değildir. Kişi doğal tepkilerin baskı altına alınca uyuşukluk hisseder, gelecek senelerde bu olay psikolojik acı kaynağı olmaya devam eder.
b. Yasın ne zaman sonlandırılacağının bilinmemesi.
c. Bir takım histen mahrum abartılı gösterilerle acının boşaltılmaması.
Bu artık klasik olmuş bilgilerden sonra, Peygamber Efendimizin çok sevdiği oğlu İbrahim'in vefatı karşısındaki tutumuna bakalım:
Hicret sonrası Medine'de Peygamberimizin hayatta olan erkek çocuğu yoktu. Hz. Hatice validemizden sonra evlendiği diğer hanımlarından da çocuğu olmamıştı. Müşrikler bunu dedikodu mevzuu yapıyor ve "soyu kesildi" diyorlardı.
İşte bu sırada eşi Hz. Mariye'den bir oğlu dünyaya geldi. Doğumun olduğu gece Cebrail gelip Peygamberimize her zamankinden farklı bir adla hitap etti: "Ey İbrahim'in babası!" Ertesi sabah namazdan sonra Peygamberimiz ashabına doğum haberini verdi. "Ona atamın adı olan İbrahim isimin veriyorum." Medine'de büyük bir sevinç yaşandı.
Peygamberimiz İbrahim'e çok düşkündü. Hemen her gün, uzakta olmasına rağmen ziyaret ediyor; bazen de İbrahim, babasının bulunduğu yere getiriliyordu.
Hicretin onuncu yılında İbrahim yürümeye ve konuşmaya başladı. Fakat bu kadar sevilen mübarek çocuk hastalandı. Bir süre sonra uzun zaman yaşayamayacağı ortaya çıktı. Peygamberimiz onu sık sık ziyaret ediyordu. Ölürken de yanındaydı. İbrahim son nefesini verdiğinde, kucağına aldı ve gözlerinden yaşlar boşandı.
Efendimizin dövünme ve feryatları yasaklaması, ölüm sonrasındaki tüm üzüntü belirtilerini de yasaklamış olduğu şekilde anlaşılıyordu. Bu yanlış anlama hala bazı zihinleri meşgul ediyordu. Abdurrahman bir Avf: "Ey Allah'ın Resu00fblü, sen bunu-ağlamasını kast ederek- yasaklamadın mı? Müslümanlar sizi ağlarken görürlerse onlar da ağlar" dedi. Efendimiz yine ağlamaya devam etti ve konuşabilecek hale geldiğinde: "Ben bunu yasaklamadım. Bunlar acıma ve merhamet belirtileridir. Merhameti olmayana merhamet olunmaz. Ey İbrahim, eğer tekrar buluşma vaadi olmasa, bu (ölüm) herkesin geçmek zorunda olduğu bir yol olmasa ve son gelenimizin ilk gidene yetişeceğini bilmesek, senin için daha fazla üzülürdük. İyen de senin için çok üzülüyoruz ey İbrahim! Gözler ağlar, kalp hüzünlenir. Allah'ın gücüne gidecek bir şey söylemiyoruz" dedi.
Görüldüğü gibi Peygamberimizin tatbikatı ölüm üzüntüsünü, gereğinde ağlamayı caiz, hatta içinden geldiği gibi acıyı yaşamayı teşvik yönündedir. Yalnız yasa da sınır koymuş, üç günü aşması yasaklanmıştır.
Ayrıca Efendimizin, ölüsü olanla acıyı paylaşıma, ölü evine yiyecek gönderme tavsiyeleri ile; yalnızlık hissi, endişe ve acının azalması; faydalılık ve toplum içinde saygınlık hislerinin artması sağlanmaktadır.
Netice olarak Peygamberimizin ölüm karşısındaki üzüntü ve acı hissinin yaşanmasını, adeta boşaltılmasını teşvik ettiğin görüyoruz. Günümüz psikiyatri normlarına tam bir paralellik arz eden bu durum önemlidir. Çünkü yasın engellenmesi, ilaç ve benzeri metotlarla boşaltılmasının önüne geçilmesi veya abartılı gösterilere bahane teşkil etmesi doğru değildir. Aksine deşarj edilmeyen acı, ileriki aylar veya yıllarda ağır bir psikiyatrik hastalık (genellikle depresyon) şeklinde karşımıza çıkacaktır. Tabii bir reaksiyona, sun'i müdahale uygun değildir.