Ölüm değil; diriliş!
Bazen yalnız olmak, yalnız kalmak anlamına gelmiyor. Bazı insanlar yalnız gibi görünür ama arkasında milyonlar vardır. Yalnız idi, yalnız gitti ama arkasında milyonların duası, desteği, gönül sevgisi ile…
Cemal Süreyya’nın dediği gibi “şemsiyesi yoktu onun”. Korunmak nedir bilmez, cesur bir yürekti.
Kahraman bir şairdi. Duygu yüklüydü. Coşkuluydu. Aynı zamanda hüzünlü, içi acı
dolu, hakkı yenmiş.
Her şeye, herkese rağmen dobraydı... Dürüsttü...
Dili halim selim, kalemi ve kelamı ise keskindi. Yedi Güzel Adam’dan biriydi o...
“Dünya sürgününü” uzatmadı,
tamamladı ve “Sevgiliye, en Sevgiliye”
kavuştu. Göçtü bu dünya kervanından.... Ardında
bıraktığı şiirler yetim, şairler öksüz kaldı. Şiirlere ruh, şairlere ilhamdı
o...
Birçok defa yok sayıldı, görmezden gelindi, emeği
yok edildi. Ama o “Seni yok sayacaklar,
sen daha çok var olacaksın” diyerek çoğaldı, arttı, engellere meydan okudu. Sezai
Karakoç vefat etse de, gönüllerde milyonların kalbinde taht kurdu; çoğaldı.
Dili, dini, ırkı, mezhebi, rengi ne olursa olsun
fark etmeksizin herkesin O’ndan öğrenecekleri var. O bu dünyadan göçüp gitse
de, öğretileri kalacak. Öğrenmek isteyenlere… Okullarda ders, kitaplarda metin,
dillerde şiir, gönüllerde sevgi, kalplerde huzur, ülkede ruh olacak, devam
edecek!
Ağlatan, düşündüren, ezber bozan şiirleri oldu.
Bazen oturur şiir yazmaya çalıştığım zamanlarda aklıma hep Sezai Abi gelirdi. Abi
diyorum çünkü büyüktü; büyük ruhluydu. Bu ilhamı nereden alıyor, bu ruhu nasıl
yakalıyor diye derin düşüncelerde bulurdum kendimi. Yokluklar ve mahrumiyetler
diyarından doğup tüm ülkeye adını duyuran bir ruh olmak kolay değil; her
babayiğit başaramaz bunu. Minnetsiz biriydi; Şair Nesimi’nin dediği gibi “Rızkı veren Hüda’dır, kula minnet eylemem”
diyerek yaşadı ömrünü. Asil duruşu vardı. Şiir akan bakışları, hayata gözlerini
yumdu. Ölümü sonrası şiirler yetim kaldı. Artık şiirler daha eski, şairler daha
yaşlı olacak dünyamızda.
Belki de O’nu yaşatmak için daha uzun yaşayacak
şairler, daha çok okunacak şiirler. Mona Rosa’da “Bir gün gözlerimin ta içine
bak, anlarsın ölüler niçin yaşarmış” diyen büyük üstat, Sen “dünya sürgününü”
uzatmasan da, uzayacak namın, yaşayacak adın ve şanın. Türkiye’ye kattığın
edebi ruh meşalesi kolay kolay sönmeyecek. Diri tutacağız bunu. Sen birçok
gencin yüreğine dokundun, var ettin. Yaşattın. Onlar da yaşatacak seni,
anılarını, hatıralarını.
Şiir sevenlere değil, tüm Türkiye’ye verdiği
mesajları oldu; “Ben sevgiden yanayım.
Eğer bir aşırılık yapacaksak, sevgiden yana olsun bu” dedi ve gönüllere
sevgi ekti gitti. Yeşertelim bu sevgi tohumunu... Ülkenin dört bir tarafı
sevgiyle dolsun. Dilimiz onun gibi naif, narin ve sevgili dili olsun. Hakkını
verelim yazdığı şiirlerin. Diğer türlü O’nunla helalleşmemiz mümkün mü?
Ne yazık ki bizde adet haline gelmiş; biri öldüğünde
anlarız kıymetini. Hayatta iken değer vermek, kıymet bilmek, hakkını teslim
etmek gerek; öldüğünde değil. Belki de hak ettiği değer verilmedi diye küstü bu
dünyaya; göçtü gitti, kim bilir. Sürgününü uzatmadı.
“Seni
öldürmeye gelen sende dirilsin” sözün, yolumuzu
aydınlatsın. Bize kiniyle, öfkesiyle, yumruğu sıkılmış haliyle, ölüm niyetiyle,
kalbindeki hırsıyla, kim hangi olumsuz duygusuyla gelirse gelsin, hamur gibi
yoğuralım yüreğimizde; sevgiyle, merhametle, aşkla, iletişimle, var edelim onu
içimizde. Diriltelim. Sezai Karakoç’un anısına, hatırasına olsun
yapacaklarımız.
Her ne kadar öldü desek de esasında o ölmedi; “Fakat baktım bu ölüm değil, dirilişmiş”
sözüyle dile getirmişti öldüğü gün ölmeyeceğini, yaşayacağını, yaşatılacağını,
bir diriliş olacağını. Bize güvendiği için uzamadı dünya sürgünü…
Peki ya bizim? Güvendiğimiz kim var?
Uzar mı dünya sürgünümüz?