Ölüm akın akın…
Bir derdin dramıyla ömrün arâfındayız. İmtihan yokuşlarında varlık yokluk arası ayazdayız. İmtihanın dramına farkında olmayışımızın azabındayız…
Şu akıp geçen ömrün bir tarifi olmalı, bir anlamı olmalı nefeslerin, doğan ve batan güneşin, kışın, yazın ve ayazın bir anlamı olmalı. Bir ömür taksit ödemekle geçirmek için olacak kadar olmamalı. Doğan, büyüyen ve ölen insan bedeninin ve insan ruhunun bir anlamı olmalı. Bizden öncekilerin ve bizim ve bizden sonrakilerin sonrasından da gelip ve onların de gidecek olmasının bir anlamı olmalı. Bu ömür, deli taylar gibi akıp geçen bu ömrün bir manası olmalı. Koca bir ömür yani şu üç günlük zamanın araba markalarını takip etmekten ibaret olmadığını bilecek kadar düşüncesi olmalı insanın…
Güvercinlerin ve kelebeklerin gözlerindeki sürmenin de bir anlamı var iken, hayatın, yaşamın ve ölümün bir anlamı olmalı. Öncesizliğin ve şimdinin ve sonsuzluğun mutlaka bir anlamı olmalı. Yüzlerdeki ve gönüllerdeki gölgenin bir anlamı olmalı. Kefen libasının, teneşir ve musalla sultasının bir anlamı olmalı… Tılsımı bozulmuş gibi şu cihanın. Şu dünya denilen diyarın aslına astarına sürgünündeyiz şu dem. Gözle görülüyor, somut somut gözümüze batıyor gerçeklik, sonu gelmiş gibi hikayenin, hikayenin son turundayız gibi. Evrensel bir tımarhaneye dönüşen öykünün son faslındayız gibi. Kalemi kırıldı, hüküm verildi gibi geliyor herşey her hise.
Kuşların bile ötüşünde esrarengiz bir tufaflık var artık, insanın bile duruşunda acaip bir gariplik var. Doğanın rengi de değişti, dili çoktan değişti doğanın. Güllere marifetsiz anlamlar yüklenen bu bedel neyin günahı. Bebekleri ve kelebekleri kurban veren bu çağın azabı neyin günahı. Bu dram hangi diyarın masalı, bu çağ, mütecâviz bir bileşkenin nikahsızlığı mı. Herkesin uykuda yakalanmış gibi uyuşuk uyumsuzluğu, aminsiz bir duanın evvelsiz âhiri gibi…
Dalgalar, rüzgarlar, sonumuzun sonsuzluğa açılan yelkovanı mı akrebi mi. Hikmetler aramayan bir çağ, sevdalara yabancı kalınan bu dem, her saati asır gibi acı ve acımasız. Sonu gelmiş bir kaçışın çaresizliği alanen orta iken, yaşanan şuursuzluk ne tuhaf bir veda.
Gidişin dönüşsüzlüğü ortada iken, kalmanın planları ne kadar âciz. Çağın koridorları soğuk artık, çağrının hükmü okunuyor her hâl ve şartta. Gidişatın mecazı yok, şakası
yok, kalışa çare asla ve katta yok. Adaletten ve merhametten kuleler dikmeli şu üç günlük ömrümüzün merkezine. Ölüm tuhaf bir denklem, adalet ve merhamet ölüm yokuşlarının dinlenme durağıdır…
Ölüm denen denilen seçkin bir adaletin muhatabıyız hepimiz. Kusursuzluğu mutlaklığından ve kereminden olan bu doğa olayının doğa üstü hikmeti artık külliyen âşikar. Aslında her dem âşikar, bugün alenen âşikar. Her an her hâl bizi çağırıyor öteler, ötelediğimiz öteler ötesi bizi çağırıyor. Ölüm bizi çağırıyor, kâinatın ömrü bile ölüme çağrılıyor. Kâinat, artık sanki ve mutlaka mutlak teorinin anlam üstü hükmünün son deminde galiba. Kâinat tükeniyor. Ömrü örülen dünya, dünyalıya huzur diyarı değil artık. Artık, artığın atığı gibi herşey, herşey gözüme son fasıl. Son aslın faslı çok yakın…Ölüm akın akın…