"Olsun" diyen Karadenizli
Deprem yaralarımızı saran Trabzon’a bin selamla yazımıza başlayalım.
Arzla beraber
titreyen yüreklerimiz “olsun canınız sağ ya “diyen Trabzonlu kardeşlerimizin
omuzlarında sinelerinde dinlendi.
Hayatlarının
merkezine koydukları “olsun” sözcüğünü, orada yaşayana kadar insana nasıl bir
terapi sunduğunu anlayamazdım.
Eminim yurdumun dört köşesindeki
insanım da benim gibi...
Teslimiyet ve
tevekkül mahiyetinde “olur’a sürükleyen her şeyin ardından bu kelime geliyordu
Çocuk sınavı
kazanamamış” olsun” yine girer
İstediğim iş olmadı “olsun”
yeni bir kapı açılır.
Otobüsü kaçırdım kaç
tane işim yarım kaldı “olsun “bunun yarını da var.
En zor imtihanlarla yüz
yüze olsanız da, kolay diyebileceğimiz
sıkıntılarda da” olsun” kelimesinin gölgesinde gölgelenmeyi öğrenmişti
Trabzon halkı...
Aklı selim düşünmeyi,
teslimiyetin huzuruyla kalmayı da başarmışlardı, bu kelimenin yer
etmişliğiyle...
Kaybetmenin
acısına onurlu bir cevaptı “olsun”
İçin için ağlarken
gözlerin gülümsemesi, olmayan ne varsa hayırlısını dileyerek razı olmaktı.” Üzülme
“demenin başka bir adıydı.
Yürek ferahlatması,
gönül yangınına tatlı bir teselli sunuştu.
“Daha iyisi olsun “demenin
kalıp cümlesiydi.
Gittiğim her yerde tanıştığım her kişinin ağzından duyduğum
bu kelime, nasıl güzel bir kazanımdı benim için.
Şimdi memleketteyim. Kendime
bir “ol” sunuyorum, olacak olmayacak ne varsa huzuru kuşanarak. Bu küçük
kelimenin kalbimde açtırdığı çiçekleri derip duruyorum.
“ Olsun” düzelecek her şey.
“Olsun “ dert etme, seni deprem zamanı kardan kıştan hasta
halinde alıp Trabzon’a koyan rabbin, kim bilir sana daha ne lütuflar sunacak.
Olsun “sözcüğü beni bu yaşımda iki kat daha büyüttü
diyebilirim.
Bildiğim her şeyi yeniden temizle çektirdi.
Acele etmeyen sabrı
kuşanan gönüllerin dilinden yazdığım koskoca bir metindi “olsun “kelimesi...
Yeri gelmişken
hızır'ın hikayesini de paylaşalım
Kur’ân-ı Kerîm’de adı geçmemekle birlikte müfessirler
tarafından Hızır’a ait olduğu kabul edilen Kehf suresindeki kıssa özetle
şöyledir: Hz. Mûsâ genç adamına iki denizin birleştiği yere ulaşmaya karar
verdiğini söyler, bunun üzerine beraberce yola çıkarlar. İki denizin birleştiği
yere varınca yanlarına aldıkları kurutulmuş balığı bir kenarda unuturlar, balık
da canlanarak denize atlar. Bir müddet sonra Mûsâ genç adamına azığı
getirmesini söyler; fakat genç adam olup biteni hatırlayarak daha önce bunu Mûsâ’ya
bildirmeyi unuttuğu için üzüntüsünü dile getirir. Bunun üzerine Mûsâ aradıkları
yerin orası olduğunu söyler ve geriye dönerler. Burada kendisine Allah
tarafından “rahmet ve ilim” verilmiş olan sâlih bir kul ile karşılaşırlar.
Mûsâ, sahip olduğu ilimden kendisine de öğretmesi için onunla arkadaş olmak
istediğini söyler; Kur’an’ın adını bildirmediği bu kişi, iç yüzüne vâkıf
olamayacağı olaylar sebebiyle bu beraberliğe sabredemeyeceğini belirtirse de
Mûsâ’nın ısrarı üzerine, meydana gelen olaylar hakkında açıklama yapmadıkça
kendisine soru sormaması şartıyla teklifi kabul eder. Mûsâ’nın bu şarta
uyacağına dair söz vermesi üzerine yolculuğa başlarlar. Bu zat önce bindikleri
gemiyi deler, arkasından bir çocuğu öldürür, daha sonra da uğradıkları bir
kasabanın halkı kendilerini misafir etmediği halde orada yıkılmak üzere olan
bir duvarı düzeltir. Bu üç olayın her birinde Mûsâ arkadaşına davranışının
sebebini sorar; arkadaşı da, “Ben sana benimle beraber olmaya sabredemezsin
demedim mi?” diye uyarıda bulunur. Mûsâ özür dileyip yolculuğa devam etmelerini
ister. Sâlih kul, birinci ve ikinci olaylardan sonra Mûsâ’nın ricasını kabul
ederse de üçüncü olayda ayrılma vaktinin geldiğini söyler; bu arada söz konusu
hadiselerle ilgili olarak davranışlarının sebeplerini de anlatır ve bunları
Allah’ın emriyle yaptığını söyler (el-Kehf 18/60-82).
Olmasını istediğin ama olmayan nice şeyin içinde gizli
sırlar vardı, işte...
Yerinde ve zamanında
bir “olsun “rahatlığı gönlü genişletendi.
Bu ne güzel bir olumluma,
pozitif bakıştı.
“Olmamış ama olsun
”hem teselli, hem olması için edilen bir dua idi, niyet ettiklerimize. Hayallerine
devam söylemiyle yola revan olma haliydi ...
Canım Karadenizliyim,
gönülleriniz hiç dert görmesin.
Finduklarınızın
tadı, mısır tanelerinizin bereketi, hamsilerinizin lezzeti hiç eksilmesin. Anadolu’nun
her yeri başka güzel.
Yaşama ve tanıma fırsatı bulduğum Trabzon’u ikinci memleket
bildik, fahri bir hemşerilik kazandım. Gönle
iyi gelen ne varsa kaybetmemek gerek . Tüm güzellikler “olsun “kararında sizlerin olsun
vesselam...