Öldürmenin ölümü
İçimden daima bir ırmak geçtiği için olsa gerek hiçbir kin yerleşemiyor. Malum. O ırmağın suyu da gökten. Gök denizinden. Herkese ait olmak ve paylaşmak gibi üst düş ve duygulardan kaynıyor.
Bilirsiniz;
su yerleşmeyi, yaşamayı, yaşama sevincini kendisine çeker. Herkes kendince ve
kimseye zarar vermeksizin ve hatta fayda vererek yaşasın gitsin ırmağıdır bu…
Bana
yakışıyor bu duygu. Sana da yakışır. Fakat herkesten çok bir küresel güce ne
çok yakışırdı! Güçlüler vicdanlı olmadığı ve kalmadığı için kendine
yakıştıramıyor bunu. Onların içinden böyle bir ırmak geçmiyor. Kuraklık ve
bencillik akıyor onların coğrafyasından. Uzak ve masum halkların
zenginliklerini varlıklarının devamı ve biraz da kendi halkları için çalıp çırpmaya
devam ediyorlar. Onların iç-dış ırmakları petrol, altın eriyiği ve masum kanı
akıyor. Yaşama sevinci yaşatma sevincine dönüşmüyor. Onun yerine öldürme
sevinci duyuyorlar.
Bana
nefret etmeyi öğrettiler.
Kin
duymayı.
Öğrettiler.
Derken
Şubat’a bakıyorum. Yine 28’i çekip getirmiş önüme. İşte o içi ırmaksız, zamanın
yerli güçleri tarafından uğratıldığım zulümleri hatırlıyorum. Tam unutacağım.
Dışarıda, Ukrayna’da bir kapışma, bir öldürme sevinci telaşını görünce yine
hatırlıyorum. Yine diyorum aynı soy-suzluk. Yine en masumlar öldürülecek. Yine
sadece koşup oynamak, bastonuyla tın tın yere vuracak olanlar, yine havlar
miyavlar, yine bir “seni seviyorum” cümlesi öldürülecek. Yine paylaşmak,
karşıdakini öncelemek, diğerkamlık öldürülecek. Yine. Yine.
Biliyorum.
Hiçbir şey bu kadar basit değil. Kadının doğurduğunu erkek öldürüyorsa eğer, bu
dünya döne döne küresel despotizme dönmüşse ve üçe çıkan küresel güçten biri
kim vurduya değil, ben vurdum’a gidiyorsa… Üç olmaz, teke tek iki güç olsun.
Toplanın, birleşiverin de ey milletler birini yok edelim. Büyük İnsanlık
Kavgamız yüce sükunetine ersin. Büyük paylar iki devletin, pardon devlerin,
diğerleri de onaycı bencil cücelerin olsun diyorlar.
Bütün
çektiklerimizin dış sorumlusu ve iç sorumlusu bu kafalar… Küresel güçler,
onların
ağzına
bakarak şımarıp yaltaklanan yöresel güçler ve yerel güçsüzlükler…
Hatırladım
işte yine 28 Şubat’ı. Zaten diğer medyatik 28 Şubat mağdurları kadar
bahsetmediğim için kınanıyorum.
Diyorum
ki; içimden daima bir ırmak geçtiği için olsa gerek hiçbir kin yerleşemiyor.
Malum. O ırmağın suyu da gökten. Gök denizinden. Herkese ait olmak ve paylaşmak
gibi üst düş ve duygulardan kaynıyor.
Gece baskını. Baştan aşağı talan.
Mahremiyetimizi çirkin söz ve tavırlarla çiğneme. Tacizkâr tutum. Kitap ve
kitap olacak defterlerimizi çuvallara basma. Gözaltına alınma, hepsi küçük,
biri emzikli çocuklarımdan ayırma. Göz bağı. Parmak izi. Bitmeyen çapraz
sorgulamalar. Sırf halkımın yaşam kalitesi artsın için hikmet söyleşileri
yaptığım ve adı-sanı-etiketi-ötekisi olmayan, cemaatsiz, tarikatsız bir toplum
oluşturma çabamıza rağmen “halkı ayartan bir terörist olduğum iddiası”yla
tutuklanma...
Hiç unutmuyorum. 28 Şubat’ta albay
sorgulama sonrasında elimdeki kağıt mendildeki karalamalarıma baktı. Mendile: "önce
mimlediler, sonra fişlediler, şişlemeseler bari" yazmıştım. Artık düşürüldüğümüz durumla alay
ediyordu ruhum. Hayatımda bu dizeler kadar gerçekçi bir "şiir"
yazdığımı hatırlamıyorum. Batı Çalışma Grubu’nun albayı bu şah eserini görünce
reddetti. Gereksiz bir nezaketi vardı. “Hiç olur mu Ayşe hanım?!” şeklinde
gereksiz cümleler sıraladı. Kızgın ve şaşkındım. Düşürüldüğümüz durumla alay
edecek soğukkanlılığı nerden edinivermiştim, bilmiyordum. Depremzede, Vanlı bir
er vardı gözaltı nöbetini tutan. Tutuklanma sebebim olan hikmetleri onunla
paylaşmaya başlamıştım bile...
Bizim hayatımızda silah bırakma emri,
güne ve her şeye başlangıç olan meşhur cümlemizden ileri gelir. Bismi'llah ir
rahman ir rahim/sevgisi, merhameti sınırsız, sonsuz Allah'ın adıyla....
Her besmele, sevgi ve merhametin
yeryüzündeki eli, kolu, hareketi, yol alması, seve, okşaya, teselli ede,
eksiğini gediğini gidererek, tutup kaldırarak, çömelip birlikte ağlayarak, bi’ ucundan
tutarak, karşılık beklemeyerek, gülümseyerek, iyilik için davranarak,
üşenmeyerek, ne gerekiyorsa diyerek, ben de varım diyerek yaşamalıyım
düşüncesini verir. Silahsızlık tembihidir besmele! Sevgiyi kuşanmak, merhametle
donanmaktır. Günlük, anlık, içe ve dışa barış hatırlatması. Güne ve her şeye
sevgi ve merhametle başlayan bir geleneğin hiç teröristi olur mu... Olanları
kınıyorum. Onların din-ciğ-inden değilim diyor, reddediyorum.
Bilakis adalet ve merhametin biricik
güvencesi olmalıyız.
Ha, ayrıntılardan bir tanesi de şu: Kimi
yakınlarım onların da başlarına bir şey gelir diye beni aramamış, sormamışlardı
bir “geçmiş olsun” için. Dört bir yanım
Dosttu fakat! Götürüldüğüm binanın önünden kovuluyorlar fakat gitmeyen, "Bizi
de içeri alın!" diyen arkadaşlarım vardı. Ne ilginç; içeri alınmadan bir
gün evvel, dostlarla Yusuf Sûresi’nin muhabbetinde idik. "Herkes eziyet
çekiyor, hapislere konuluyor, biz neden dışarıdayız" diye kederliydik. Akdenizli dostlarım bilirler. Şahsi olarak
başıma gelenleri derdimi onurla sakınmamdan dolayı çok dile getirmesem ve
davanın tabii seyrinin cilvesi olarak nitelendirsem bile, en çok çocuklarımın,
kitaplarımın ve defterlerce yazdıklarımın mağdur edilmesine üzülmüştüm. Çocuklarım,
onların çocukları gibi, masumdu. Emzikli olan vardı.
Kitaplarım oradan oraya atılmayı ve
çuvala basılmayı hakketmediler. Belki kitap olacak değerde ona yakın defterim Akdeniz
toprağına defnedilmeyi, kaybolup gitmeyi hak etmedi.
Bunlar oldu. Bu kendisinden, özünden
nefret eden, şımarık, kimliksiz, gözü küresel büyüğünde olan yöresel güçler
olduğu sürece yine olur.
Her 28 Şubat
bir öncekini aratıyor. Her 28 Şubat masumiyetin her anlamda (siyasi, ekonomik,
askeri ve sair) kendine sahip çıkmakta geç kaldığını, başkasına oranla masumsa
da kendi içinde bu anlamda suçlu olduğunu söyleyip geçiyor. Geçmiyor. Aynı eksikliğimizi
son defa uyarır gibi, bir daha, bir daha söylüyor.
Susuyor,
eğilip önüme en azından kendi yapabildiğimin en iyisini yapmaya bir daha
azmederek kederimle baş kaldırıyorum.
Ne kadar farklı düşünürsek düşünelim,
birbirimizi sevmek, o ırmağa birlikte yerleşmek, insanlıkta kenetlenmek zor
günlerin eseri olmamalı. Zor günlerin tetiklediği birlik, kolay günlerce dağılmamalı…