Öldükten sonra aksıran millet
1. Dünya Savaşı, sadece imparatorlukların tasfiye edildiği bir savaş değildi, millet olma bilincinin köreltilmeye çalışıldığı ve ulusları, 1945 yılından itibaren kurulacak olan dolar rejimine entegre etme projesinin önemli adımlarından biriydi.
İsmet Özel, İstiklal Harbini“öldükten sonra aksırmak” şeklinde tarif eder.” Çünkü” der, “İstiklal
Harbi’ne giriştiğimiz zaman bütün dünya Türk Milleti’nin öldüğüne inanmış idi.
Biz öldükten sonra aksırdık, İstiklal Harbi vererek.”
Bu savaş aynı zamanda, beklenenin tersine millet olma şuuruyla bu topraklarda kalıcı olduğumuzun ebedi bir ilanı idi. Ve elbette bize, kimlerle iş yapamayacağımızı da göstermiş oldu.
Çanakkale’de Lahey
Sözleşmesi’ne göre yasak olan domdom kurşunundan, kimyasal silaha varana kadar hemen
her türlü silahı denemişler ancak bir netice elde edememişlerdi.
Anlayacağınız o gün orada bu cesur milletin yüreğindeki vatan sevgisine, inancına yenik düştüler.
İsmet Özel’e göre biz İstiklal Harbi’ni üç cephede verdik. İlki Kazım Karabekir’in ordularıyla açılan
cephe ise ikincisi Maraş, Antep, Urfa savaşlarıdır.
Üçüncü ise;
Türk-Yunan savaşı şeklinde cereyan etti ve Sakarya Meydan Muharebesi nihai
sonucu gösterdi.
Yani öldüğünü gayet iyi bildiğimiz bir millet birden aksırıverdi.
Özel, İstiklal Harbi’nden hemen sonrası için de şöyle bir
tespitte bulunuyor. “1923'ten 1950
yılına kadar Tek Parti Dönemi Türkiye'nin dünya sistemine verdiği sözü yerine
getirmesi şeklinde geçip gitti.”
Belli ki o dönemde dünya sistemine bir söz verdik. Demokrat Parti iktidara geldikten sonra Türkiye ne kadar gidebileceğini test etti ancak o da 27 Mayıs 1960 darbesiyle sona erdi.
Nihai hedef, Türkiye'nin bir daha aksırmaması idi.
O günden sonra
yapılan tüm telkinat Türkiye'nin içinden bir güç
doğmayacağı yönünde oldu. Türkiye’nin kendi içinde yeniden bir güç haline gelme
ihtimali, duygusu ve düşüncesi hep yok edilmeye çalışıldı.
Yıllardır darbelerle, darbe zihniyetinin ürettiği düşünce kalıplarıyla, uşak ruhlu ezik aydınlarıyla, satın alınmış siyasetçileriyle bu topraklarda yaşayan insanların millet olma vasfı ellerinden alınmak istendi.
Prof. Dr. İhsan Fazlıoğlu’nun dediği gibi; “Bir ülkeyi yıkmak demek o ülke halkını yok
etmek demektir. Yani o halkı, halk kılan örf ve âdetleri, halkın bağımsızlık ve
özgürlük taleplerini yasladığı tarihi öldürmek demektir.”
İstiklal Harbi’ni
vererek emperyalistlere diz çöktüren bir milletin, tarihi şuuru, özgürlük
talepleri, direnme yetisi, bağımsızlık duygusu, cesareti ve inancı Gladyo’nun
tuzaklarıyla bir bir elinden alınmak istendi.
Örneğin geçen gün bir kanal, 30 Ağustos Zafer Bayramı’nı seyircilere maske taktırarak kutluyordu.
Diğer taraftan tüm farklılıklarımızla aramıza nifak tohumları atıldı. Kürt, Türk’ten, Alevi, Sünni’den uzaklaştırıldı. Ne zaman bir araya gelme ihtimalleri olsa ülkede kaos ortamları oluşturuldu.
Bin yıldır bir arada
sorunsuzca yaşayan insanlar, Amerika’nın tuzaklarıyla birbirine düşman edildi.
Anlayacağınız, ortak akıl, ortak vicdan ve ortak idrak ayarlarımızı bozdular.
Bugün savaş, çok farklı cephelere yayıldı. Covid-19, iklim krizi, kuraklık ve gıda
krizi bahaneleriyle toplumlar çözülüyor ve insanı, insan kılan tüm yaratılış
özellikleri hedef alınıyor.
Örneğin iklim değişikliğine çare olarak, insanları böcek yedirmeye kalkıyor bilim adamları.
Bugün artık, 1988'den
beri, fiili Federal Rezerv'i, Wall Street'in Goldman Sachs’ı, Davos'taki Dünya
Ekonomik Forumu’nu, Büyük Sıfırlama ve hatta Biden yönetimi dahil olmak üzere
mega bankalarının çoğunu kontrol eden Black Rock gibi devasa şirketlerin
saldırısı altındayız.
Sadece bu şirket, 200 finans firması için 18 trilyon dolardan fazla serveti kontrol ediyor.
Dün olduğu gibi tekrar aksırma ihtimalimiz var mı bilmiyorum ancak savaşın bu yönünü idrak edebilir ve uyanabilirsek neden olmasın.