Öküzün Dünyası
Memlekette yapılan her iyi işe çamur atan, doğru icraatları alkışlamaktan utanan ebleh bir güruh var. Beyinleri uyuşmuş bu güruhun tek derdi yolunda giden işleri baltalamak, karalamak, değersizleştirmek. Tamam, biz de her şey güllük gülistanlık demiyoruz. Ama memleketin hayrına dokunacak iyi işleri de alkışlıyoruz.
Eleştirdiğimiz, yeterli
bulmadığımız, eksik kalan noktalarda da dilimizin döndüğü, gücümüzün yettiği
kadar olumlu katkılarda bulunmaya, yapıcı teklifler sunmaya gayret ediyoruz.
Onurlu insan olmak, fikri namusa sahip olmak böyle bir şeydir. İnsanlar,
iktidarlar, yönetimler, güç ve iade sahipleri dört dörtlük değildirler.
Olmaları da bu şartlarda mümkün değil. Doğruya doğru, yanlışa yanlış demek erdemli
kalemlerin işidir. Körü körüne şakşakçılık yaparak eğriyi doğru gibi göstermek
ne kadar problemli ise yapılan doğru işin hakkını vermemek, görmezden gelmek de
bir o kadar yanlıştır.
Birkaç gündür ortada dolaşan bir
polemiğe kıyısından köşesinden şahit oldum. Hani şu “öküzün trene bakma”
meselesi. Şimdi bizim Anadolu’da güzel bir laf vardır. “Öküzün dünyası, önünde
gördüğü ot kadardır.” Ne güzel söylemiş atalarımız. Gerçekten de ufku, bakışı
dar olan insanlar önlerinde gördükleri ot kadar feraset sahibi oluyorlar. Kafalarını
kaldırıp şöyle bir baksalar, ülkede, dünyada ne oluyor diye, belki ufukları
açılacak, hayata bakışları değişecek.
Bu tayfayı iyi bilirim. Bunların
tek derdi iktidarın, gücün ellerinden gitmesi, geleneksel manada elde ettikleri
kuvvetin avuçlarından un ufak olup kaybolmasıdır. Kendilerini cumhuriyetin tek
ve tartışmasız sahibi olarak gören bu sözde elit tayfa ülke kaynakları ya da
kamu kaynakları üzerinde de tartışmasız egemen olduklarını zannediyorlardı.
Oysaki bu varlığın tek sahibi millettir. Bunların tek derdi şu: “Neden onlar
güç ve iktidar sahibi de biz değiliz?” Tek kavgaları bu! Ülke kaynakları
üzerindeki kontrolleri ellerinden alındıkça çıldırıyorlar, deliye dönüyorlar. Millete
ait değerler milletin seçtiği siyasetçiler eliyle üretime ve yatırıma
dönüştürüldükçe çılgına dönüyorlar.
Çünkü daha evvel işler şöyle
dönüyordu: Cumhuriyetin elit kadroları ülke kaynaklarını istediği şekilde
dağıtıyor, istediği şekilde üleştiriyordu. Medyadaki seçkinleri, İstanbul
sermayesi, iktidar seçkinleri, askerler ve sivil bürokratlar kendi aralarında
kurdukları düzende istedikleri gibi at oynatıyorlardı. Şimdi düzenleri
bozulunca medyadaki maymunları üzerinde feveran ediyorlar. Yapılan iyi işleri
karalamaya, değersizleştirmeye çabalıyorlar.
Bir insan topluluğu hakikate
perdelerini ancak bu şekilde fütursuzca kapatabilir. Savunma sanayiinde,
ulaştırmada, sağlıkta gelinen nokta Avrupa devletlerini dahi kıskandıracak
seviyeye gelmişken, kendi ülkesinde olup biten iyi işleri değersizleştirmeye
çalışanlar ancak bizim gibi içinde hain kontenjanı eksik olmayan toplumlardan
çıkar. Bu eblehlerde zerre kadar zeka ve feraset yok. Olmadığı gibi hayata,
dünyaya ve gelişmelere karşı o kadar kör ve cahiller ki bu durumu kelimelerle
tarif etmek çok zor. Üç beş dandik heykel diken zevatı avuç dolusu alkışa boğan
bu cahiller zümresi kendi füzesini, İHA’sını yapan Türkiye’yi neredeyse tükürük
yağmuruna boğacak!
Sorunlar yok mu? Var elbette.
Bunları da görmezden gelemeyiz. Mesela hayat pahalılığı var, işsizlik var, pandemiden
dolayı ekonomide daralma var. Asgari ücret hâla çok düşük. Var oğlu var. Ama
öbür tarafta da memleketin milli güvenliğini, geleceğini garanti altına alacak iyi
işler yapılıyor. Bu topraklardaki varlığımızı baki kılacak güzel hamleler
yapılıyor. Neden bunları da görmezden gelelim? Bunları görmezden gelmek,
değersizleştirmek, çarpıtmak ve yok saymak için hain olmak lazım. Bu güzel ülke
ve devlet yarınlarına umutla baktıkça, geleceğini garanti altına aldıkça bizler
neden üzülelim. Biz bu toprakların çocuğuyuz. Başkaları gibi bedenimiz Ulus’ta,
ruhumuz Paris’te değil. Ya da başkaları gibi iplerimiz başkalarının elinde
değil. Boynumuzda tasmayla da dolaşmıyoruz çok şükür. Zira boynunda tasmayla bu
millete kuduz köpek gibi havlayanların defterini elbette tarih bir gün
dürecektir.