Okumaktan Uzaklaşmak
Ne vakit okumaktan uzaklaşsam hayatın dışına atılmış gibi oluyorum. Zamanın akışını görmüyor, mekana olabildiğince kısık gözlerle bakıyorum. Her şeyin tadı kaçıyor, her şeyin üstünü bir katılık katmanı kaplıyor. Ne vakit okumaktan uzaklaşsam kendimden uzaklaşıyorum. Yüzüm bana yabancı geliyor, tenim sertleşiyor, gözlerimdeki bakış donuklaşıyor, bir sevimsizlik sarmalı kuşatıyor beni. Kendime olan güvenim sarsılıyor, kendime olan sevgim azalıyor. Dünya için bir fazlalık olarak görmeye başlıyorum kendimi; keyifsizlik anlarımda “olmasa da olur” dediğim ne varsa onlardan biri oluveriyorum kendi nezdimde. Ruhum, yüreğim ve zihnim pelteleşiyor; sıradanlığın, kabalığın uğultusu içimden yükselen şiirsel sesin tınılarını ayrıştırıyor, bölüyor, parçalıyor ve tatsız hale getiriyor. Bırakın dünyayla diyalog kurmanın, kendiyle konuşmanın bile tadı kaçıyor kitapla araya mesafe girince.
Okumak benim için sadece varoluşa eklemlenen bir ayrıntı, bir incelik, bir güzellik, zihnin ve ruhun yaralarını sağaltmanın bir yolu, tene sürülen yumuşak bir merhem değil, onun bizatihi kendisi. Kendisi olmanın, kendini görmenin, kendi üzerinden hayatı kavramanın zihinsel gözü bir anlamda. Başka bir anlamda ise o hayatın bana vaat ettiği ve bulmamı istediği karanlıkta kalmış, kıyıda köşede, kuytulukta saklanmış ve bulunmayı, benim tarafımdan bulunup keşfedilmeyi bekleyen bütün o güzel şeylere vardıran, onlarla temas kurmamı, onlara dokunmamı sağlayan olağanüstü bir eyleyiş biçimi. Fizyolojik yorgunluğun bedeni kilitlemesi, zihinsel yorgunluğun düşünceyi dondurması, duygusal yorgunluğun kalbi karartması nasıl dayanılmaz bir mutsuzluk vesilesiyse okumaktan uzak kalış da varoluşun bütün katmanları için aynı şey: Okumayı bıraktığında veya en azından ondan uzaklaştığında etrafındaki her şey; seninle konuşmayı bekleyen, sesine kulak kesilen, konuşmak için yüreği hızlıca çarpan bütün nesneler bir anda özünü yitiriyor, varlık gerekçesinden vazgeçiriliyor, içi ve içeriği boşaltılarak devasa, kirli, suratsız bir suskunluğa evriliyor. Zihin için okumaktan uzaklaşmak bir tür kıyametin kopmasıdır. Kıyamet imgelerinde dağların yarılması, yıldızların saçılıp savrulması, dalgaların kıyıları yutması, rüzgarların ağaçları köklerinden kopararak anlamsız bir kütleye dönüştürmesi nasıl bir etki yaratıyorsa okumaktan uzaklaşmak da bedenin bütün hatları arasındaki ilişkinin parçalanması, kan akışının sekteye uğraması, kalp atışının ritmini yitirmesi, şiirselliğinden vazgeçmesi, yerçekimine yenilmeye hazır ağır, hantal bir kütleye dönüşmesine; ruhun dışarıyla kurduğu berrak ilişkiyi kesmesine; zihnin dünyayla, hayatla, kavrama ve kavramlarla söyleşisini koparıp alması da aynı etkiye sebebiyet veriyor.
Okumayı bırakmak bir ölüm, okumaktan uzaklaşmak ağır bir hastalıktır. Hayatın gözlerinin içine bakmak kelimelere dokunmaktan geçiyor çünkü. Hayatın yüzünü seyre dalmanın yolu kelimeleri koltuk altlarına yerleştirip uçmaktan geçiyor… Ve kelimeler en fazla kağıdın üzerine taht kurduğunda kendini iyi hissediyor, günahlarından arınarak kendine yaklaşana sevgiyle bakıyor. Kelimelerin krallığı kitapla başladı, onunla bitecek. Dudaklar kelimelerin nasıl döl yatağı ise kitap sayfaları da onların süslü mahremiyetleridir. Hak etmeyene topuğunu bile göstermeyen, hak edene kucağını sonuna kadar açan… Dilden anlayana dilinin bütün meziyetlerini gösteren, anlamayanlara bırakın dilini çıkarmayı, ağzını bile açmayan… Kelimelerin tahtı kağıt sayfalarıdır bu yüzden ve oraya oturduğu anda fethe hazır zihnin gözleri parlar. Bütün zihinsel fetihler kağıt sayfalarından gözlere akan kelimeler üzerinden gerçekleştirilir. Bütün anlam biçmeler kelimelerin parmak uçlarından özenle kağıt sayfalarına geçişleriyle olur. Ve işte o yüzden okumak dünyanın, en azından kendi dünyasının efendisi olmaktır ve işte o yüzden okumaktan uzaklaşmak köleleşmek, dünyanın hizasına, kendi hizasının aşağısına düşmek, uzaklaşmanın ontolojik ağırlığının altında ezilmektir.
Nereden bakılırsa bakılsın uzaklaşmak lanetli bir kelimedir. Kovulmanın ete kemiğe bürünmüş hali, onun en sadık, en kirli elçisidir. Bir cezalandırılma biçimidir, bir mahrumiyet içermesi, bir mahkumiyet beyannamesidir. Ve okumak yakınlaştırdığı için değerlidir. Ayna olduğu, ayna tuttuğu, bitiştirdiği, tepkimeye soktuğu, soluklandırdığı, soluk verdiği, nefes üflediği, oksijeni hava gibi yüzeyin bütün gözeneklerinden içeriye davet ettiği için değerlidir. Ve bütün bunlar yaklaştırır, yakınlaştırır; kovulmuş, dışarı atılmış olanı geri çağırır, benliğin kaldığı yerden devam etmesine vesile verir. Açık biçimde kitap varoluşun mihrabı, okuma eylemi zihnin ibadetidir. Nasıl ki bütün ibadetler bir kurbiyetin, yakınlaşmanın ve yakınlaştırmanın köprüsü olma işlevini ifa ediyorsa okuma eylemi de aynı biçimde insanın kendiyle yeniden temasının, dünyayı yeniden kavrayışının, insana yeniden yakından bakışının, ezel ve ebediyet çizgisindeki ufku yeniden keşfedişinin eyleyişidir. Okumaktan mahrum olmak olmaktan mahrum kalmaktır. Olma talebidir oysa bizi buraya, dünyanın kalbine yerleştiren, ayaklarımızı ayak, ellerimizi el, zihnimizi zihin, gözlerimizi göz yapan. Oluş kılışın a priorisi, kılış oluşun a posteriorisi olduğu sürece okumak bu ikisi arasındaki gidiş gelişin, bu ikisi arasındaki kanat gerişin, bu ikisi arasındaki yüz yüze bakışın, göz göze görüşün vazgeçilmez pınarıdır. O pınarı kurutanlar insan kalbi ve ruhunu susuz bırakmak isteyenler, dünyayı çöle çevirip insanlığı Kerbela’ya mahkum edenlerdir. Ruhun susuzluğu bedenin susuzluğundan çok daha şiddetlidir. Kitaptan uzaklaştıranlar da kitabı yasaklayanlar da kitabın mezarını kazanlar da Yezid’in tayyızaman ajanları, insanlığın baş düşmanlarıdır ve onları yenmenin, susuzluğu mağlup edip hayata yeniden başlamanın tek yolu kitaba yaklaşmak, ilk sayfasını özenle açmak, ilk kelimeye eğilerek o serin sudan, o ilk kelimeden kana kana içmektir.