Okumak lazım!
CHP’nin tahribatına rağmen
istikametten ayrılmamış; tasavvuf ve tarikat erlerine, İman Fedailerine kısaca:
Ehl-i sünnet mensuplarına binlerce selam olsun... Böyle imanlı ve sadık dava
insanları her şeye rağmen; ahiretlerini unutmadan, küfrün karşısında Kur’an ve
Sünnete sahip çıkmaktan geri durmamışlardır. İmam Rabbani, İmam Gazali,
Abdulkadir Geylani, Şah-ı Nakşibendi, Mevlana Celaleddin gibi tarikat ve tasavvufun
büyük kutup ve imamları ayrıca her asrın hekimleri (Müceddidler) en büyük
meselenin Allah’ın rızasını kazanmak ve Hz. Peygamberimizin hayatını örnek
almak olduğunu hayatlarıyla ortaya koymuşlardır... Tüm İslam Âlimlerinin hayatlarının ve gayelerinin özeti iman ve ahiret
olmuştur. Bu allameleri kendilerine rehber edinen Hak Yolunun yılmaz
fedaileri asırların fitne ve fesadında; tahribat ve imha hareketinde
bulunanlara karşı sözde Müslümanlık değil; özde Müslümanlık sergilemişlerdir...
Mizaçlar farklı, meşrepler farklı ama hepsinde aynı özellik; CHP’nin
yıktıklarını inşa etmek, mukaddesata sahip çıkmak. Ne yazık ki; CHP’yi
tanımamış ve davasına omuz vermiş birtakım anlaşılmaz Müslümanlarda var...
Dileğimiz; uyanmaları ve kendilerine gelmeleridir.
“İmâm-ı Rabbânî Ahmed-i Fârûkî
(r.a.) demiş ki: “Ben seyr-i ruhanîde kat-ı merâtip ederken, tabakat-ı evliyâ
içinde en parlak, en haşmetli, en letâfetli, en emniyetli, Sünnet-i Seniyyeye
ittibâı esas-ı tarikat ittihaz edenleri gördüm. Hattâ o tabakanın âmi evliyaları,
sair tabakâtın has velîlerinden daha muhteşem görünüyordu.” Lem’alar Bediüzzaman. İşte
böyle allame zatlar ve onları pusula edenler, daima küfrün karşısında omuz
omuza vermiş elifler gibi olmuşlardır. Bediüzzaman’da
başta Hz. Peygamberimizin ve o muhteşem zatların ulvi davalarını devam ettirmek
için; cennet sevdasını, cehennem korkusunu elinin tersiyle iterek, başındaki
saçlar adedince başını defalarca ortaya koymuştur… Asırların iman
kahramanlarından elden ele geçen Tevhid Sancağını tek partinin zulümlerine,
baskılarına rağmen Bediüzzaman bu asrın burçlarına dikmiştir. O Muhterem
Zatların muhafazaya çalıştıkları Şeriat-ı Garrâ-i Muhammediyyeyi temellerinden
sarsmaya çalışan yeri geldiğinde: “Bizde Müslümanız” diyen CHP’nin tahribatına
karşı tamir ve yeniden inşa harekâtına çalışmak; o kutsisi dava erlerinin
bıraktıklarına da yeniden sahip çıkmak olduğu unutulmamalıdır!
Son yüzyılda, CHP’nin manevi bir
felce uğrattığı insanlarımızı Risale-i Nurlar yoğun bakıma alarak, yeniden
gerçek hayata tutunmalarını sağlamıştır. Dinimizin esasları için, ezan ve bayrak için ölümü öldürmüş
imanlı ecdadımızın bu topraklar için Şehit düşmüş olmalarını hiçe sayarak:
“Cumhuriyeti biz kurduk” diyenlerin, milleti dinsizleştirme oyunlarına karşı,
bu millet, İslam’a yeniden sahip çıktı ve sahip çıkacaklardır.
İfsat
şebekeleri ve mülhitler, Bediüzzaman’ın yüksek istidadının farkında oldukları
için Kur’an eczalarıyla imansızlığı ilzam eden, şüpheleri bertaraf eden manevi
ilaçların ortaya çıkmasına asla tahammül edememişlerdir… Bu
tahammülsüzlüklerini Bediüzzaman’ı onlarca kez zehirleyerek göstermişlerdir...
Ömrünü insanlığın imanını kurtarmağa feda eden böyle bir dava insanını
zehirletenlerin ise asla şanlı ecdadımızla bir bağı olmadığını vicdanı tefessüh
etmemişler çok iyi biliyordular... İşte bunun için Bediüzzaman: “Ben bakıyorum; kim bana zulmediyor, dikkat
ediyordum, onlar katiyen Türk değillerdir. Çünkü, hakiki Türklerde zulmetmek
damarı yoktur. Bana zulmedenler, Türklük perdesi altına girmiş başka millettendir,
' ve ' Her milletten ziyade yüksek bir haslet, bir manevi kahramanlık Türklerde
görüyorum.” derdi.
“Risaleler kendi malım değil, Kur’an’nın malı” diyen harika bir iman ve tevazu sahibi Bediüzzaman’ın vücudunu defalarca ortadan kaldırmaya çalışmak ve yalanlarla milletin teveccühünü kırmaya çalışmak, Risale-i Nurların bomba etkisindeki gücünü kabul etmelerindendi. Dinsizleştirme harekâtına karşı kurtuluşu İlah’i kelam Kur’an’da gören ve dinin ihyasının ise Sünnet-i Seniyye ile olacağını asrın münafıklarına haykıran Bediüzzaman’ın bu samimi niyet ve gayretinin bedeli; zulüm dolu yılları yaşamak olmuştur... Hem ne zulüm: Zehirlenmeler ile idamları hafif bırakacak yaşadığı keskin ızdıraplar, sürgünler, özellikle soğuk hücreler, dostlara ve sıcacık bir aile yuvasına ilgi ve hürmete ihtiyacın olduğu ihtiyarlık döneminde tecrid-i mutlak içinde insafsızca yaşatılan bir hayat… Ne için? İnsanlığın imanını selamette görmek için! İşte bu gayreti ve himmetinden dolayı tahammül edilemeyecek bir vaziyet içerisinde bırakılması, işkencelere maruz kalması adeta; al sana iman kurtarmak der gibiydi… Evet, “Böyle dehşetli bir asırda, insanın en büyük meselesi imânı kurtarmak veya kaybetmek dâvâsıdır.”
Kainat kitabının en küçük satırlarını en ince nakışlarla yazan Alim-i Mutlakın en yüksek istidatta yarattığı Habip-i Ekremine gönderdiği Kur’an ve Hz. Peygamberin sünneti bizim kurtuluşumuz olacaktır. Yine o yüksek ubudiyet sahibi (sav) bize Kur’an-ı harika ahvaliyle ve hakikat konuşan diliyle anlatmıştır. Anlayan İslam dehaları da asırların sakinlerine aktarmışlardır. Günümüzde de “Fen ve felsefeden gelen dalâlet ve şüpheleri Risâle-i Nur kökünden kesmiştir.” İşte bunun için Risale-i Nurları okuyoruz. Okudukça Allah ve Resulünü seviyoruz… Okudukça tüm İslam büyüklerine ve hangi meşrepte olursa olsun Ehl-i Sünnete muhabbet ediyoruz... Sadece bunun için okumak ve okutmak yeterli olacaktır…