Okulları neden açamıyoruz?
Okulların yüz yüze eğitim planı yine değişti. Birçoğumuz her türlü riske rağmen okulların açılabileceğini düşünüyorduk. Alınan karar ile okulların 21 Eylül’e kadar uzaktan eğitime devam edeceği yönünde oldu. Okulların açılamamasının ve yüz yüze eğitimin ertelenmesinin görünürdeki tek sebebi salgındır.
Yaşadığımız süreç, okulların açılamamasının başka
sebeplerinin de olabileceğini gösteriyor. Peki, gerçekten de okulların
açılamamasının altında farklı gerekçeler var mıdır, bunları hep birlikte
düşünelim istiyorum. Salgından daha hızlı yayılan bir şey var ki oda bir
bilginin yayılma hızıdır. Bilginin doğruluğu veya yanlışlığı tartışılmıyor.
Teknolojinin gelişimi ile birlikte günde milyonlarca bilgi akışı
sağlanmaktadır. İnternet ağı ile aslında tüm dünya ile entegre oluyoruz. Baş
döndüren veri akışı, başta bilgilenmeyi ve etkileşimi sağlasa da zaman içinde
izah edemeyeceğimiz ölçüde değişimi ve dönüşümü gerçekleştiriyor. İşte uzaktan
eğitim dediğimiz bu süreç, tüm çocuklarımızın internet yoluyla eğitime-öğretime
katılımını gerçekleştiriyor. Milyonlarca öğrenci internet aracılığıyla yeni
bilgiler öğrenirken izledikleri videolar, filmler, programlar aracılığıyla
kültürleniyor, büyük bir dönüşümün içinde hareket ediyor.
Çığ gibi büyüyen bir sosyal değişim var. Öğrenciler, bu değişime internet aracılığıyla
dâhil oluyor. Çocukların etkilendikleri, takip ettikleri, ideal hale
getirdikleri yaşam biçimi internet yoluyla sunuluyor. Aslında okullar, çocuklar için her şeye
rağmen güvenli limanlardı. Şimdi
çocuklar, internet yoluyla onlarca, yüzlerce, binlerce farklı adrese yöneliyor,
bu adreslere yönelen öğrencilerimiz ister istemez takip ettikleri her şeyin
etkisinde kalıyor. Bugün Kore
dizilerinin gençlerimiz üzerindeki büyük etkisini kimse reddedemez. Elbette dünyaya
kapalı bir nesil istemiyoruz ancak kendi milli değerlerini ikmal etmeyen her
çocuk, geleceğini ihmal etmiştir, imha
etmiştir.
Uzaktan eğitime
alıştırılan bir dünya senaryosu var önümüzde.
Bu senaryodan Türkiye de nasibine düşeni alıyor. Bu aynı zamanda büyük bir pazardır, yüz yüze öğretimin maliyeti ile uzaktan
eğitimin maliyeti karşılaştırıldığında, kim ne kadar kazanıyor ve kaybediyor?
Bu soruyu daha da açarak meseleyi önümüze koyduğumuzda, milletin ve devletin
maddi kazancı nedir, manevi kaybı nedir, bunu tartışmamız gerekir. Önümüze sunulan ve hayati öneme sahip
koronavirüs sebebinin dışında olan bu gerçekleri de hesaba katmak gerekir.
Dijital çağdayız. İstesek de kaçamıyoruz bazı gerçeklerden.
İnternetsiz ev kalmayacak. Eğitim- öğretimin dijital platformlar üzerinden
pazarlandığına şahit oluyoruz. Türkiye’de de bu alanda üretim yapan ve pazarda
söz sahibi olan şirketlerin varlığı dikkat çekiyor. MEB’in Fatih Projesi ve EBA
üzerinden sunduğu hizmetin gelişiminin de bir maliyeti var. Devlet, eğitimde
maliyet hesaplayacak olursa nesilleri kaybetme riskiyle karşılaşır. Bu nedenle
mevcut iktidar, bütçede en yüksek payı eğitime ayırmış durumda. Hatta
Cumhuriyet hükümetlerinin hepsinden daha fazla pay ayırmış durumda. Bir tarafta
salgın, bir tarafta da dijital dünyanın aktörleri uzaktan eğitime sevk ediyor
hepimizi.
Okulları açsak bile teknolojinin etkisi sürecek. Salgın ise
tehlikeli ve öldürüyor. Salgına karşı tedbirli olacağız. Aşı bulunana ve etkisi
azalana kadar sıkı tedbir gerekiyor. Kurallara uymak da bir kültür göstergesi.
Hep birlikte eğitimden de geçiyoruz. Eğitim-öğretim sadece okullarda olmuyor.
Her yer bize okul olmalı. Belki o zaman gerçeği daha iyi anlarız ve okulları
hep birlikte açarız!