Okullarda neler öğretiliyor?
Milyonlarca üniversite öğrencimiz
var.
Sayın Cumhurbaşkanı, zamanın
Almanya Başbakanı Merkel’e, “8 milyon öğrencimiz var!” dediğinde, karşı tarafın “üffff” çektiğini
açıklamıştı iki buçuk yıl kadar önce.
“Kadın” şaşırmış.
Nasıl şaşırmasın, her 10 kişiden biri
üniversite öğrencisi!..
Bir vakitler “üniversiteyi
tutturmak” çok zor işti.
Aslında tutturmak diye bir şey de
yoktu pek, hatırı sayılır “net”i olanlar, ancak meslek yüksek okullarına ya da
“Hititoloji” gibi bölümlere girebiliyorlardı.
“Kolay” girilebilen bölüm yoktu pek.
Biz lisedeyken böyleydi.
Üniversiteli olabilmek, hele,
doğru dürüst bir bölüme girebilmek çok zor işti.
Bu zorluğu göze alamayanlar, kısa
yoldan hayata atılmanın yollarını ararlardı.
Ben Sultanahmet Ticaret Lisesi
mezunuyum.
Sınıf arkardaşlarımın çoğunun
muhasebeci, mali müşavir olduğunu görüyorum.
Büyük bir bölümü, Lise sıralarında
hayata atıldılar, bir muhasebecinin yanında, hiç olmazsa yazları çalışarak.
Şimdilerde lise diploması,
gençliğimizdeki ilkokul diplomasından da az itibarlı.
“Erken yaşta hayata atılma” diye
bir durum yok, pek.
Meslek eğitimi için kurulmuş
“çıraklık” benzeri yerler, fazla rağbet görmüyor.
“İlle de üniversite, ille de 4 yıllık üniversite” şart gibi.
Bu dönemde, sağolsunlar, liseyi 4
yıla, mecburi eğitimi de 12 yıla çıkarttılar…
Herkes, hangi alanda ne kadar
kabiliyetli, ne kadar çalışkan ve gayretli olursa olsun, 12 yıllık mecburi öğrencilik hizmetini tamamlayacak!..
Tek tip.
Sonra…
E, yüzde 90’ı, liseden bomboş,
mesleksiz, olarak kabiliyetleri de köreltilmiş olarak çıkan genç ne yapacak?
O yaşta, en delikanlı yaşında,
tutup da bir yere çırak gitse, olmaz.
İki gün dayanamaz!..
E, ailelerimiz de fedakâr…
“Ceketimi satar okuturum, devlet
kredi de veriyor!” kontenjanından, hop üniversiteye.
Ciddi ciddi okuyanlar var, bir de
“hayatı ötelemek için” üniversiteli olanlar var.
Bu ikinci gruptakilerin çok çok
daha fazla olduğunu iyi biliriz.
Dört yıl, hadi bir sene de uzadı,
beş yıl.
Oldu mu, yaş 23.
Çok ileri bir yaş, Merhum Sultan
Mehmet Padişahımızın, 21 yaşında İstanbul’u fethetmesiyle övünürüz ya…
23 yaş, okuldan mesleksiz olarak çıkmak için
çok geç bir yaş!..
Üniversite diploma veriyor, unvan
veriyor.
O unvanlar da gençlerin başına
dert oluyor.
Mühendis çıkmış mesela…
Memuriyete kapak atabilmişse ne
alâ!
Olmamışsa o…
Ya da olabilmesine hayli vakit
varsa…
E, evde satılacak ceket de
kalmamış…
İşe başvuruyor mecburen.
Çoğunun diplomasına ilk anda burun kıvrılması
bir yana…
Tecrübeli bir mühendis, biraz
yoklayınca karşısındakinin boşluğunu anlıyor.
“Biz böyle mi mezun olduk üniversiteden, hem çalıştık hem okuduk zira!”
diyerek şanlı tarihinden misaller veriyor.
Genç, ezilmiş…
Ne yapsın…
En cesaretlisi, “Siz tecrübe
edinmemize imkân vermezseniz biz nasıl tecrübeli olacağız!” diyor.
Karşı taraf, o gün sağ tarafından
kalkmışsa ve işe almışsa…
Mühendis mühendis, “alaylılardan” fırça yemek var
icabında!
Gençlerin çoğu haliyle atarlı
oluyor, yaş da ilerlemiş, bir de evlenmek gerek…
Stres mi stres!..
O, mesleksiz üniversite mezunluğu
başa dert oluyor, iş hayatında birçok çekişmeler, kavgalar, iş yerlerinden
kavgalı ayrılışlar…
Bunlar da gencin “siciline”
işleniyor haliyle!..
X
Böyle bir keşmekeş…
Bir de görüntüler yansıdı yine kutlamalardan…
Okullarda heykele, resme secde
ettirilen çocukların görüntüleri!
Ve ben de ekrana çıkmış…
“Maalesef, nesillerimizi, milli
ve manevi şuuru verecek bir eğitim sistemi ile buluşturamadık. Gazze’de
insanlık tarihinin en ağır soykırım suçları işlenirken, gençliğimiz sosyal
medyadaki yalanları kolaylıkla yutabiliyor. ‘Filistinliler de topraklarını
satmasalardı, hak ettiler başlarına geleni!’ yollu zalim, alçak, şerefsiz
yalanlarına itibar edebiliyor! Birazcık gerçek tarih bilgisi bile, bu yalanlara
inanmalarına engel olurdu ama, bunu bile vermedik gençlerimize!” diyorum…
Boş lâflar!