Okullar Ne İşe Yarar?
Bütün mesele, teori ile
pratik arasındaki makasın hızla açılması, pratiğin kendi gerisindeki özden
uzaklaşarak tamamen bağlamından kopuk fratktal bir parçaya indirgenmesi ve bu
haliyle bütünü görmenin önünde büyük bir engele dönüşmüş olmasıdır. Evet,
okullarımız açık, baştan beri sayıları sürekli artıyor, evet, öğretmenlerimiz
belli bir formasyondan geçip onlara elinden gelen bilgiyi aktarmaya çalışıyor,
evet bütününü devlet karşılamasa da okulların fiziksel ihtiyaçları bir şekilde
gideriliyor, evet dersler zamanında başlayıp zamanında bitiyor, evet sureten
sistem sözüm ona tıkır tıkır işliyor ama gelin görün ki bu sistemin gerisi öyle
boş, öyle tamtakır, öyle felsefeden yoksun, öyle başı boş, öyle amaçsız,
ilkesiz, işlevsiz ki meseleye biraz yakından baktığınızda içiniz parça parça
olur. Geriden baktığınızda bacası tüten, içine işçilerin girip çıktığı,
dışarıdan makinelerinin seslerinin işitildiği ama ortaya hiçbir mamul
koyamayan, ortaya koyulan mamulün de çarık çürük olduğu, aralarından iyilerin
tesadüfen ortaya çıktığı bir fabrikaya benziyor okullarımız. Mesailer devam
ediyor, emekler harcanıyor, yorgunluklar diz boyu, çarklar dönüyor, gel gör ki ortada
elle tutulur bir üretim yok. Çünkü daha baştan, en başından buraya gelen
öğretmene, geldiği yerden iyi bir insan nasıl yetiştirilir, hangi bilgi hangi
aşamalardan/süreçlerden geçirilerek verilir, uzmanlığın yanı sıra onu
destekleyecek yan bilgiler nelerdir ve neden tam da o bilgi bunu destekleyici
bir muhtevayı haizdir, bilmiyor. Çünkü sorun öğretmen yetiştirmenin doğasındaki
çürüklükten kaynaklanıyor. Bugün eğitim fakültelerinin birinde bile günümüz
eğitim sistemi ile geleneksel olanı birleştiren, tarihi olan ile günceli uyumla
harmanlayarak onu verme biçimlerine vakıf, küresel gidişata alternatif teşkil
edecek tek bir kolektif eğitim sistemi yoktur. Metinleri bile çeviridir. Telif
gibi görünenler ya doğrudan etkilenmenin veya üretilmiş olanın kavramlarını
değiştirerek ruhuna dokunma cesareti göstermeden olduğu gibi terkip etmenin
eseridir. Türk milli eğitimi gibi Türk yüksek eğitim kurumları da aynı acziyet
içerisindedir. Eğitimin ruhu yoktur. Gösterişli binalar yaparak oradan harika
fikirler elde edebileceğimiz zehabıyla hareket ediyoruz. Zihinler eklektik,
bilgiler eklektik, kurumlar eklektiktir. Bu manzaradan içim parçalandığı için
birkaç yıl önce bir yemekte üst düzey bir bürokrata “gençlik elden gidiyor,
dijitalin oyuncağı olmuş durumda, artık çocuklar ne ailelerinin ne
mahallelerinin ne şehirlerinin ne de devletlerinin güdümündedir; bilakis onlar
parmak uçlarıyla çağırdıkları, parmak uçlarıyla ruhları esir alınan başka
memleketlerin, başka kültür ve medeniyetlerin müntesibidir.” demiştim. Gençliğin
eğitimine yönelik bir ‘önleyici, alternatif geliştirici’ projeniz var mı diye
sorduğumda, ‘hayır yok’ cevabı vermişti. Olmadığını zaten biliyoruz. Türkiye’de
hiçbir şeyin derin bir ihtirasla ve üstesinden gelme içgüdüsüyle
kovalanmadığını, orada, dağınık olanın kıskıvrak yakalanarak benliğin parçasına
dönüştürülme gayreti güdülmediğini, insanların iş yapma hevesinin tamamen
bıkkınlık ile atalete tahvil ettirildiğini zaten biliyoruz. Ama aynı durumun
sorumlulukları çok daha büyük olan bürokratlarda da oluşu asıl kaygı vericidir.
Hatta belki denebilir ki iş yapma hevesinin kırılma dalgasının başlangıç
noktası tam da yukarı, üst bürokrasinin olduğu yerdir.
Bırakın doğru düzgün
insan yetiştirmeyi, yetiştirdiği insanı bir uzmanlık alanının en iyisine
dönüştürmeyi, yanı sıra iyi bir insan modeli ortaya koymayı, adam akıllı bir
eğitim politikamız bile yok. Okullar niye var, milli eğitim bakanlığı ne iş
yapar, milli eğitim bakanı neyle uğraşır? Galiba bunu bilmeyen yok. Okullar
toplumu bir arada tutan değerleri yaşatmak ve nesilden nesle aktarmak için var.
Toplum ile birey arasındaki ilişkiyi sağlıklı bir zemine taşımak, o toplumu
dünyanın gerisinde kalmamaya uyarlamak için var. Bakanlıklar ve bakanlar da bu
işi organize eder. Sistem kurar, müfredat yapar, kitap yazdırır, projeler
geliştirir. Dikey olarak geçmişten günümüze, yatay olarak da önünü ardını
yoklayarak kim ne yapıyor onu araştırır ve vatandaşına bilgiyi olabilecek en
sağlıklı biçimde ulaştırmanın yolunu sunar. Daha baştan bir dertle gelir,
sorumluluk almanın ağırlığıyla oturur oraya. Böyle mi oldu, bugüne kadar
yapılan bu mudur? Bir bakan gelir gelmez maarifin ruhuna uygun biçimde
periferik bir araştırma yaptırmış, eğitimin bütün alanlarıyla ilgili
raporlanmış bilgiler ışığında bir teorileştirmeyle mi hareket etmiştir? Milli
Eğitim Şuraları zaten evlere şenlik… Dostlar alışverişte görsün misali günah
savmanın ritüeli olarak iş görüyor, o kadar. Şuraların içinin boş olduğu, bir
sonraki yıl bir önceki yıl yapılanların aynısı olmasından anlaşılmıyor mu? Olan
şudur: İster bakan, ister bürokrat olsun, her gelen etrafını şöyle bir tarassut
eder, nerde kalmıştık der, bir öncekinin bıraktığı yerden yamalı bohça eğitim
sistemini sürdürür.
İnsanlar değişmiş,
üsluplar değişmiş, ama sistem değişmemiştir. Topyekün, baştan ayağa her yönüyle
yeni ve hem milli hem çağın gereklerine uygun bir sistem kurulamamıştır. Şimdi
yine, bu süreçte de radikal hiçbir değişim olmayacağına, milli eğitimin ne
paradigma değişikliği yapacağına ne de memleketin ve dünyanın tecrübelerinden
devşirilmiş özgün teoriler üreteceğine dair umutlarımızı besleyecek hiçbir
somut gösterge bulunmamaktadır.
Bununla birlikte, yeni
oluşun kendine özgü diriliğine sığınarak yeni bakana birkaç kelam etmek gerekir
belki: Sayın bakan, iyi niyetinizden hiçbir kuşkum yok. Hem rektörlüğünüz hem
ÖSYM başkanlığınız döneminde birkaç kez vicahen de görüştük, sohbet ettik ve
benim yüzünüzden aldığım izlenim “hak bildiği yolda zerre şaşmayan çelik bir
irade” idi. Bu sizin en değerli tarafınız. Türk ve dünya milli eğitimlerinin
geçmişini, bugününü ve istikbale dönük yüzünü bütünüyle bilmeyebilirsiniz,
bilmek zorunda da değilsiniz. Ancak organizasyonun başındaki kişi olarak en
iyileri bulun ve boyuna posuna, cinsine, cibilliyetine, dünya görüşüne bakmadan
onlarla çalışın. Sadece iş yapanlarla çalışın, görev ve sorumluluk verin,
takipçisi olun. Türk Milli Eğitim Sistemini doğru da olsa yanlış da olsa bir
sistemle buluşturun. Orası deneme yanılma yeri olmaktan yoruldu. Birinin
yaptığını ötekinin yıktığı virane olmaktan çıkarın eğitim sistemimizi. Bunu
yapın ver tarihe geçin. Tarihin yargıladıklarıyla tarihe geçenler arasındaki
ince çizgi bir işe elini kaptıranlar ile elini taşın altına koyanlar arasındaki
farkta kendini göstermiştir. Türk milli eğitimine elinizi kaptırmayın, elinizi
taşın altına koyun.