Okullar açılırken müdürümüzün hâlini beyan eder
Bugün okullar açılıyor. Milyonlarca öğrenci ve bir milyonu aşkın öğretmen için yeni bir dönem başladı. Her yıl büyük bir heyecan ve umutla başlanıyor. Aileler, öğretmenler, yöneticiler ve öğrenciler açısından baktığımızda her paydaşın yeni döneme hazırlık yaptığını görüyoruz. Bugün yöneticilerin nasıl hazırlık yaptığına bakalım.
Milli Eğitim büyük bir ordu. Ülkemizin sayıca en çok personeli bu alanda
istihdam ediliyor. Hiyerarşi zor işliyor. Bakanlık olarak da zor. İlkeleri ve
işleyişi dış müdahalelere en açık yer. Üzerinde en çok konuşulan ve sürekli
değişiklik yapılan alandır eğitim.
Milyonlarca öğrenci ve aileyi hesaba katarak iş yapıyorsunuz. Kolay mı,
asla! Ancak iş buraya gelmeden yöneticilerimiz yoruluyor. Bakanlıktan il müdürlüğüne
ve okul müdürlüğüne kadar
yukarıdan aşağıya işleyişi gözlemleyelim. Başınız döner, pes edersiniz. Bugün
alanı iyice daraltıp bir il müdürünün
okullar açılmadan nasıl hazırlık yaptığına bakalım.
“Müdürüm, norm fazlası öğretmenleri isteklerine göre görevlendirelim.”
Yüzlerce liste. Her branşın ayrı bir ders yükü vardır. Her bir öğretmenin ayrı
bir mazereti var. Dilekçeler, telefonlar, görüşmeler, ayrı ayrı talepler. Araya
giren hatırlı adamlar. Siyasiler, bilmem neler, neler…
İl
müdürünün telefonu susmaz, makamı boş kalmaz. “Müdürüm, şu öğretmenimiz
il emrinde imiş, onu geçen seneki gibi görevlendirsek…” Müdürümüz not alır,
kafasına yazar, ajandasına yazar. Her yerde bir telefon alır, yolda, yemekte,
gece gündüz telefonlar susmaz. “Müdür Bey, şu okulun müdürünü bir arasanız da
şu öğretmenin ders programını istediği gibi yapsa.” “Müdürüm, filan okula yeni
başlayan öğrenci istediği öğretmene düşmemiş, onu, size zahmet, istedikleri
öğretmene verseniz.” Müdürümüz sabreder. Tam işleri yoluna koyacak iken bir
telefon daha gelir. “Müdür Bey, bizim teşkilattan bir arkadaşın isteğini
reddetmişsiniz ama başkalarının talepleri olmuş. Bizim adamlar, bizi dinlemiyor
demek ki.” Müdürün canı sıkılmıştır. Öyle tabiî
nasıl olur böyle bir şey! Kimin
isteğini yapmamışız, kimin isteğini yapmışız diye düşünürken yardımcısını
çağırır. Başı iki eli arasında düşünen müdürü, yardımcısı teselli etmeye, çıkış
yolu göstermeye çalışır. “Müdürüm, şu öğretmen için şunlar devreye girmişti;
sendikası şu, arkasında şu vekil var.” Ayrıntılı bilgi alınmıştır. E, şimdi
onu, şuraya verirsek diğerini de buraya
vermek zorunda kalırız, der müdür. “Ne yapalım müdürüm, böylece denge
sağlanır, itiraz da kalmaz.” der yardımcımız. Çünkü herkes pürdikkat görevlendirmeleri takip etmektedir.
İşin ilginç yanı hiç adamı olmayan bir garibanın işi de görülmüştür. Olur mu,
olur! Oluyor da böyle şeyler.
İl müdürü olmasaydım da bir okulda müdür kalsaydım, şimdi ne rahattım,
der müdürümüz. ”Yok yok, en iyisi öğretmen olmak. Nereden girdim şu
idareciliğe? Ağzımız dilimiz kurudu, bir çay bile içemiyoruz. Dışarıda selam
vermeyeceğin adam gelip laf saymaya kalkıyor.” İç sesler durmaz, dışarıdan
sesler gelir, makamın kapısında bekleyenler birikir. Sekreter arar: “Müdür Bey,
randevulu bekleyenler var, ne yapalım?” Hele birisi var ki müdürden önce
geliyor makama. Neymiş isteği, bunu sürekli bahçeye nöbetçi veriyormuş gıcık
okul müdür yardımcısı. Vay seni! Okul müdürü de müdür yardımcısına söz
geçiremiyormuş. Zaten ders programı da berbatmış. Canına yetmiş öğretmenimizin.
Üstelik yöneticilerle sendikası da aynı olmadığı için buna kafayı takmışlar.
Öğretmen de ne yapsın, soluğu il müdürünün kapısında almış.
Sekreterlikte biriken
ziyaretçiler. İçeride kafası şişen müdür. Burada da tecrübeli sekreter devreye
girer. “Müdür Bey, şu an Vali ile görüşüyor, sizin taleplerinizi de
görüşüyorlar muhtemelen. Çay içer misiniz?” Hım, iyi o zaman, der bekleyenler.
Bir de çay söylendi ya yumuşarlar. Hatta sekretere anlatmaya başlarlar. Bizim
sekreter de onları rahatlatacak birkaç kelam eder. Kafa dengi sekreter her
soruna bir yorum yapar. Ortam sakinleşir, gelenler yumuşar. O arada bir kişi gelir, doğrudan müdürün odasına dalar.
Bekleyenler şaşırır, “Kim bu, randevusu var mıydı?” Birden ortam değişir.
Sekreter izaha çalışır. İçeriden müdür arar, kahve söylenir. Bizimkiler
beklemeye devam eder. Saate bakılır, mesai bitmek üzeredir. Yine akşam oldu,
der birisi. Evet, yine akşam oldu.
Ertesi gün. “Ben Ağzıkapalı köyünün muhtarıyım, müdürümüzle görüşmeye
geldik.” Taşımalı eğitim istemeyen köylülerin talebini iletir muhtar. “Ben,
Sağırlar köyündenim, taşımalıyız, çocukları taşıyacak aracın sahibi ile
husumetimiz var, bize başka araç tahsis etmenizi istiyoruz.” Hadi bakalım, çöz
çözebilirsen! Anlatırsın ama duymazlar. Üstelik köyün adı “Sağırlar” olunca
zaten seni duymalarını bekleme.
“Ben, Ağzıkara köyünün muhtarı, bizim okula her sene ücretli öğretmen
veriliyor, kadrolu öğretmenimiz var ama görevlendirme ile ilde kalıyor.”
Müdürde biriken sorunlar büyür. Müdür ihtiyaç için bile yerinden kalkamaz.
İkindi okunur. “Öğleyi kaçırdık yine.
Başlayacağım sizin işinize!Nereye düştük biz böyle?” Ah, müdürüm ah! Gitti
canım namaz. Kim kurtarır seni öbür tarafta?
Öğretmenler odasında konuşurlar: “ Vay
yavrum vay, il müdürünün arkası sağlammış. Bakanın bizzat tanıdığı imiş.
Kimseye eyvallahı yokmuş.” Bir de bu var. Oysa il müdürü canından bezmiştir.
Bırakıp gitse gideceği yer de yok. Keşke Ankara’ya alsalar, der içinden. Der
ama serde mertlik vardır. Bir işi başlı bırakamaz, yapamadı dedirtemez. Onca
güveni ve desteği boşa çıkaramaz. Müdür yine yardımcısını çağırır. Kıvrak
zekâsıyla çözümler sunar yardımcımız. Listeler ve talepler üzerinde çalışırlar.
Tam o esnada valimiz arar. “Müdür Bey, şu öğretmenimizi yerinde tutalım.” İş yine karışır. Zincirleme bozulur her şey.
Tıpkı “her şeyi düzeltmeye kalkışmanın yok ettiği…” dizesinde olduğu gibidir
durum.
Pazartesi günü okullar açılacak
ama bizimkisi hafta sonu da çalışır. Görevlendirmeler üzerine mesai. Henüz
okulların sorunlarına sıra gelmemiştir. Kalabalık sınıflar, güçlendirmesi devam
eden okullar, yıkılan okullar, yeni açılacak okullar… Müdürün aklına ilk gün
gelir. Vali ile gidecekleri okulu düşünür, ilk günkü programa bakar. Kenar
mahalle okulu seçilmiştir. Çocuklara hediye vermek lazım, der. İlk gün gelir.
Valimiz ile bir okula gidilir. Çocuklarla fotoğraf çekilir. Devletimiz iş başındadır, yüzler
gülüyor. Müdürümüz de gülüyor çünkü gömleğinin düğmesini yanlış
iliklemiştir.