Dolar (USD)
33.99
Euro (EUR)
37.82
Gram Altın
2819.67
BIST 100
9577.46
02:17 İMSAK'A
KALAN SÜRE

08 Eylül 2024

Okullar açılırken

Bu Pazartesi günü milyonlarca vatan evlâdı okulları ile buluşuyor.

Uzun bir “tatilin” ardından.

Bütün öğrencilerimize, velilerine, öğretmenlerimize, milletimize, memleketimize hayırlı olsun.

En büyük ümidimiz ve derdimiz, eğitim.

Şimdiki Milli Eğitim Bakanı Yusuf Tekin Hocamız, “eğitim”e manevi derinlik de katarak kalite kazandırmaya uğraşıyor…

Buna karşı çıkanlar da, onu yemek için ellerinden geleni yapıyor.

Bilmem bu işin sonu nereye varacak?

Meselenin “kişiler” meselesi olmadığını, topyekûn bir “sistem” ve “bakış açısı” meselesi olduğunu bilmek gerek.

Niceleri geldi geçti, işte.

Ak Parti döneminin Milli Eğitim Bakanlarına bakın;

Erkan Mumcu, Hüseyin Çelik, Nimet Çubukçu, Ömer Dinçer, Nabi Avcı, İsmet Yılmaz, Ziya Selçuk, Mahmut Özer ve şimdi de Yusuf Tekin Hoca.

22 senede 9 Milli Eğitim Bakanı.

En uzun süre Milli Eğitim Bakanlığı yapan, malûm, Hüseyin Çelik.

6 seneyi aşkın kalmıştı görevde.

Onun süresini çıkarttığınızda, 16 yıl kalıyor.

16 yılda 8 Milli Eğitim Bakanı.

2 yılda bir!

Her bakan gelişinde, kadrolar değişir bizde.

Büyük ölçüde değişir.

Yeni kadronun adapte olması hayli zaman alır.

Tam alıştılar filan derken, hop bakan gider…

Yeni bakan baştan aşağı değişim yapar.

Yusuf Tekin Hoca’nın avantajı, Milli Eğitim’de Müsteşarlık yapmış olması.

Müsteşar olup da, başarılı olan çok azdır, biri de Yusuf Tekin Hoca’dır.

Kadroyu çok iyi bilir, yapının her yanına hâkimdir.

Dolayısıyla, harekete geçmesi daha kolay olmuştur.

Uzun brifinglere filan ihtiyaç olmamıştır.

Ne var ki, mesele, kişi meselesi değildir!

Korkarım ki, iktidarı kıpırdatmayan “müesses nizam”, köklü yapı, “statüko” Sayın Yusuf Tekin’e de, “Olacaktı ama olamadı!” dedirtir.

Bu iş temelden sıkıntılı!..

Bakar mısınız, mecburi eğitimin süresi 12 yıl.

Çok uzun süre; gelişmiş ülkelerin tamamına yakınında 6 yıl, 9 yıl.

Bizde 12 yıl.

Çocuğu 6 yaşında alıp, 12 yıl boyunca, mecburi “bina eğitimi”ne tabi tutuyorsunuz.

Bir arada…

Çalışan çalışmayan, isteyen istemeyen, gönüllü giden zoraki giden, okumaya çalışan haylazlık yapan…

Kız, erkek…

Bir arada…

18 yaşına kadar.

Bunların kahir ekseriyetinin, o yaşta mesleksiz lise diplomalı olduğu ortada.

Neyse ki, üniversitelerin kapıları ardına kadar açık.

Almanya’nın o zamanki Başbakanı Merkel, Sayın Cumhurbaşkanımızdan “8.4 milyon üniversite öğrencimiz var!” bilgisini alınca, “üff” çekmişti, yine Sayın Cumhurbaşkanımızın verdiği bilgiye göre.

Nasıl çekmesin, üniversite öğrencisi sayımız nüfusu aşağı yukarı bizimki kadar olan “reel üretim devi” Almanya’yı kaça katlıyor?!

Üniversite öğrencisi sayısının çok fazla, ihtiyaçtan çok çok fazla olması iyi bir şey midir?

Her yere, ilçelere bile üniversite yapılınca, oraların insanları yerinde eğitim görme imkânını bulur…

Bulur da nasıl bir eğitim?

Üniversiteler arasındaki fark açılır mı, kapanır mı?

Türkiye’nin dünyada ilk 500’e, 1000’e giren üniversitelerinin sayısı artar mı, azalır mı?

Üniversite hocalarının, liseden gelen öğrencilerden memnuniyeti artar mı, azalır mı?

“Yazarak ve konuşarak”, “sağlam Türkçe ile” derdini anlabilenlerin oranı artar mı, azalır mı?

Üniversite mezunlarının “işe yarar iş bulma” imkânları artar mı, azalır mı?

Evet,

Üniversiteler yol gösterir, yöntem gösterir, diploma verir.

Devlet her üniversiteliye iş garantisi de veremez!

Bunlar doğru ama bu işin plânlaması olmaz mı?

Bu ülkenin, kaç filanca mühendisine ihtiyacı var, mesela…

Avukat sayısı, istiap haddini aşarsa ne olur, mesela?

Efendim, boşanma davaları, icralıklar hızla artığından avukata olan ihtiyaç da artıyor?

Eyvah!

***

Sayın Milli Eğitim Bakanı, “karma eğitim” meselesini ufaktan bir tartışmaya açayım dedi, ayağa kalkmayan kalmadı neredeyse!

Bazı hususlar birer tabu; dokunulamaz, dokunulması teklif dahi edilemez.

“Mecburi eğitim 12 yıl olmasın da, mesela 6 yıla indirilsin!” dese Sayın Bakan ortalık karışır!

Kılıçlar çekilir!..

Sloganlar atılır!..

Bırakın “hariciye”yi, “dahiliye” ile başa çıkamazsınız!

12 yıl mecburi eğitim işini kim “getirdiyse” getirdi zamanında, golü kim attıysa attı, gel de çıkart.

Şimdilerde, düğmesi yanlış iliklenmiş gömleği, düğmeleri çözmeden, işlemi başa almadan toparlama mecburiyeti var.

Bunun için çocukların kabiliyetleri zamanında keşfedilecek ve kendilerine uygun mesleğe yönlendirilmeleri sağlanacak…

Tamam da…

Nasıl, hangi rehberlik kadrosuyla?

Meslek eğitimi meselesi…

Meslek eğitimi pahalı, yüksek maliyetli bir eğitim.

Devlet, öğrenci başına çok daha fazla yatırım yapıyor mecburen bu alana.

Yapıyor da ne oluyor?

Meslek okullarına gidenlerin kahir ekseriyeti, mezuniyet sonrasında yarım yamalak da olsa eğitimini aldıkları mesleğe devam etmiyor!

Piyasada da, usta-kalfa, hatta çırak kıtlığı çekiliyor!

Alın size bunalım!..

Geciktirilmiş gençlerin, evliliği geciktirmeleri ve nüfusun hızla yaşlanması da Sayın Cumhurbaşkanı dahil, herkesi endişelendiren bir durum.

Ve dahi…

Öğrenciyi, öğretmeni, veliyi, kantinciyi, servisçiyi…

Dahası, Milli Eğitim Bakanı’nı…

Çok daha fazlası, Sayın Cumhurbaşkanı’nın memnun etmeyen bir “eğitim” dünyası!..

***

Bu durumda ne yapmak lâzım?

Bireysel çözümlere yönelmek.

Bizler, veliler olarak çocuğumuzun istek, kabiliyet alanlarını keşfedeceğiz ve yönlendirmemizi yapacağız.

Her şeyi Devlet’ten beklemek olmaz.

Öğretmenlerimizle konuştuğumuzda da, “Her şeyi okuldan beklemek olmaz!” diyorlar zaten.

Öğretmenlerin imkânları çok kısıtlı; “Yerine otur oğlum, ayağa kalkma kızım, sus oğlum, sus kızım!”

Ders bitti, gün bitti!..

Öğrenci de ikaz edilmeye gelmiyor bu devirde, bir şey desen, bin karşılık alıyorsun.

İki şey desen, veliyi “kabarmış” haliyle karşında buluyorsun.

Bu arada,

Öğretmen yetiştirme mekanizmalarımız ne durumda, onu da konuşmak lazım!..

Öğretmenlerin yüzde kaçı muallim ve muallime olmalarını sağlayacak evsafta eğitim alabiliyor?

Öğrencilerimizin yüzde kaçı “talebe”?

Velilerimizin yüzde kaçı “Veli”?

“Veli” ne demek?

Bakmak gerek!

***

Ben kişisel çözüm yolu olarak, üniversite okurken çalışmayı bulmuştum. Okul bitene kadar da, epeyce tecrübe kazanmış bir gazeteci olmuştum.

İşte bireysel çözüm.

Ya böyle yapacaktım, ya da torpil arayacaktım.

Birinci yolu seçtim, iyi de ettim.

Kim ne ederse, kendine eder diyelim…

“Bireysel” çözümlere her zamankinden fazla ihtiyaç var dostlar!

Her şeyi Devlet’imizden beklemeyelim!