Okullar açılacak mı?
Herkesin aklında bu soru var.
Okulların açılması her kriz dönemi sonrasında normalleşmenin bir
numaralı adımıdır.
Deprem, sel, heyelan, yangın ve şimdi yaşadığımız pandemi/salgın
sonrasında herkesin aklındaki soru okulların ne zamana açılacağı...
Yetişkinlerin
hayatının rutinini “işe gitmek” oluştururken
çocukların ve gençlerin rutinini ise “okula gitmek” oluşturuyor.
Bu sırada anne bir işte çalışmıyor ve ev hanımlığı yapıyorsa ev
işleri ile uğraşıyor.
Eğer okul açılmazsa çocuk evde kalınca televizyon, telefon,
tablet, internet, oyun vs. ile vakit öldürmeye çalışıyor.
Pandemi nedeniyle birçok aktivite hayatımızdan geçici bir
süreliğine çıktığı için bu dönemde çocukları spor ve sanat kurslarına da
yönlendiremiyoruz.
Bu nedenle yaz döneminde çocuklar evlerde hapsoldu.
Yazın
ortasından itibaren çocukları evlerde zapt edemeyen bazı veliler dışarılara
salarak “aşırı” normalleşme eğilimine girdiler.
Bu nedenle çocukların hastalık taşıyıcısı olması durumu ortaya
çıktı ve birçok yeni vaka ile karşılaşıldı.
Kimseyi suçlamıyorum. Bu kolay bir süreç değil. Çocuklarda
inanılmaz bir enerji var.
İsteseniz de evde, dört duvar arasında tutamazsınız.
Kitap, dergi, makale, belgesel, film, ev oyunları vs. bu dönemde
etkin bir şekilde hayatımızda yer alsa da çocukların yüksek enerjileri bir
noktaya kadar dizginlenebiliyor.
Bir de annenin çalıştığı aileler var. O zaman işler tamamen
sarpa sarıyor. Çocuk eğer ilkokul çağındaysa muhakkak yanında biri olması
gerekiyor. Eğer aile büyüklerinden kimse yoksa mecburen bakıcı tutulacak.
Bakıcıya en az asgari ücret verileceği düşünülünce iki kişi
çalışacak ama bir kişi çalışıyor gibi olacak.
Yani okulların açılması sosyal hayatın sağlıklı bir şekilde
devam edebilmesi için büyük bir önem taşıyor. Aksi takdirde kadınlar iş
hayatından çekilecek ve evde çocuklarına bakmak isteyecekler.
Bu da işsizlik sorunumuzu daha da büyütecek.
Birkaç gündür eğitim sektörünün tüm çalışanları ile görüşüyorum.
Hizmetliden öğretmene, güvenlik görevlisinden okul yöneticisine
kadar birçok kişi ile görüştüm.
Herkes sürecin nasıl ilerleyeceği konusunda yeterli bilgileri
olmadığını söylüyor.
Bu hafta
itibarıyla Millî Eğitim Bakanlığı okullara
pandemi döneminden eğitimin nasıl yapılacağına ilişkin kılavuzları göndermeye
başladı.
Sınıfların 4 metrekareye bir çocuk gelecek şekilde dizayn
edilmesi talimatı var.
Bakanlık, tüm okullardan kılavuzdaki kurallara göre eğitimi
sağlayabilmek için duydukları ihtiyaçları raporlamaları istendi. Listenin
başında derslik sayılarının yetersizliği geliyor.
Okul sayısı sorunu ülkemizde uzun yıllardan beri süre gelen bir
problem.
Mevcut iktidar bunu aşabilmek için özel sektörü işin içine
çekmeye çalıştı.
Bu politikanın pozitif etkisi olduğu açık ama geldiğimiz noktada
Türkiye geneli ortalama sınıf mevcutları 25 ile 35 arasında seyrediyor.
Büyükşehirlerde 30’dan aşağı sınıfı olan okul yok denilecek seviyede.
4 metrekare kuralına göre sınıfların en az üçünün ayrı sınıfa
bölünmesi gerekiyor. Tam gün eğitim veren okullar tekrar ikili öğretime geçerek
yeni duruma göre ortaya çıkan derslik ihtiyaçlarını büyük oranda azaltacaklar.
Kalan kısım için ise haftalık ders saatini yarıya indirmek ve bir kısmını da
EBA üzerinden evlerde icra etmek zorunda kalacak.
Asıl sorun sabahçı ve öğlenci diye ikili öğretim yapan okullarda.
Bazı okullarda sınıf mevcudunun 40’tan az olmaması öğrencilerin
ancak haftada bir okula gitmesi senaryosunu ortaya çıkarıyor.
Belki ortaokul, lise öğrencileri için bu durum “geçici” olarak
kabul edilebilir yalnız ilkokul öğrencileri için büyük problem olacaktır.
İlkokul yaşındaki çocukların haftada bir en iyi ihtimalle
haftada iki gün okula gitmesi okulla ilk kez tanışacak bu yaş grubundaki
çocukların okulla aidiyet bağı kurması zorlaşacak.
Hafta içi kalan günlerde evde olması çalışan aileler için
bambaşka bir sorunun ortaya çıkmasına neden olacak.
Tüm bu zorlukların aşılması için daha önceki önerimi
yineliyorum:
Camiler sabah namazı ile öğle namazı arasında okul olsun.