Öğretmenim canım benim, Seni ben pek çok severim!
Eğitim işleri hep kesat
gitse de…
Sıkıntı büyüdükçe büyüse
de, bir şeyi ihmal etmeyiz biz.
Bir şeyi, özel günleri.
Güzel günleri.
Bugün de öyle bir gün
işte.
Bütün öğretmenlerimizin öğretmen
günleri kutlu olsun!..
Öğretmenim, canım benim
canım benim...
Seni ben pek çok, pek
çok severim.
Sen bir ana, sen bir
baba…
Her şey oldun bana!..
Bu duygu ve düşüncelerle
aradığım öğretmen arkadaşım, ne dese beğenirsiniz?
“Öğrencilerin oyuncağı olduk, Abi.”
- Bizim zamanımızda
öğretmenimiz şöyle bir bakınca, kendimizi düzeltirdik.
- Şimdilerde öğretmene
kafa tutmak marifet!
-Haylazlık yapan,
sınıfın huzurunu bozan tiplerden birine lâf et de gör!..
- Hemen dikleşiyor…
- Üzerine geliyor…
- İş uzarsa, velisine
şikâyet ediyor…
- Veli geliyor,
dayılanıyor!
- Ağzımızı açsak kabahat
oluyor!
-Ağzımızı açsak
soruşturma geliyor!
“Koca koca öğrencilerin oyuncağı olduk, Abi.”
x
Bizim zamanımızda
mecburi eğitim 5 seneydi.
Sonra 8 sene oldu!
Ve sonra da, 8 sene bile
yetmezmiş gibi, 12 sene oldu!
Zihniyet bu zihniyet:
genci ne kadar çok okulda tutarsan, o kadar çok verim alırsın!
Öyle mi olur gerçekten?
Öyle mi oluyor?
Veriler bunu mu
gösteriyor?
Ne münasebet!..
Okuduğunu anlamayan,
“yapay zekâya” başvurmaksızın bir A4 kağıtlık kompozisyon bile yazamayan
milyonlarca genç!..
Kahir ekseriyeti de
üniversite mezunu haaa, yanlış anlaşılmasın!..
X
Durum bu…
Genç, 18 yaşını
dolduruncaya kadar okula gitmeye mecbur!
Kanun böyle.
Kanun zoruyla lise!
Koskoca delikanlı, koskoca
genç kız okula gitmeye mecbur edilir mi?
Edilir!
Okula isteyerek değil
de, mecbur bırakıldığı için, kanun
zoruyla giden gençten verim alınır mı?
Okula isteyerek giden de
var, kanun zoruyla gönderilen de!
Kanun zoruyla gönderilen genç, okulda can sıkıntısından patlıyor.
Bu ruh haliyle de dersin
huzurunu bozmak için elinden geleni yapıyor.
Kendisi gibi kanun zoruyla okula gidenlerle bir
araya geldiğinde de, “duvar tipi çetesi” olarak
isimlendirilen gruplara ‘üye’ oluyor.
Toplum zaten şiddet
toplumu…
Sayısız misal var
önünde.
Koca koca adamlarla,
erkekleşmiş kadınlar birbirlerini yiyor, bitiriyor!
Meclis’teki kocaman
kocaman insanlar, memleketin bir elleri yağda diğer elleri baldaki vekilleri de
birbirlerini yumrukluyor...
Aralarından bazıları, bakanların
bile yollarını kesiyor!..
Küfürler, hakaretler
havalarda uçuşuyor!
Her grup
toplantısından, öfkeden kabarmış
suratlarla birbirlerini tehdit eden “Lider”
görüntüleri yansıyor!
Sokaklarda da bütün
kılları beyazlaşmış tipler; ilk tartışmada bıçağa, silaha davranıyor!
Televizyon dizileri,
sabah programları, sosyal medya paylaşımları da öyle; genci gece gündüz şiddete
yönlendiriyor.
Genç bunları göre göre büyüyor…
Dışarıda, nice zararlı
arkadaş var zaten.
Şiddet her yerde.
Okula kanun zoruyla
giden genç de, dolup dolup boynu bükük arkadaşlarına ve öğretmenler günlerini
kutladığımız hocalarına dalıyor!..
Bu ortamda öğretmen
olsanız ne yaparsınız?
O yaştaki gençleri nasıl
toparlarsınız?
Aileden, toplumdan “manevi değerleri” almamış, her baktığı
yerde de şiddeti görmüş…
Bu memlekette “haklının” değil de, “güçlünün” kazandığını gösteren nice misale
şahit olmuş bir genç ve öğrencilerin oyuncağı olmaktan şikâyetçi öğretmen.
Siz bu şartlarda öğretmen olsanız ne yaparsınız?
Akşam karanlığında
evinize doğru giderken arkanızdan yaklaşanın niyetinden nasıl emin olursunuz?
Bizim öğretmen arkadaş, “Öğrencilerin oyuncağı olduk!” derken,
bu ortama işaret ediyor işte.
Bu memlekette okumak
isteyen, günü gününe ders çalışıp bir yerlere gelmek isteyen gençlere çok çok yazık
oluyor.
Öncelikle onlara yazık
oluyor.
Okumaya niyetli bir genç
olarak, kanun zoruyla okula gönderildikleri için her türlü taşkınlığı yapmayı
marifet belleyen gençlerle aynı sınıfta olduğunuzu düşünün…
Siz ders dinlemek
istiyorsunuz, “arkadaş”larınızdan
bazılarıysa dersin huzurunu bozmak.
Ne yaparsınız bu
durumda?
O “arkadaşlarınıza”, “Yeter artık, başlarım sizin bunalımınıza!”
mı dersiniz?
Sabrınız tükenir de
böyle bir çıkış yaparsanız, okula kanun zoruyla gönderilmiş gençlerin gözünüzü
şişirip, kafanızı patlatmalarından endişe etmez misiniz?
Ya da, dışarıdaki
arkadaşlarıyla bir olup yolunuzu kesmelerinden çekinmez misiniz?
Böyle ortamlarda okul
idaresi ne yapsın, öğretmen ne yapsın, okumaya niyetli öğrenci ne yapsın?
Ha bire disiplin kurulu,
ha bire disiplin kurulu…
Şiddet mesajlarının bu
kadar yoğun olduğu, şiddetin bu kadar özendirildiği bir toplumda, gençlere “disiplin
cezaları” vermenin bile riskleri olmaz mı?
X
Bu işin her yanı
sıkıntılı.
Zorla okula
gönderdiğiniz genç, okumak isteyen “arkadaşlarına”
ve okutmak isteyen öğretmenlerine zarar vere vere lise diplomasını aldı
diyelim.
Yaş, 18.
Mesleksiz diplomalı.
Ne yapacak bu genç?
O yaştan sonra mesleğe
verseniz olmaz.
Mecburen üniversiteye
gidecek.
Memleketin her 10
insanından biri üniversiteli zaten!
Her yerde de üniversite
var zaten.
Üniversiteye kapak atmak
da çok çok kolay zaten!
Genç liseye benzer
üniversitede, dört, beş yıl daha vakit öldürecek.
Orada da, haylazlık,
taşkınlık derken…
Orayı da bitirecek!..
Hadi bakalım, üniversite
diplomalı mesleksiz!..
Bunlardan milyonlarcası
var memlekette.
Her yıl milyon milyon da
mezun veriyoruz.
Bu mezunların yüzde 80’i
diplomalı mesleksiz.
Kendilerini çok iyi
yetiştirmiş olanlar bir şekilde yırtıyor, “bir yolunu bulup” Devlet’e kapak
atmayı başaranlar da öyle.
Ya geriye kalan yüzde
80’lik kitle?
Onlar ne yapacak?
Vaziyetler böyle…
Piyasa iş yapacak
eleman, üniversite mezunu mesleksiz genç ise geçinebileceği bir iş arar!
Öğretmen arkadaşım da,
“Öğrencilerin oyuncağı olduk, abi!” diyerek dert yanar.
Gençler zamanında bir
mesleğe yönlendirilmez bu memlekette.
Rehberlik sistemi
işlemez, rehberlik öğretmenleri “boşta gezen
görevliler” olarak görülür.
Meslek eğitimi için bir
şeyler yapılır ama meslek okullarından mezun olanların kahir ekseriyeti, yarım
yamalak da olsa eğitimi aldıkları mesleği yapmaz…
Başka başka işler yapar
ya da hiçbir iş yapmaz!
Meslek eğitimine
harcanan büyük paraların yüzde 90’ı boşa gider.
Milyonlarca genci heba ederiz
böyle böyle!
Ve, gerine gerine “aydınlık yarınlardan” bahseder dururuz
bir de!
Eğitim işleri hep kesat
gitse de…
Sıkıntı büyüdükçe büyüse
de, bir şeyi ihmal etmeyiz biz.
Bir şeyi, özel günleri.
Güzel günleri.
Bugün de öyle bir gün
işte.
Bütün öğretmenlerimizin
öğretmen günleri kutlu olsun!
Öğretmenim, canım benim
canım benim...
Seni ben pek çok, pek
çok severim.
Sen bir ana, sen bir
baba…
Her şey oldun bana!