Öğretmen yetiştirme
GEÇEN hafta, yaklaşık 100 yılı aşkın bir zamandır zekâ tarlalarımızın nasıl heder olduğunu yazmış ve zayi olmanın önüne geçmenin ipucunu vermiştik.
Öğretmenlik, sadece senenin bir günü veya her günü
dile dolanan ve dolandıkça doğranan bir meslek değildir.
Muallimlik, yaşam boyu gelişim ve öğrenme terbiye
sürecimizin ve kâmil insan olma durumumuzun ebeveynden sonra en önemli, bazen
de ebeveynden de önemli bir mesleğidir.
13 yıla ilaveten 4 yılı da göz ardı etmezsek hayat
serüvenimizin en anlamlı yıllarına mührünü basan ve yaş betona kazınmış izler
gibi ömür boyu unutamadığımız bu mesleği galiba dünyada bizim kadar hırpalayan
çok az toplum vardır.
Öğretmen yetiştirme zihniyetimizin ve planlamamızın
bir standardının olması gerekir. Bu bağlamda şimdiye kadar gelmiş olan bu
zihniyet ve planlama, ters yüz edilerek ve geçmiş tecrübeleri de kendine rehber
edinerek yeniden yapılandırılmalıdır.
Öğretmenlik mesleğinin cevherinin kıymetlendirilmesi
gerekir. Arazlarının giderilmesi ve zatî değerlerinin yereli koruyarak evrensel
değerlere ulaşması hedef alınmalıdır.
Bu bağlamda öğretmenlik mesleği topyekûn bir yeniden
yapılandırmayla cemiyetin ihtiyacına ve medeniyet tasavvurumuzun
canlandırılmasına bu coğrafyada huzur ve adaletin yeniden sağlanmasına en büyük
katkıyı sağlayacak şekilde oluşturulmalıdır. Bu gayeler için de aşağıdaki
önerilerin makul ve iyilik değerli olduğunu düşünüyorum.
Evvela, eğitim
fakültelerinin konumlandırılması yeniden yapılandırılmalıdır. Ülkemizde
yükseköğrenimdeki kuram merkezi olan eğitim fakültelerinin akademik zihniyet ve
insan kaynaklarının durumu ile anaokulundan liseye kadar olan uygulama eğitim
merkezlerindeki öğretmen kadrosunun zihniyet ve gelişim süreçleri arasında
ciddi farkların olduğuna inanıyorum. Akademisyenlerin olanca varlığıyla
okullardaki uygulamalardan uzak olduğunu öğretmenlerin de olanca varlığıyla
kuramlardan uzak kaldığını düşünüyorum. Bu yaman çelişki ve yetersizliğin maliyetini
öğrenciler ödüyor.
Çözümün acilen kuram ile uygulama arasındaki farkın
ortadan kaldırılmasıyla gerçekleşeceğini düşünüyorum. Bu bağlamda Eğitim
fakültelerinin YÖK’ten ayrılıp tamamen MEB’in bünyesine verilmesini ya da her
ikisinden uzak bir otonom sistemiyle yönetilmesinin bu eksikliği gidereceğini
düşünüyorum. İnsanı merkeze alan değerlerimizi koruyan geleneğimizi geleceğe
aktaran evrensel bir eğitim yapılanması ancak aradaki bu farkı acilen giderebilir.
Bu anlayış merkezli yapılanmada asıl merkezde
öğretmen olmalıdır. Terbiye ve marifetin yani eğitim ve öğrenmenin müşterek
olduğu Öğretmen Yetiştirme Üniversiteleri
kurulmalıdır. Eğitim bilimlerinin tahakküm ve tasallutundan kurtulmuş lakin
iyiliklerinden faydalanır olmuş bir yapılanma olmalıdır. Sağlık Bilimleri
üniversitelerinde olduğu gibi.
Günümüz öğretmen yetiştirme durumu analiz
edildiğinde YÖK ile MEB’in ayrı iki kurummuş ve birbirinden habersiz birçok
uygulamalara imza atan konum ve yetkide kendilerini konumlamış olduğunu
görüyoruz.
Her ikisinin de birbirinin yetki ve sorumluluk
alanına müdahil olduğunu görmekteyiz. Hakikatte ise Öğretmen Yetiştirme Üniversitelerinin tam yetki ve
sorumlulukta öğretmen yetiştirmesi Eğitim Bakanlığının ise tamamen öğretmenlerin
idari koordinasyonu ve özlük haklarını iyileştiren bir merkez konumunda olması
gerekir.
İkinci olarak, Öğretmen Yetiştirme Üniversitelerinin acilen yüzde
birlik bir dilim, hatta ülkenin en yetenekli çocuklarından oluşan bir girdiden
teşekkül etmesi gerektir. Bu gerçekleşim için devlet tarafından verilecek
burslar ve öğretmenliğin statülenmesinin cemiyet içindeki karşılığının
yüceltilmesi ve bu mesleğin gerçek hüviyet ve konumuna kavuşturulması için
bütün paradigmal zihniyet oluşumu toplumun herkesimi tarafından yapılmalıdır.
Üçüncüsü, öğretmenlik
mesleğine sadece öğretmenlik girdisi ile hak kazanmış ve öğretmen olmak için
bütün bu süreci doğru tamamlamış adaylar atanmalıdır.
Milli ve evrensel bir dava gibi görülen öğretmenlik
mesleğinin yeterliliği her türlü gündelik çatışmalardan ve popülist
yaklaşımlardan uzak tutulmalıdır.
Meslek erbaplarının varlığının nisbî hakikati
mesleğe atanacak kişilerin öğretmenlik formasyon cevheri ve toplumun değerleri
üzerine bina edilmelidir.
Dördüncüsü ise, en az
diğerleri kadar kıymetli olan bir parametredir. Öğretmenlik mesleğine atanan
adayların meslekte devam etme yeterliliğinin veya mesleği bırakma
yetersizliğinin kendi hür iradeleri ve vicdanî muhasebeleri neticesinde
oluşmasıdır. Ne kanunun yeter demesine, ne de eğitimle alakalı olmayan
şartların zorunlu devam demesine fırsat vermeden öğretmenin kendisinin mesleği
sonlandırmasına sebep olacak bir donanımda olması gerekir.
Beşincisi ise,
öğretmenlik mesleğine girenlerin her türlü sendikal yapılanmalardan ve
örgütlenme oluşumlarından uzak kalmasıdır.
Mesleğin kutsallığı ve sorumluluğu aynı zamanda
sürekli yeterli olma durumu öğretmen adayını bu tarz yapılanmalara muhtaç
bırakmayacaktır.
Devletin öğretmene sağladığı idari ve mali özerklik
durumları ve ulaşmaları gereken hakları süreç içinde gecikmeksizin vermesi ise
bu tarz bir oluşuma öğretmenlerin dahil olmasını gönüllü engelleyecektir.
Netice itibariyle öğretmenlik mesleği için bu önerilerimiz
ne bir fantezi, ne de ütopik bir hayaldir. Günümüz dünyasında gelişmişlik
çizgisinde görülen ülkelerin çoktan beri uyguladıkları hakikatlerdir.